Alevilere Tekke ve Zaviyeler kanunuyla yeni bir tuzak kuruluyor

Dr. Hüseyin DEMİRTAŞ

Pek çoğumuz farkında değil ama Alevilere yine belli çevreler tarafından yeni bir tuzak hazırlanıyor. Bu tuzağın adı, 30 Kasım 1925 tarihinde Atatürk’ün Devrim Yasaları kapsamında çıkarılan 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun kaldırılmasına yönelik şimdilik utangaçta olsa başlatılan girişimlerdir. Gariptir ki, bu yasanın kaldırılması, cem evlerinin ibadethane sayılması bağlamında ve bizzat Aleviler tarafından gündeme getiriliyor. Konu en son 21 Kasım’da Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun’un verdiği Muharrem “iftarı”nda yaptığı konuşmada dillendirildi ve yemeğe katılan Devlet Bakanı Bekir Bozdağ da bunun üzerine yasanın kaldırılabileceği sinyalini verdi. Gerçi AKP Hükümeti bütün Devrim Yasalarına olduğu gibi bu yasaya da savaş açmış durumda. Ancak her nedense Tekke ve Zaviyelere getirilen yasağı kendileri bizzat pek gündeme getirmezken, daha çok AKP’ye yakın Fermani Altun benzeri Alevi şahıslardan yararlanıyorlar.

Hakkını yemeyelim, Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı ve aynı zamanda Alevilik-Bektaşilik konulu birçok araştırma ve makalesi bulunan Müfit Yüksel de, yemekte yapılan konuşmalara ve Bakan Bozdağ’ın Altun’un teklifine gösterdiği ilgiye dikkat çeken 24 Kasım tarihli bir makale kaleme aldı. Yazısında yıllardır Sünniler yanında Alevileri de mağdur eden bu yasağın kaldırılması için mücadele ettiğini ifade eden Yüksel, Tekke ve Zaviyeler üzerindeki yasağın yürürlükten kaldırılmasıyla, zaten fiilen faaliyet gösteren Nakşibendîlik, Kadirilik, Halvetilik, Cerrahilik gibi Sünni tarikatlarla birlikte, Bektaşiliğin de rahatlayacağını öne sürüyor. Bu yasayla yukarıda adı geçen Sünni tarikatlara ait olanlarla beraber Bektaşi tekkelerinin de kaldırıldığının altını çizen Yüksel, Alevi ve Bektaşilerin kullandığı dedelik, seyitlik, halifelik, mürşitlik, babalık, çelebilik benzeri unvan ve sıfatların kullanılmasının da yasaklandığına işaret ediyor.

Müfit Yüksel yazısının devamında, “Son yıllarda büyük kentlerde birbiri ardına açılan cem evleri, 677 sayılı yasa engeli yüzünden dergâh ve zaviye statüsünde açılamamakta, dolayısıyla ‘İslâm’dan ayrı bir dinin tapınağıymış’ algılamasına sebep olmakta, bu anlamda İslam dışı bir zemine itilme tehlikesi doğurmaktadır” cümlesiyle baklayı ağzından çıkarmaktadır.

İşte Alevilere hazırlanan tuzak bu cümle içinde kendisini açığa vurmaktadır. Malum gerek Aleviler gerekse de, başta CHP olmak üzere Kemalist ve laik kesimler Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili kanunun yürürlükten kaldırılmasına şiddetle karşı çıkıyorlar. Buna gerekçe olarak, AKP’nin cem evlerini bahane ederek bu yasağı kaldırıp, asıl Sünni tarikatları yasal hale getirmeyi ve Türkiye’yi bir adım daha şeriat devletine götürmeyi hedeflediğini ileri sürüyorlar.

Ayrıca Ehl-i Beyt Vakfı’nın verdiği yemeğin ardından, Alevilerin cem evleriyle ilgili taleplerinin karşılanabilmesi için bu yasanın kaldırılması gerektiği yönünde açıklama yapan Bekir Bozdağ, “CHP gelsin bunu konuşalım” demişti.  Arkasından AKP’li bazı milletvekillerinin CHP’nin Alevi milletvekili Sabahat Akkiraz’ı ziyaret ederek, “Yasanın kaldırılması için teklifi siz verin, biz destekleyelim. Cem evi sorununu da çözelim” dedikleri ortaya çıktı. Alevi örgütlerinden bu hazırlığa karşı yapılan açıklamalarda da Bakan Bozdağ’a, “Biz bu oyuna gelmeyiz” ve “Cem evlerini bahane edip bizi kullanmak istiyorsunuz” denildi.

***

Peki, tuzak diyoruz da, tuzak ve hile bunun neresinde?

Şurada; aslında cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesinin önündeki en büyük engel Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair kanun değildir. Çünkü tekke ve zaviye kavramı Alevilikte mevcut değildir. Aleviler cem yaptıkları mekâna hem tarih boyu hem de günümüzde, kutsal bir anlam atfetmedikleri gibi, buraları “pirevi”, “meydanevi” ya da “dergâh” diye isimlendirmişlerdir. Kaldı ki zaten cem evlerinin resmen ibadethane kabul edilmesinin önündeki engellerin başında da, söz konusu yasadan çok Türkiye’yi yönetenlerin zihniyet sorunu gelmektedir. Bu tekçi zihniyetin başını da hükümet, Diyanet ve yargı çekmektedir ve ortak yorumları, cem evleri camiye eşit ve denk konumda bir ibadethane olamaz ve kabul edilemez şeklindedir. Buradan hareketle de, cem evlerini bir ibadet yerinden çok tarikatlara has tekke ve zaviye kurumlarıyla bir tutarlar. Aslında bunu da tam yapmazlar. Aksine bu zihniyetin mensupları Aleviliği tarikat olmaya bile layık görmediklerinden kendileriyle de çelişirler. Çünkü Alevilik onlara göre, tarikatın da altında, İslam’ın bir alt-kolu ve meşreptir. Haliyle alt-kol, meşrep olunca da ana gövdenin yani İslam’ın Şii’siyle Sünni’siyle ortak ibadet mekânı sayılan cami ve mescitler otomatikman Alevilerin de ibadet yeri ilan edilir. Hâkim İslam yorumuna göre cami-mescit, bir kere ortak ve birincil ibadethane sayılınca da, ikincil nitelikteki tekke ve zaviye gibi mekânlara doğrudan ve öncelikli bir ihtiyaç kalmaz.

Dolayısıyla Alevi ibadet ve erkânının yürütüldüğü cem evleri kendiliğinden gereksiz ve lüzumsuz hale gelir. Bu yorumdaki gizli amaç ise Sünni tarikatların camiden sonra vazgeçilmez ayin ve zikir mekânı olan tekke ve zaviyelerin üzerindeki yasağı kaldırmaktır. Yani bir taşla iki kuş vurulmak istenmektedir. Böylelikle aslında yerine getirmeyecekleri cem evlerinin statüsünü tanıma vaadini öne sürerek, Tekke ve Zaviyeleri yasaklayan kanun iptal edilecektir. Tarikat sınıfına bile sokulmayan Alevilik ise görmezden gelinecek; zaten fiilen bu kanunu çiğnemiş olarak faaliyetlerini sürdüren pek çok Sünni tarikatın önü açılacaktır. Hatta yasağın kaldırılmasıyla 1925’te el konulan mülk ve vakıflarına tekrar kavuşabilecekler ve kendilerine çok geniş bir rant alanı doğacaktır.

Cem evlerinin payına ise buradan ibadethane olmak yerine sadece tarikat zikir ve ayinlerinin yapıldığı mekân sayılan tekke ve zaviyelere eş iğreti bir denklik statüsü düşecektir. Ancak bu yeni statü pratikte hiçbir işe yaramayacaktır. Zira Tekke ve Zaviyelerin kaldırılmasına dair kanunun çıktığı 1925 tarihinde, şehirlerde cem evi benzeri mekânlar henüz oluşmadığından, Alevilere iade edilecek neredeyse hiçbir mal-mülk ve vakıf bulunmamaktadır. Az da olsa mevcut olanlar ise Bektaşilere aittir. Üstelik onlara mülkleri iade edilse bile Sünni tarikatlarla karşılaştırılınca devede kulak miktarında kalmaları bir yana, aslında bu durum Alevileri ve Aleviliği de doğrudan pek ilgilendirmemektedir. Zira Alevilik hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde resmen tanınmamıştır. Üstelik sürekli büyük baskı, takibat ve katliamlara maruz kalan bir inancın mensuplarının da, kendilerini cellâtlarının önüne gönüllü atan bir yaklaşımla “Burası bizim ibadethanemizdir” diyerek cem evi benzeri kayıtlı mekânlarının olması da beklenemez!

***

Diğer taraftan bazı köy ve kasabalarda Alevilerce cem yapmak için kullanılmış mevcut gayri resmi tarihi mekânlar ise zaten o dönemde resmi bir kurumda kayıtlı olmadıklarından Tekke ve Zaviyelerin kaldırılmasına dair kanundan doğrudan etkilenmemişlerdir ve varlıklarını gizli de olsa fiilen günümüze kadar sürdürmüşlerdir.

Özetle cem evlerine statü kazandırılması bahane edilmek suretiyle, tekke ve zaviyeleri yasaklayan ve kaldıran Devrim Yasalarının en hassas olanlarından birinin kaldırılmak istenmesi, cem evlerine ve dolayısıyla Aleviliğe büyük bir darbe vuracaktır. Eğer bu kanun yürürlükten kaldırılırsa, artık cem evlerinin, cami, kilise ve sinagoglarla eşit bir ibadethane statüsüne kavuşması hayal haline geleceği gibi, buralar ibadethanedir demenin zemini bile tamamen ortadan kalkacaktır. Hatta böyle bir iddiayı sürdürenlere ceza bile verilebilecektir. O takdirde cem evleri, tekke ve zaviyelerle yalnız görünüşte eşit bir yapıya kavuşacağından, yine birincil (primary) değil ikincil-tali (secondary) bir dini mekân seviyesinde kalmaya mahkûm olacaktır.

Nitekim cem evlerinin bu yolla elde edeceği belirsizlik vasfını hala koruyan bu statü sayesinde, “Gidin İslam’da birinci derecede önemli, temel ve farz bir ibadet kabul edilen namazlarınızı camilerde kılın, arkasından da isterseniz bizim ayin-zikir saydığımız erkânlarınızı cem evlerinizde yerine getirin” denilerek, Alevilere yine cami ve mescitlerin yolu gösterilmeye devam edilecektir. Sonuçta yine mevcut statüko değişmeyecek, aynı hamam aynı tas yerinde kalacaktır. Bir de üstüne üstlük, devlet ve belediyeler imar planlarında sadece cami, kilise ve sinagoglar için bir yer gösterebildiklerinden ve de dolayısıyla cem evi bu yeni statüde de şimdiki gibi adı geçen ibadethanelerle eş ve eşit sayılmayacağından, yine devlet nezdinde üvey evlat muamelesine tabi tutulacaktır. Belediyeler hala cem evi için arsa tahsis etmeyecek, mevcut olanların statüsünü tanımayacak; elektrik, su ve diğer altyapı giderlerini karşılamayacaktır.  Öyle ya, cem evleri yeni yasal düzenlemede de resmen ibadethane kapsamında değildir. Ya nedir onların cem evine biçtiği yeni rol? Cem evi özele aittir. Tekke ve zaviye gibi dinen zorunlu olmayan, isteğe bağlı faaliyetlerin yürütüldüğü kültürel bir mekândır. O nedenle bir hak iddiası durumunda kolaylıkla çıkıp, “Nasıl ki, diğer tarikatlar tekkelerini kendi öz kaynaklarıyla yürütüyorsa, Aleviler de öyle yapsın” denilecektir. Kısaca devlet olası bu yeni konumda da, sadece birincil ibadet mekânı saydığı camilere ve mescitlere desteğini sürdürecek; cem evleri özel ve keyfe keder yerler sayılarak yine şimdiki gibi mevcut sorunlarıyla baş başa kalacaktır.  İşte Fermani Altun gibi bazı Aleviler, bu oyuna alet olarak, cem evlerini ibadethane sayılmayacak bir konuma getirmek isteyenlere kendi elleriyle büyük katkı sunmaktadırlar.

***

 Öte taraftan kendilerini ister Müslüman saysın ister saymasın Alevilerin ezici çoğunluğu, cem evlerinde yürüttükleri erkânları geçmişte ve günümüzde her zaman birincil ve temel ibadet saymış; camileri kendilerine hitap etmeyen hatta sürekli aleyhlerinde faaliyet gösterilen yabancı birer mabet olarak görmüşlerdir. Aleviler arasındaki bu olgu ve algılayış, tüm eritme ve yabancılaştırma çabalarına rağmen çok canlı ve görünür bir şekilde varlığını sürdürmekteyken, hem camiye hem cem evine giden Alevilerin oranı hala çok küçüktür. Üstelik böyle davranan Aleviler, çoğunluk tarafından dışlanmakta ve Sünniliğe geçiş yapmanın ön aşamasında bulunan yolunu şaşırmış zavallılar (Proto-Sünniler) olarak görülmektedir.

Şüphesiz ki, Aleviler için camiye gidip namaz kılmak, bırakın birincil, temel ve öncelikli bir ibadet olmayı, böyle inanıp yaşamak ibadetten bile sayılmaz. Bu toplumsal gerçeklikte sonradan olma, yani arızi bir şey değil, Aleviliğin kendine has bir özelliğidir. Aleviler ve Alevilik cem evini kutsal bir mekân olarak görmez. Normalde cem müsait ve temiz olan her mekânda yapılır. Ancak günümüzde böyle mekânlar, eskiden kırsalda olduğu gibi değişken ve geçici olmaktan çıkmış, kentleşmeyle birlikte yerleşik ve kalıcı bir niteliğe bürünmüştür. Bu da resmi tanınma ve kabul edilme ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Devlete ve onu yönetenlere düşen görevse, Alevi inançlı vatandaşlarının, bu ihtiyacına en iyi şekilde bir karşılık vermek ve bu gerçekliği eğip bükmeden olduğu gibi kabul eden yeni bir yasal ortam hazırlamaktır. Bu konum ise ancak ve sadece cem evlerinin, cami ve mescitlerle aynı ve eş değerde bir ibadethane olarak resmen tanınmasıyla mümkün olabilecektir.

Kaldı ki, gerçeklerden bir süre kaçabilirsiniz ama bunu ebediyen devam ettiremezsiniz. Tekke ve zaviyeleri tekrar yasal ilan etseniz de, Aleviliğe ruhuna aykırı tanımlar getirseniz de, bütün bunlar cem evlerinin yaşadığı mevcut yasal boşluğu ve statü belirsizliğini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Sonuçta Alevilerin cem evlerini kendi algılayış ve kabul ediş biçimlerinin tersine her arayış hüsrana uğramaya mahkûmdur.

***

O halde sorunun çözümü, Aleviliği İslam’dan az veya çok etkilenen yönleri bulunmakla birlikte kendine has –sui generis-  inanç, itikat, ibadet ve pratikleri olan bir öğreti olarak kabul etmekten geçiyor. Keza cem evleri de bu Anadolu’ya özgü inanç biçiminin özgün ibadethanesidir diye resmen tescil edilmelidir. Zira camisiz Alevilik olur/oldu/oluyor ama cem evi olmadan Alevilik olmaz ve varlığını sürdüremez. Cemlerin icra edildiği cem evi Aleviliğin olmazsa olmaz bir şartı ve kurumudur. Bunun en büyük kanıtı da, gidin Alevi köylerine, yasak olduğu halde cem yapılmak için kullanılan şahsa ait veya ortak kullanılan çok sayıda yapı bulabilirsiniz ama adı cami olarak geçen hiçbir mekâna rastlayamazsınız. Bulduklarınız ise Hacıbektaş’taki gibi genellikle sonradan yapılmıştır ve cemaatsiz camilerdir.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Alevilerin somut gerçeklikleri kabul edilmeyecekse, sorunlarının çözümü için en kolay adımlar bile atılmayacaksa söylenen ve yapılan her şey laftan ibaret kalır. Çözümsüzlük ve gerginlikler devam eder gider…

Tekke ve zaviyelerin yasağının kaldırılmasıysa, ancak Türkiye’yi laiklikten daha da uzaklaştıran ve şeriat devletine yaklaştıran bir adım olmaktan öte bir işe yaramaz. Tekke ve zaviyeler üzerindeki yasak illaki tartışılacaksa da, ki ben tartışılmasından yanayım, bu cem evleri üzerinden değil bir başka zeminde yapılmalıdır. Zira Alevilik bir tarikat olmadığı gibi cem evleri de tekke-zaviye cinsinden ikincil-tali bir ibadethane değildir. Cem evleri aynen cami-kilise-sinagog gibi Alevilerin birinci dereceden eşit ve eş ibadethaneleridir.

Kesin olan şu ki, tam da buradan hareketle Aleviler, bunun aksini iddia edenlere, “Sen bunları külahıma anlat. Git işine be kardeşim!” demeye inatla devam edecek gibi görünüyorlar.

EN SON EKLENENLER