Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş

Bülent AYDIN

22 Temmuz (2010) Perşembe akşamüzeri, arkadaşım Azime Acar arayıp, “Bu akşamNeşet Ertaş konserine bir davetiyem var, gelir misin?” dediğinde pek heyecanlandım. Bir saat sonra Harbiye Açıkhava Tiyatrosunun önündeydim. Azime’nin dostları Ayhan ve Ender Bölükbaşı ile birlikte girdik içeri.

“56 senedir sahnedeyim” dedi Neşet Usta başlarken. 56 kere maşallah! Orada binlerce kişi unutulmaz bir gece geçirdik. Size de anlatacağım.

“Bozkırın tezenesi” Neşet Ertaş’ı elbet bilirsiniz. Hiç kimsenin söylemediği sözlerden türküler yapıp, kimsenin söylemediği kadar güzel çalıp söyleyen bir Abdal ozan. Neşet Ertaş hapse düştüğünde Yaşar Kemal’in ona imzalayıp yolladığı İnce Memed kitabının ilk sayfasına yazmış “Bozkırın tezenesi” tabirini. Ama o, benim için önce sevgili arkadaşım Necip Polat’ın hemşerisidir.

Necip Polat’ı 1 Şubat 2006’da kaybettik. Kırşehir’in Çiçekdağı’ndandı. 12 Eylül dönemi kahramanlarındandı. Çok eziyet çekti içerde ve dışarıda. Dört yıl olmuş onu bozkırına ve kalbimize gömeli. Necip’in öyküsünün bir bölümünü vaktiyle yazmıştım. Hastaneye düşmeden hemen önce bana bir CD zarfı vermişti Necip. “Sana bir şey vereceğim benden hatıra. Eğer görüşemezsek ve beni özlersen dinlersin” demişti. Eve gelince zarfı açtım, bilgisayarda kaydedilmiş ve üzerinde “Neşet Ertaş – Çiçekdağı” yazılı bir CD çıktı içinden…

O akşam ustanın hak, adalet, insanlık, eşitlik, vicdan diye çınlayan türkülerini dinlerken şimdi burada olmayan Necip’i de düşündüm, kaybettiğimiz diğerlerini de. Keşke bu ülkeyi yönetenler yıllar boyu türkülere ve türkü söyleyenlere düşman olmasaydı da aradan 30 yıl geçtikten sonra, ipe çekilmiş gençlerin üzerinden “kimin acısı daha çok” diye abes tartışmalar yapmasaydık.

“Ayağınızın turabı olurum”

En öndeydi yerimiz. Birlikte geldiğimiz arkadaşlarla selamlaşma, bir kaç tanıdık simaya el sallama derken ozanı sahneye davet eden bir alkış koptu. Biz girdiğimizde çoğu boştu Açıkhava’nın. Hava çok sıcak ve parlak bir ay var. Birden fabrika vardiyası gibi doldu koca amfitiyatro.

Sağ elinde bağlaması, sol eli göğsünde selamda geldi Neşet Ertaş: “Merhaba hoşgeldiniz. Zahmet edip kim bilir nerelerden beni dinlemeye, türkülerimi söylemeye geldiniz. Ayağınızın turabı, gönlünüzün hizmetçisi olurum…”

Onunla birlikte ritm sazlarla eşlik edecek dört Abdal daha çıktı sahneye. Onlar konser boyu ustanın üç adım gerisinde oturup, oynak havalara eşlik ettiler. Kendi aralarında da eğlendiler bolca. Zaman zaman Usta başını yarım döndürüp fırça bile attı onlara.

Uzunca bir alkış ardından dokundu tellere Neşet Ertaş. Titizlikle akort etti telleri tekrar. Bunu arada iki kere daha yaptı. “Hava çok sıcak ya ondan, bir de vurursan böyle deli deli…” dedi.

“Dinle sana bir sözüm var, kimseleri hor görme kardaş” diye başladı ilk türküye. Ders gibi, tane tane söylüyor. “Gönül bilmeyen çoktur, bilmeyende gönül yoktur / bilmiş ol ki gönül haktır / sakın gönül koyma kardaş…”

Bağlamanın gümbürtüsü bizim yürek çarpıntımızla birlikte artıyor: “Haktır canların yapısı / kimsede yoktur tapusu / son duraktır kara toprak / gönül kırdıysan varma kardaş”…

İnsan olmanın erdemini söylüyor türkü, nakaratlara uymaya çalışıyoruz ama ilk çıktığında biraz yorgun gibi görünen usta, bağlamayı kucağına alınca dikeldi. Tellere vurmaya başlayınca aslan kesildi. Yetişmek mümkün değil: “İnsan doğup hayvan ölüp / cehenneme girme kardaş…”

“Allı turnam bizim ele varırsan…”

Alkışlara her defasında sol elle sağ göğsüne dokunup gönül selamıyla yanıt veriyor. Haykıranlar da var: “Sen büyüksün baba!”, “50 yıl önce sünnetimde köçeklik yapmıştın, işte yine buradayım baba!”… Kara yağız bir adam sesinin yettiği kadar bağırıyor “Affet beni ne olur usta!”. Usta gülümsüyor.

İlk bölümde sekiz türkü söyledi Neşet Ertaş, aradan sonra sekiz tane daha. Hepsi eşitlik, kardeşlik, başkasının hakkına saygı, barış, sevgi ve diğerkâmlık üzerineydi.

Sanki yaşadığımız zamanın acılarına merhemdi onun sözleri.

Daha ikinci bozlakta çınlıyordu Açıkhava’nın duvarlarında sesi. Sanki ülkede herkes duysun istiyordu: “Bir yaratmış hak tüm insanları / güneşi balçık karartır mı hiç / Allah sevmediğini yaratır mı hiç? / insan olan insanı ayırır mı hiç?…”

Oysa daha birkaç gün önce büyük gazetelerin büyük yazarları “Biz mecbur muyuz onlarla birlikte yaşamaya?” diye yazmıştı bu ülkenin öbür yarısı için. Keşke onlar da burada olup, dinleselerdi Neşet Ertaş’ın bozkırın bin yıllık acılarından süzüp getirdiği bu türküleri.

Şöyle bir soluklandı Neşet usta: “Alkış yapan elleriniz dert görmesin. Keskin’li Hacı Taşan benim dayım olur. Gelmişini geçmişini hatırlamayanın dünyası gördüğü kadar olur. Ben hepsini saygıyla anıyorum. Onlar bu ülkenin insanına değer kattılar… Bu söyleyeceğim onun eseridir”…

Tellere vurunca, çileli Anadolu halkının göç ve sürgün yollarının üzerinden geçen turnalar doldu sanki birden içeri. Öyle söylüyor ki ozan, turnaların telleri saçlarımıza değiyor sanki:

“Allı turnam bizim ele varırsan / şeker söyle kaymak söyle bal söyle / gülüm gülüm, kırıldı kolum / tutmuyor elim turnalar ey / eğer bizi sual eden olursa / boynu bükük benzi soluk yar söyle / ah gülüm gülüm yar gülüm gülüm / kız gülüm gülüm turnalar ey / allı turnam ne gezersin havada / arabam kırıldı kaldım burada / ne onmamış kul imişim dünyada / akşam olsun allı turnam dön geri…”

Birden neşelendi ortalık. Oynayanlar da var ama yüzlerimizdeki geniş gülümseme ondan değil. Sanki su serpiliyor bu akşam yorulmuş yüreklerimize: “Tatlı dile güler yüze / doyulur mu doyulur mu? / aşkınan bakışan göze / doyulur mu doyulur mu? / doyulur mu doyulur mu? / canana kıyılır mı? / canana kıyanlar / hakkın kulu sayılır mı?”

“‘Neşeli olan akıllı olmaz”

Öyle vurdu ki tellerine bağlamanın, evet Açıkhava’yı salladı ama yine akort bozuldu. Tellerin kulağını bükerken bir yandan da söyleniyor. “Kusura bakmayın, deli deli vurursan işte böyle olur. Akıllılar sazları yanyana dizip gürültüye getiriyor. Ben tek sazla yetişmeye çalışıyorum. Pek akıllı da sayılmam. Zaten neşeli olan akıllı olmaz!”…

Sözü aldı türküye bağladı işte: “Şu fani dünyaya geldim gidiyom / sıkı tut bir yarin elinden gönül / yarine yar isen daha ne diyon / anca yarin anlar halından gönül…”

Herkes sevgilisine şöyle bir sarılıyor. Ender, “Neşet Ertaş bence Türkünün Leonard Cohen’i” demekten alamıyor kendini.

Bozkırın ortasında…

“Biraz dinlenelim, bize az müsaade, siz de soluklanın” deyip kalktı sandalyesinden usta. Bu fırsat, biraz onu ve Abdalları anlatayım.

1938’de Kırşehir’in Kırtıllar köyünde doğan Neşet Ertaş, babası Muharrem Ertaş ve dayısı Hacı Taşan gibi, Abdal kültürüyle yetişmiş bir yöre sanatçısıdır. Taşıyıcısı olduğu bozlakların dili ve müziği özgündür. Neşet Ertaş’ın köyü, nüfusunun tamamı Abdallardan oluşan küçük bir aşiret köyüydü ve Abdallar olarak da adlandırılırdı. Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş ve Hacı Taşan’ın sembol isimleri arasında olduğu Abdalların, asıl uğraş alanları ve geçim kaynakları müzisyenliktir. Abdal kültürü, günümüzde yok olmaya yüz tutmuş bir Anadolu kültürüdür. Alevi Bektaşi inanca sahiptirler. Bu kültürün yaşatıcıları olan Abdallar, dışlanmışlıkları ve yoksulluklarıyla öne çıkan bir toplumsal kesimdir. Geçenlerde Ankara’da Abdal kültürünün yaşatılması ve tanıtılması için ilk defa bir festival düzenlendi.

Neşet Ertaş da altı yedi yaşlarından itibaren, yöre düğünlerinin aranılan sanatçısı olan babası çalarken oynar ve “köçeklik” yapıp davetlileri eğlendirirdi. Zorlu çocukluk yılları ardından, çok sevilen türküleri ve büyük ustalık edindiği bağlamasıyla 1960’lı yıllardan itibaren geniş bir çevrede tanınan bir sanatçı oldu. Mayıs 2008’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Çankaya Köşkü’nde ağırlandı. Çıkışta gazetecilere şöyle dedi: “Ben Reis-i Cumhurumuzdan şunu istedim, dünya üzerinde bir tek opera bizim bozlaklarımıza benziyor. Bizim de operamız, bizim bozlağımızı söylesin, Türkçe olsun, herkesin anlayacağı dilde olsun dedim. Bunu da kabul ettiler. Haberiniz olsun Senfoni orkestrasının içinde bundan sonra bozlak da çalınacak. Sözünü aldık…”

“Bana yardan geçti derler”

Konserin ikinci yarısına gömleğini değiştirip de çıktı usta. Sesi bildiğimiz ses ama sazın ses yayınında bir ayarsızlık oldu, önce onu bir güzel düzelttirdi. Sonra vurdu sağlam bir oyun havası. Ritmler coştu, haydi hep beraber oynuyoruz: “Kesik çayır biçilir mi? / soğuk sular içilir mi? / bana yardan geçti derler / seven yardan geçilir mi? / aman desinler desinler şeker yesinler / şu kız şu oğlana yanmış desinler…”

Ayhan, işaret ediyor. Eğilerek kulak veriyorum: “Goran Bregoviç’in kulakları çınlasın, işte bu da bizim Düğün ve Cenaze’miz” diyor.

Gerçekten öyle. Bu arada arkadaki Abdal kaşıkçının keyfine diyecek yok. Kaşıklarıyla birlikte omuzları da oynuyor.

“Dünyada silah kalmasın”

Çağlayanlar akıyordu. Birden dingin bir ırmak oldu. İşte bu türküde de insanımızın bilgeliği konuşuyor. Yükseklerden atıp tutanlar, nükleer santrallerden medet umanlar, halkın parasını silaha, bombaya yatıranlar duyar mı acaba, ağzına sağlık baba!:

“İsterim ki bu dünyada / hiç kimse cahil kalmasın / okusun ilmin kitabın / cahilden akıl almasın / kendi kendini yetenlere / ilim tahsil edenlere / ilme doğru gidenlere / cehalet mani olmasın / ilmedenler nurlaşıyor / ilmetmeyen körleşiyor / ilimle dünya birleşiyor / söyle ki neden olmasın / can yakmadan atom gücü / birleşsinler tüm bilinci / dilerim olsun sahici / dünyada silah kalmasın / dünya cennettir insana / eşit olsun sana bana / kıyılmasın hiçbir cana / anaları ağlamasın / bütün dünya Allah diyor / O’nun nimmetini yiyor / insan kisvetini giyiyor / ayrılık güden olmasın / kendini bilen bunu anlar / çünkü haktır bütün canlar / yardımlaşsın tüm insanlar / dünyada fakir kalmasın / bir Garib’im budur derdim / tüm dünyayı ben de gördüm / isterim ki benim yurdum / dünyadan geri kalmasın…”

Konserden twitter’e şöyle mesaj yazmış arkadaşım Mehmet Demir: “Neşet Ertaş türkülerini parti programı yapmak lazım!..”

“Sevgi insanın mayası”

“Sevgisiz insan olmaz / sevgi insanın mayası…”

Dedim ya bu gecenin bir gayesi var sanki usta için. Bize ve memlekete bir şeyler anlatmaya çalışıyor. ‘Bozkırın tezenesi’, bu gece Türkiye halklarının dileğini çalıp söylüyor.

“Seven insan kaşlarını eğer mi? / Zorla güzellik olmuyor canım”.

Arada seyirciler çok sevilen başka türküleri istiyor. O hiç kulak asmadan devam ediyor. Bu belki de son konserlerinden birisi. “56 senedir sahnedeyim yoruldum artık, belki artık son bir iki konser, bir iki TV programı ile misafir olurum size” dedi. Bir de tüm şarkı sözlerinin ve şiirlerinin bir dostu tarafından bir araya getirilip önümüzdeki günlerde kitap yapılacağını haber etti.

“Sadık bir dost bulup yaşa / onun dışındakiler boşa / elin aklıyla gezen başa / binbir türlü hal gelir…”

Belki daha çok diyeceği vardı bize Neşet Ertaş’ın. “Müessesenin bize verdiği süre dolmuş bulunuyor, kusura bakmayın” dedi giderken. Ayağa kalktı, sağ elinde iki saattir durmadan çaldığı bağlaması, sol elini önce yere sonra kalbine götürdü ve öptü. Başladığı gibi bitirdi usta: “Ayağınızın turabı, gönlünüzün hizmetçisi olurum…”

Yok, keşke biz hepimiz senin bu söylediklerinin takipçisi olsak be usta!

Sevgili Necip şimdi burada olsaydı, onu sırtıma alıp bu gece Neşet Ertaş’ı dinlemeye Açıkhava’ya götürseydim. Başka zaman dökemediği iki damla yaş akardı gözlerinden sanırım.

Bu gece anladım onun gözlerindeki ışığı kimlerden aldığını. Ve o ışığın bin yıldır nasıl da parıldadığını… (BA/HK)

Not: Bu yazı Neşet Usta için iki yıl önce konser sonrası kaleme alınmıştı.

EN SON EKLENENLER