En iyisi Yavuz Sultan değil Muaviye köprüsü olsun

yavuz_koprusuVeysi Sarısözen

Cumhurbaşkanı, 3.Köprü’ye Yavuz Sultan Selim’in adını verdiklerini açıkladı.

Yavuz Sultan Selim kimdir?

Osmanlıya Halifeliği getiren ve Osmanlı İmparatorluğunu, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da genişleten padişahtır.

Belli ki, AKP, Türk devletinin bir “Sünni İslam-Türk devleti” olduğunu “simgelerle” kafalara yerleştirme konusunda ısrarlı. Aynı zamanda “yeni Osmanlıcılık” denilen, “bölgesel hegemonya” hedefini de bu yolla bir kere daha “hissettirme” yolunu tutmuş

Olabilir. Hayaldir. Hülyadır. Rüyadır. Diyelim ki, ütopyadır. Biz hayal kurma, hülyaya dalma, rüya görme, ütopya peşinde koşma özgürlüğüne bağlıyız. İster komünizm ütopyası peşinde koş, ister hilafetin geldiği günleri hayal et. Aynı zamanda gerçekçiyiz; şu kapitalizm dünyasında herkes hegemonya peşinde koştuğuna göre, bizim İslamcı da bölgenin hegemonyası için kolları sıvayacaktır. Özgürlük hayatın esası, hegemonyacılık da hayatın berbat bir parçası. Yavuz Sultan Selim köprüsünde “hilafet günlerini” hayal edip, “hegemonya günlerinin” hülyasına dalanlara, “size karşıyız” dışında diyecek fazla söz yok. Herkes “hayal ettiği müddetçe yaşar”…

Ama iş bunlarla sınırlı değil.

Yavuz Sultan Selim’in adı yukarda sayılanlardan başka özelliklere de sahip çünkü:

Birincisi, bir “darbeci”dir. Bir hükümete karşı değil, babasına karşı darbe yapmıştır. Padişahlığı, babası Beyazıt’a karşı yaptığı bir darbeyle ele geçirmiştir. Pek çok kaynak, daha sonra, tahttan vazgeçen babasını da zehirlediğini belirtmiştir.

İkincisi, ağabeyinin ve kardeşinin katilidir.  Her ikisini boğdurtmuştur.

Üçüncüsü, İslam aleminde Muaviye’den sonra ilk “mezhep savaşını” açan ve Alevi Türkmen Safevilerle savaşan ve savaş sonrasında “Kızılbaş katliamını” yapan padişahtır.

Bu son özellik, aktüel bölgesel gelişmeler bakımından çok anlamlıdır.

Bölgede bir “mezhep savaşı” tehlikesi büyüyor.

Bu “mezhep savaşının” bir tarafında İran, Suriye’de Esad rejimi, Lübnan’da Hizbullah ve diğer Şii-Alevi güçler, diğer tarafında Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye, selefiler, el Kaide, el Nusra ve diğerleri yer alıyor. Birincilerin arkasında Rusya, ikincilerin arkasında ABD bulunuyor.

Ve tam böyle bir bölgesel ortamda, 3. Köprü’ye, Şah İsmail’e, yani Hatayi mahlasıyla yazan büyük Alevi önderine karşı savaşmış, tarihin en büyük “Kızılbaş katliamını” yaparak onu yenmiş ve topraklarına el koymuş Yavuz Sultan Selim’in adı veriliyor.

AKP’ye akıl verenler, belli ki, son derecede sofistike yöntemlerle rakiplerini “provoke” etmeye çalışıyorlar.

“Hilafeti” getirenin adını köprüye vererek “Cumhuriyetçi ve laik” unsurları, içi boş bir “tarihi isim kavgasına” bilerek çekmek, hiç kuşkusuz “kurnazca” düşünülmüş bir kışkıtmadır. AKP, kendisine karşı ciddi bir muhalefeti, bu yöntemlerle, başından bire önlemiştir.

Bir süredir tüm kamuoyunu meşgul eden “alkol” kısıtlamaları da bu yöntemin bir parçasıdır. Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök günlerden bire nasıl bir “şarapçı” olduğunu anlatmakta, onun okurları, “Samatya’da rakı ziyafeti” için internette ilanlar vermekte. Böylece AKP, Türkiye’deki demokrasi ve çözüm saflaşmalarını çarpıtmakta, “içenler ve içmeyenler” gibi gülünç kutuplaşmalarla kamuoyunu oyalamakta.

Ne var ki, bütün bu gülünç oyalanlamalar ve “kavgalar”ın gerisinde, gerçek bir tehlike yatmaktadır; “Mezhep savaşları” tehlikesi…

AKP’nin, “alkol kısıtlamalarını”, toplumun sağlığı ve güvenliği gerekçesi yerine “İslamın şartı” olarak savunması Türkiye’de “Sünnilerle alevi-bektaşıler” arasında demagojik bir gerilim yaratmaya adaydır. Alevi ve Bektaşi geleneklerinde, Sünnilikten farklı olarak “alkol” konusundaki “liberal” yaklaşımı bilen AKP ideologları, “mezhepler arasındaki barışı” bu gibi demagojik “kavgalarla” bozmaya kalkışıyorlar. İstanbul’un, İzmir’in ve Ankara’nın “laik elitleri” ya da “içki içen aydınları”, genellikle “halk” arasında yaşamıyorlar. Kendi aralarındaki “modern gettolarda” yiyorlar ve içiyorlar. Buna karşılık, Alevi ve Bektaşi kitleleri, Sünni kitlelerle iç içe yaşıyorlar. “İçen-içmeyen kavgası”, elitlerin arasından halka indiği zaman, karşımıza işte bu, “mezhepler savaşının” ilk psikolojik basamakları çıkıyor.

Ve  şimdi 3.köprüye Kızılbaş katliamının en büyük sorumlusunun ismini vermek, bizim Anadolu kültürümüz açısından, bu köprüye Muaviye Köprüsü demekten farksız bir şeydir.

Başbakan ve arkadaşları, her fırsatta Suriye siyaseti bakımından, “mezhepçi” bir tutum içinde olmadıklarını söylemekteler.

Ne var ki, bütün işaretler tersini gösteriyor.

İnsanlar şimdi şu soruyu soruyor: Hükümet, Kürtlerle barış sürecini, “mezhep savaşlarına” hazırlık amacıyla istismar etmeye mi kalkışıyor?

Türk-Kürt barışını, “Alevi-Sünni savaşı”na alet etmeye, bilinmeli ki, en başta “Alevi, Şafi, Ezidi, Süryani ve diğer inançtan” insanların bir toplamı olarak Kürt halkı izin vermeyecektir.

Sizin kültür dağarcığınızda, baba ve kardeş katili, darbeci ve Kızılbaş katliamcısı bir sultanın isminden başka bir zenginlik yok mu?

Mesela bu köprüye”İbni Sina”nın, ya da “Farabi”nin ya da  “Ömer Hayyam”ın ismini verebilirdiniz. Ve köprünün ayaklarından birine de Hayyam’dan, iki yüzlü “mütedeyyinlere” hitaben terennüm edilmiş şu rubaiyi tunç bir levha üzerine yazabilirdiniz:

“Bir elde kadeh, bir elde Kuran;

Bir helaldir işimiz, bir haram.

Şu yarım yamalak dünyada

Ne tam kafiriz, ne tam müslüman!”

EN SON EKLENENLER