Melûli’nin Yaşam Öyküsü

MeluliKaraca Hüseyin ERBİL

Melûli’nin babası Raşo, Malatya’ın Hekimhan İlçasinin Engizek Köyünde doğup büyümüş.

Köyün toprakları taşlı, kıraç ve verimsizdir.Köy Çoğraş Aşiretine bağlı; ama gel zaman, git zaman aşiret büyür, çoğalır ve hem kendi içinde kollara ayrılır, hem de zaten verimsiz topraklar o kadar insana yetmez olur.Bu nedenle aşiret içinde çatışmalar başlar ve insanlar daha rahat yaşayabilecekleri başka yerler bulmak üzere köyü birer, ikişer terk ederler.

O dönemde (1870’lı yıllar) henüz yerleşilmemiş yurt edinilebilecek yerler kıyamet gibidir . Böylece Çoğraş aşireti uçtan uca dağılır. Kimi Gürün’e Kimi Afşin’e(Yarpuz)gider, ağaların yanında maraba iş bulur köyler kurarlar.

Raşo, Kürt boylarından Çoğraş (Cawraş) Aşiretinin Şüştü(yıkanmış,arınmış) ler kolundandır.Raşo’nun babası Derviş Mehmet, Onunda babası Kel İsmail’dir. Raşo, evlenme çağına geldiğinde aynı aşiretten Senem’le evlenir, ama aşiret içinden ayrılmak zorunda kalır ve Gürün’ün Elmalı köyüne gider.Bir yıl buradan kaldıktan sonra Afşin(Yarpuz)’in Arıstıl (Bakraç) köyüne gider.Ancak oradan da uzun süre kalmaz ve Afşin(Yarpuz)’in Kötüre köyü’ne yerleşir.

1880’li yıllarda Kötüre Köyü her tarafı ormanlarla kaplı bakir bir arazi idi.Toprakların sahipleri Afşin(yarpuz) de Ağalar namıyla anılan kabilelerdi.

Çok geçmez Raşo ile Senem’in Bange adında bir kız çocuğu dünyaya gelir.Daha sonra Raşo Hatun ve Fatma ile evlanir.Hatun’dan Gülsüm, Karaca(Melûli), Cuma, Memik, Şâre, Parre, Fatma’dan Çoro, Rahim, Fatma, Ali, Hassık dünyaya gelir.

Karaca(Melûli) 1892 yılında dünyaya gelir.Karaca’nın çocukluğu köyde geçer, 7-8 yaşlarına kadar köye gönderilmiş Arap Hoca adında bilgili bir adamın eğitimiyle Arapça okuma-yazma öğrenir.9-10 yaşlarında babası onu Afşin(Yarpuz) deki aile dostu Ermeni Penes’in yanına verir ve Karaca Ermeni Mektebinde tahsile başlar.

Ermeni okulunda Arapça-Ermenice, Matematik ve Edebiyat öğrenir ve Dinleri inceleme fırsatı bulur.Yıl 1915’e gelindiğinde Osmanlı Tehçir Kanunu gereğince tüm Ermenileri yerlerinde göçürür ve Karaca’nın yanında kaldığı Ermeni ailede bu göç eder ve bir daha haber alınamaz.

Karaca’nın çocukluğunun geçtiği bu Ermeni ailenin evi 1960’lı yıllarda Afşin İlçe Cezaevi olarak kullanılır ve hayatın cilvesine bakın ki, Karaca daha sonra ki yaşamında cezaevine düştüğünde 4-5 ay bu evde mahpus olarak yaşadı.

Ermeni Mektebindeki tahsilinin bitimine doğru 18-20 yaşlarındadır. Okul zamanı Afşin’e gitmekte, yazın boş zamanlarda okuyarak avlanarak vakit geçirmektedir.Karaca Çiftte-çubuk ta çalışmaz rençberlik ona göre değildir.Karaca, 10-12 yıl Ermeni okullarında yaptığı tahsil neticesinde Arapça ve Ermenice’nin yanı sıra Farsça ve Osmanlıca’yı da anadili gibi bilir.Bu dil yeteneği sayesindedir ki, tarih, felsefe ve din üzerine zengin bir okuma-inceleme olanağı bulmuştur.

20 yaşlarına geldiğinde babası Raşo Ağa artık köyün en zengini ve ağası olmuştur. Ama ondan daha çok kendisini oğlu gibi seven dayısı Ali, Karaca’yı evlendirmek isterler çevrede gösterilen kızların hiç birini beğenmez Karaca:”Benim için boy bos, yüz güzelliği, mal varlığı hiç önemli değildir.Yeter ki birbirimizi sevebilelim ve inandığımız yolda birlikte yürüyebilelim. Oysa sizin bana teklif ettiğiniz kızların hepsini tanıyorum ve hepsi de gösterişe, zenginliğe, süze düşkün insanlardır.Ben onlarla mutlu olamam.” Der.

Sonra günlerden bir gün Ali dayısı ona Gürünün Konakpınar köyünde Apo kâ’nın kızından söz eder. Karaca teklifi kabul eder ve kızı görmeye giderler ve Karaca kızı beğenir ve birkaç zorluktan sonra Apo Kâ’nın kızıyla Karaca evlenir ve kızı alıp köyüne döner.

Yaşam bir yandan böyle devam ederken Karaca aile içerisinde evin mali hesaplarını yapar.Alacak verecek defterlerini tutar.Şehirdeki işlerle uğraşır.Ne var ki, babasının çevresi oldukça geniştir; dağda gezen eşkıyalarla yakın ilişkisi vardır, mal çalıp götüren hırsızlar evine uğrarsa onlara yatak-yemek verir mallarını birkaç gün orada gizlemelerine yardımcı olur, zorla kız kaçıran olursa onlara sahiplik eder vs. vs. … Karaca babasının bu davranışlarını tasnif etmemekte ve babasını bu konudaki düşüncelerini babasına söyler ve babasını uyarmak ister.Babası Karaca’nın sözlerine kızar ve aldırış etmez. Bunun üzerine Karaca baba ocağından ayrılır. Köyde kalacak başka bir ev bulur ve ekmeğini kazanmak için ortakçılık yapmaya başlar ama bu konuda pek becerikli değildir Köylülerin yardımlarıyla o yıl ki geçimini zorlukla temin eder, ama başka yerlerde ekmek kapısı aramak zorunda olduğunu da anlar.

Ertesi yıl Ali dayısının yanında ticaret hayatına atılır. Yanlarında Serkizçayırlı Kıyno(Mustafa Yılmaz) ile Sefil Ali çoban olarak bulunmaktadır. Böylece Karaca’nın hayatında yeni bir dönüm notası başlamış olur. Dürüstlüğü ve güvenilirliği sayesinde kısa sürede herkes tarafından fark edilir ve işinde başarılı olmaya başlar. Halep’e, Erzurum’a kadar geniş bir çevrede ticaret yapar(Koyun sürüsü alıp-satar).

Bu arada Karaca artık araştırmalarını tamamlamış, Karaca yirmi beş yaşında Dayısı Ali’nin etkisiyle Bektaşilik tarikatına girmiştir. Karaca Bektaşilik Tarikatına girmiş olmasına rağmen Dedelere karşı çıkması, onların Peygamber soyundan gelme düzmecelerini belgeleriyle açığa çıkartıp, halk içerisindeki sahte davranışlarını eleştirir. Bektaşilik tarikatını hurafelerden, şekilci davranışlardan arındırmaya başlar ve hayatın gerçeklerine uyan yeni felsefi donanımlarla süsler. Kültürü, bilgisi ve insanlar karşısındaki etkin davranışları onu sevmeyen, ona düşmanlık ve buğz eden insanlarda bile korkuyla karışık, bir saygınlık yaratır. Tarikata girmek demek, elbette, bir Pîr’e bağlanmak demektir; ama Karaca’nın böyle bir Pîr’i olmaz ona Pîr’inin kim olduğu sorulduğunda “Hacı Bektaşı Veli’nin bizzat kendisidir” der. Babasından ayrıldıktan sonra iki kardeşi Cuma ve Memik’te onu izleyerek Abilerinin yanına gelirler. Kendisi ticaretle uğraşırken onlara ev işlerine bakarlar. O yıl Karaca Dayısı Ali’yi kaybeder ve bundan sonraki ticaret hayatına Kıyno ve Ali dayısının oğlu Hasan ile devam eder ve gerçek bir komin hayatı yaşmaya başlarlar. Karaca’nın eşi Bağdat ile Kıyno’nun eşi Goşe bu komin yaşamına uyum sağlarken Hasan’ın eşi uyum sağlayamaz ve ayrılır . Bunun üzerine Hasan Meyrem’le evlenir.Bu üç ailenin aynı evde sürdürdükleri ortak yaşam tam 12 yıl sürer. 12.yılın sonun da Goşe’nin ani ölümüyle bu maddi-manevi ortak yaşam sona erer. Goşe’nin ölümü üzerine geride kalan üç çocuğu(Bağdat, Hüseyin ve Zeynel Abidin) Karaca tarafından evlat edinilir.

Goşe’nin ölümü Karaca için ağır bir darbe olur. 20’li yaşlarda başladığı şiir hayatının “Seyfeti” yada “Heybeti” biçimindeki mahlasını Goşenin ölümü üzerine Melûli olarak değişitirir. Böylece Melûli doğar.

Artık geçmişin acılarının unutulduğu bir sırada büyük oğlu Hüseyin Kimliği bilinen, ama şahit olmadığı için asla ispatlanamayan bir suikaste kurban gider(1958). Bu Melûli için son derece büyük bir acıdır. Bu olay neticesinde ortaya çıkan karışıklıklardan dolayı Melûli’de 4-5 ay Afşin Cezaevi’nde yattıktan sonra Elbistan’a gönderilir ve orada (2,5)iki buçuk yıl cezaevinde kalır. Çıktıktan sonra eski yaşamına devam eder. Yaşamının ortalarına doğru köyün en zengin kişisi konumuna gelmiştir. Buna rağmen son derece gösterişsiz, sade hatta yoksul denilecek bir giyim-kuşamı vardır. Çocuklarına, eşine, ailesine her türlü harcamayı yapar ama kendisine gelince, “Temiz olsun da, eski olmuş, yeni olmuş ne fark eder” der.

1981 yılında faşist cuntanın doğrudan denetimi altındaki ünlü Kahramanmaraş sorgulamaları sırasında 89 yaşında olmasına rağmen sorgulanmak üzere götürülür ve işkence görür. Buna rağmen 97 yıllık ömründe ne bu olayda ne de başka olaylarda haklı gördüğü hiç bir davasından taviz vermemiştir. Hatta kendisi zor durumdayken bile başkalarını teselli etmiş onlara manevi güç vermiştir.1986 yılında eşi Bağdat’ı kaybeder. Eşinin ölümünden dolayı son derece üzülür ve yıl 1989‘a geldiğinde hayata gözlerini yumar.

Ölümünden hemen bir ay önce Arap alfabesiyle kaleme aldığı “Hayatım Yazısı” başlıklı 7(yedi) sayfalık yazısında son sayfayı şöyle bitirir:”Bu gün 97 yaşıma girdim: Gerçek muhabbetim arttı; aklımda batıl güçlere karşısında zerre kadar sarsılmadı” Reşit yaşım bu; hayatım böyle geçti. Ve bütün Ehl-i Beyt dostlarına âhir dünya son nefesine kadar içleri Ehl-i Beyt’in muhabbetiyle dolu yaşamalarını dilerim.Amin-Hayatımın Sonu.97 yıllık bir yaşam böylece sona erer.
Bektaşilik felsefemiz yolumuz

Cahillerden gizlen dedi ulumuz

Lanet okur yalancıya dilimiz

Yalanın başını vurdukta geldik

Bektaşi’yim diyen hepsi olamaz

Sazın sözün bilir özün bilemez

Namert tamah bu meydana gelemez

Cömertlik sofrasını serdikte geldik

İkrar verdik bir mürşide bağlandık

Hayli zaman eğitildik elendik

Nice nice sınav gördük denendik

Bir çok imtihanlar verdik de geldik

O vakit açıldı birlik yolları

Rıza bahçesinin gonca gülleri

Hak hak diye söyleşirdi dilleri

Hakkı burda hazır gördük de geldik

Melûlim soyun gel üryanlık budur

Hak için kesilen kurbanlık budur

Eski evi yaktık viranlık budur

Külünü rüzgara verdikte geldik

***

Melûliyim bu pazarım

Gayriye yok nazarım şah

Hüseyin der gezerim

Gayrıya minnetim nedir

EN SON EKLENENLER