Dersim’de kadın olmak

dersim_kadinAysel DOĞAN

Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) kadın meclislerinin çağrısıyla, Amed’de 15 Nisan 2013 günü toplanan Kürt kadınlarının genişletilmiş toplantısından sonra, basında yer alan sonuç bildirisinde alınan kararlar, oldukça anlamlı olmakla birlikte, Dersim’deki kadın korucuları vazgeçirilmeleri için Barış Anneleri ve MEYA-DER’in Dersim’e gitme kararlarını anlamak ve anlam vermekte zorlandım.

Dersim’de korucu kadınların olup olmaması tartışması bir yana, 100 yıldır ırkçı faşizan zihniyet Kürdü Kürde kırdırma politikasının son 30 yıllık tarihinde bir dayanılmaz gerçekliği başta Kürt kadını olmak üzere, halkımızı inciten laneti, bu biçimiyle ele alma ve çözüme iyi niyetten öteye, kadın olmanın, ana olmanın kadın bilincinin yarattığı özgürleşme özlemi, sevginin, barışın, duygusal dışa vurumu olarak yansımaktadır.

Dersim’den 20 yıl uzakta kaldım. Bu süreçlerde mücadelenin diğer alanlarındaydım. Bu 20 yılın son 10 yılında zindandaydım. Ancak bu uzun zaman içerisinde de Dersim’i uzaktan yaşadım ve izledim. Yine zindandan çıktıktan sonra, iki yıl Dersim’de kaldım. Kurucusu da olduğum Dersim İnanç Akademisi’nde faaliyet yürütüyordum. Son iki yıldır da, yürüttüğüm Akademi faaliyetlerinden dolayı zindandayım. Bu iki yıl süresince gerek ailemle görüşlerde, gerekse basından Dersim’deki gelişmeleri izlemeye çalışıyorum.

Dolayısıyla, Dersimli kadınların koruculuk yapmak için -dün olduğu gibi- bu süreçte de devlete bir müracaatları olmamıştır. Kaldı ki, bu, öyle kolay da değildir. Dersim Kürt kimliğiyle olduğu kadar Kızılbaş-Alevi kimliğiyle de çok daha fazla devletin zulmüne uğramış; ancak inkar ve asimilasyon denilen faşizan uygulamalara da boyun eğmemiştir. Bu direnişlerde, Dersim kadını hep öncülük yapmıştır. Kızılbaş Aleviliğin sosyal, siyasal yaşamında kadının oldukça özgün eşitliğe dayanan bir yeri vardır. Kızılbaş Alevilikte kadın, sadece ana olarak değer görmez. Kadın olmanın kendisi bir denge ve barışın dokunulmazlığıdır. Bundandır ki, kadın kavganın nedeni olmadığı gibi kavgayı sonlandıran bir güçtür. Şimdi, Dersim kadın gerçekliğiyle, bu kararı aldıran korucu sistemini nasıl buluşturup izah edeceğiz? Alınan kararların toplumda bir karşılığının olması gerekiyor.

Aynı tarihlerde, Türk medyasının devlet yardakçılığıyla savaştan beslenen ve savaşın hizmeti için yemin eden birçok gazetede ve TV kanallarında da gösterime sokulmuştu. “Dersim’de korucu kadınlar” başlıklı haberde genç bir kadın kucağında bebeği, omzunda keleşli fotoğrafıyla süsleniyordu. Film sahnesi gibi, günlerce gündemden, gazete ve TV haberlerinden düşmedi. Fotoğrafın altında, son 30 yıldır en berbat, en rezil bir dille koruculuğu tanımlayan mehmetçiğin can yeleği, iz sürücü kadınlar olarak yapılan propaganda…

Faşizmin böl-parçala-yönet, tüket-yok et politikalarının Türk versiyonudur uygulanan koruculuk sistemi. Yüz yıldır Kürt halkı, Kürt coğrafyasında uygulanan, sonuç almayan ve almayacak bu çirkefliğin, yasallığının son demlerinden yeniden gündemleştirmek, faşizan ırkçılığa suçüstü yakalanmışlığının telaşıyla, işlediği insanlık suçlarına suç ortaklığını tez elden ilanıdır. Aynı hileyi Ermeni soykırımı için de yapmışlardı. Bir-iki Kürt aşiretini silahlandırarak, düşkünleştirerek kurulan Hamidiye Alayları’na yüklememişler miydi? Bu insanlık suçunu işleyen ortadayken kim inanmıştı ki, ayıptır, günahtır. Devlet mızrak gibi kendini inceltse de, sığar mıydı çuvala bin yılların günahkarlığıyla. Bu rezillik, bu rezilliğe başvuranları kurtarır mı? Günümüzde de, 100 yıldır intikama dönüşen soykırımın son 30 yıllık sürecinde işlenen cinayetler, yakılan, yıkılan köyler ortadayken ve yara da halen kanıyorken, 100 binlere ulaşan ve zora dönüşen ekonomik baskı, korkuyla kendine yabancılaştırılan, ihaneti örgütleyen korucuların üzerine mi yıkacak? Kürtler, Kürtleri öldürdü mü diyecekler? Görünen bu olsa da, Dersim’i işaret etmeleri, Dersim Kızılbaş Aleviliğinin hassasiyetleri üzerinden kurgulanması tesadüfi değildir. Alevileri hedefleyerek incitmek, Kürt Özgürlük Hareketi’yle, demokratik hak ve adalet mücadelesinin bütünleşmesini engelleyerek, hileyle, ne koparırsam kardır, mantığıyla gündeme sokmuştur.

Tarih, ne bu devletin yalan seyir defteriyle ne de devletin her türlü yalanı ve katliamlarıyla beslenen yardakçılıkta ustalaşan medyasının özel savaş haberlerinden yazılıyor. Olsa olsa kendileri yazıyor, suskun tebaa haline getirilen iradeleri teslim alınanların kandırılmışlığı oluyor. Ve gerçek tarih, Kürt halkının demokratik hak ve özgürlük mücadele tarihinin, soykırıma karşı direniş ve kahramanlığının karşısında, insanlığın lanetiyle mahkum olacaktır.

Dersim Kürt coğrafyasının, Kürt halkının zulme karşı hak arayışı, Seyit Rızaların öncülüğünde son isyanın, katliamla-soykırımla bastırıldığı en masum acısıdır. Ve isyan, Alevilik inancını da hedeflediğinden dolayı en mazlumudur, dokunulmazıdır. Özgürlük hareketinin de içerinden filizlendiği bir direnişin, kadın şahsında kahramanlaşan tarihidir. Direnen, kahramanlaşan kadının ihaneti de işbirlikçiliği de söküp attığı tarihsel dönüm noktasıdır Dersim 1938 soykırımı. Her türlü korkuyu kadın şahsında yenmedir. Zalimin kendisine ulaşmaması, dokunmaması, onurunu korumak için kendini kayalıklardan Munzur’a bırakmanın ölüme meydan okuma cesaretidir. Zarife, Bese, Fecire’lerin mirasını yükselten Azime, Beritan, Zilan ve Sara’ların şahsında özgürleşen Kürt kadının tarihe Dersim’de düşen izleridir.

Devletin ırkçı politikaları

Yavuz’dan bugüne yaşanan ve isyanlarda zalimliğin somutlaşan soykırımıyla, Kürtleri ve tüm değerlerini silmek için hep aynı yöntemlerle yakıp yıktı. Coğrafyayı sürgünlerle insansızlaştırıp, Türkleştirmek için her isyan ve katliam sonrası, topraksız yoksul Türk aileleriniyerleştirdi. Devletin bu zorbalığıyla getirip yerleştirilen bir avuç Türk, devletin ırkçı politikalarının hem öncü karakolları, hem de mağdurları olmuşlardır. Ancak Dersim Kızılbaş Aleviliğinin ahlaki, vicdani inanç ritüelleri, buna geçit vermemiş, aşı tutmamıştır. Tam aksine, Çemizgezek -ki Yavuz dönemidir- Hozat ve Pertek’e yerleştirilen Türklerle, Kızılbaş Aleviliğinin hak yolunda yürüyen tüm insanların dokunulmazlığından sosyal yaşamından kirvelik, musahiplik gibi inançsal kutsallıklarla bağlar geliştirmiştir.

Söz konusu köyler, 1970’li yılların sonlarında Dersim’e devrimci hareketlerin girmesi ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin örgütlenmesi üzerine devlet tarafından muhbirleştirilerek ajanlaştırıldılar. Ancak devlet onları koruyamayınca göç ettiler. Ancak 1990’lı yıllarda Kürdistan’da Özgürlük Hareketi’nin öncülüğünde gelişen serhıldanlar karşısında çaresiz kalan devlet, Dersim’den göç edenleri geri getirip yerleştirdi. Yetmedi, camilerin minarelerini yükselterek, termal kameralar taktırdı. Camilerin hemen yanında, karakollar yapıldı. Bu aynı zamanda, yeni katliam ve savaş taktiklerinin halkı hedefleme politikalarıydı. Dahası Türk köylerini hedef haline getirerek halka yönelik katliamlara gerekçe yaratma politikalarıydı. Sözüm ona Kürt Kızılbaş Alevilerle Türk çatışması yaratmaktı. Bu politikaların yeni bir 1938 Dersim Soykırımı yaratamayacağını anlayınca köylüleri silahlandırıp koruculaştırdılar.

Dersim’de koruculuk, devletin kendilerini korumak adı altında silahlandırdığı birkaç Türk köyü ile başlatılmış olmakla birlikte, 2000’li yıllarda darbe meclisinde de yer alan ve mevcut tüm partilerden milletvekili seçilen şimdi de CHP milletvekili Kamer Genç Nazimiye (Qisle) ve Pülümür’de koruculuğu meşrulaştırma faaliyeti yürüttü: “Siz devletten daha zengin değilsiniz, devletten paranızı alın, kahvede oturun.” Devlet de güvenmedi, Kürt Alevi Dersimliye. Silah yerine, yakasına Mustafa Kemal ve bayrak rozeti takmakla yetindi. Muhbirlikten öte bir görev de vermedi.

Şimdi Pertek’te Dersim kadınının kahramanlığını hedefleyerek Kızılbaş Aleviliğinin dokunulmaz değerlerini kirletmek maksadıyla görüntülenen genç kadına gelince: Aşağı Sağman, Dersim Türk köyüdür. Köy, ortasında karakolu, yüksek minareli camii olan ve etrafı tel örgülerle çevrili 20-30 hanelik bir yerleşim yeridir. Dersim’de dağlara taşlara yazılan “Ne mutlu Türküm” demenin canlı örneği olarak duruyor. Dolayısıyla Kürdistan’da koruculuk ve koruculaştırılan Türklerin tarihi iyi bilinmelidir. Bu tarih, lanet bir tarihtir. Devletin siyasal politikalarının, soykırımın, ihanetin örgütlü milis güçlerinin üzerinde denenen ve başarıya ulaşan asimilasyon politikalarının kendine yabancılaştıran, birbirine kırdıran tarihidir. Irkçı faşist uygulama, korucuların da dünden bugüne insanlıktan çıkma sorunudur. Cinsiyetçidir, faşizandır.

Demokratik çözüm sürecinde, devletin kendini günahlarından temizlemesi, tövbe etmesinin ön koşulu, koruculuk denilen bu lanetli yöntemin özeleştirisini vererek ortadan kaldırmasıyla olacaktır. Barış süreçleri, savaş süreçlerinin sorgulanmasının kaçınılmaz gerçekliğidir.

Bu anlamda da, Demokratik Özgür Kadın Hareketi ve Demokratik Toplum Kongresi’nin kadın meclislerinin önünde, Kürt halkının öz savunma gücünün öncüsü olan Kürt kadınlarının özgürlük taleplerine sahip çıkarak geliştirmek, yaymak ve yükseltmek gibi tarihsel sorumlulukları vardır. İsyanlarda ve son 30 yıllık özgürlük mücadelesi içinde kahramanlaşarak özgürleşen Kürt kadınını ve Alevilik inancını hedef alan devlete, bu dokunulmaz değerlerimiz dert olsun.

Elbistan E Tipi Cezaevi

EN SON EKLENENLER