Laz Kimliği Üzerine

“Laz ” kime denir? Neden bütün Karadenizlilere “Laz” denir? Laz kimdir?, Lazların feodal, ekonomik yapıları; asimilasyon süreçleri, kültür/kimlik mücadelesi…

Laz halkı ve ilişkili “kimlik” meseleleri üzerine yazmak olaya dahil olan tarihi ve kültürel bazı gerçekler sebebiyle biraz zahmetli olabiliyor.Çünkü “Laz kimliği” derseniz eğer, birden fazla topluluk ve onların bu meseleye dair algıları, Lazların kendi bakış açıları ve “dışarıdaki” toplumların yaklaşımlarıyla olay katmanlı/çok yönlü, subjektif ile objektif olanın birbirine girdiği bir bulamaç halini alıyor, epeyce griftleşiyor.
Bu bizim yazıyı açış konuşmamız olsun.

“Laz ” kime denir?

Birden fazla, ayrı topluluğa “Laz” denir, deniyor. Şüphesiz, soruyu “‘Laz’ kime denir?” değil de “Laz kimdir?” diye sorsaydık -ki sonraki bölüm başlıklarından birinde onu da soracağız- yanıt tek ve belli bir topluma net bir işaretleme yapar şekilde olacaktı. Ancak biz şimdi kimlere “Laz” denildiğine ve kimlerin kendilerine “Laz” dediğine bir göz atalım.
“Laz” ortalama bir Türkiyeli için, en iyi ihtimalle Sinop’tan başlayarak -ki bunu Zonguldak’tan başlatanlar da vardır- Gürcistan sınırına kadar olan Karadeniz kıyı şeridindeki herkesi kapsayan bir addır, bu birinci “tanım”.
İki, Gümüşhane’nin kuzeybatısı “Laz”dır. Üç, Posof halkı, komşu halklara göre “Laz”dır. Dört, bütün Pontos Elenleri/Rumları, diğer Yunan/Elen/Rum milletine göre “Laz”dır. Beş, İspirliler ve Erzurum’un kuzeyinde dağınık bir şekilde yaşayan Hemşinliler, diğer Erzurumlulara göre “Laz”. Altı, Gürcistan’ın batısındaki Megreller “Laz”dır, hatta Acaristan-Guria insanları da öyle, o zaman yedi. Van’ın Pontos Rumcası anadilli Dönerdere köyü sakinleri “Laz”dır, sekiz. Dokuz, İran’da Hazar denizi kıyısında balıkçılık ve ev yapımı alkol kaçakçılığı yaparak geçinen ve haklarında hemen hemen hiçbir bilgiye sahip olmadığımız küçük bir topluluk da “Laz”.
Gördüğünüz gibi “Laz kimliği” oldukça geniş bir topluluklar bütününe işaret edebiliyor. Ancak, Megreller ve Acara-Guria halkı dışındaki tüm toplumlar, algılardaki Karadenizli eşittir Laz formülüyle rahatça açıklanabilir.

Neden bütün Karadenizlilere “Laz” denir?

Sinop’tan itibaren Karadeniz bölgesinde Türk, Gürcü, Laz, Hemşinli, Poşa (Kafkas Çingenesi), Çerkes, Balkan göçmenleri, Kürt, Romeyika/Pontos Rumcası anadilli toplum -kendilerine “Rum” demedikleri için biz de “Rum” diyemeyiz- gibi çeşitli halklar yaşıyor.
Olay sadece Doğu Karadeniz’e indirgense bile karşımıza Türkçe dışında beş tane dil çıkıyor: Lazca, Gürcüce, Hemşince, Romeyika ve Lomavren (Poşaca yani Çingene Ermenicesi).
Ayrıca, bu coğrafya çoğunlukla Hanefi-Sünni nüfustan mürekkep olsa da, burada Aleviler de yaşıyor, Sinop’ta 11, Samsun’da 39, Ordu’da 32, Giresun’da 11, Gümüşhane’de 44, Bayburt’ta dokuz, Trabzon’da da muhtemelen bir Alevi köyü mevcut.
Çepniler Sünniliğe asimile edilmeselerdi bu sayı çok daha fazla olacaktı. “Lazlık” ve “Alevilik” birbirleriyle tamamen temassız iki benlik olsa da -bir Laz dinsiz ya da din değiştirmiş değilse ya Hanefi-Sünni’dir ya da Ortodoks- bu çok az bilinen Karadenizli Alevilere de dışarıda “Laz’ın Alevisi”, “hem Laz, hem Alevi” denilmekte. Halbuki bu insanlar ya Çepni’dir, ya diğer Oğuz boylarından ya da Kürt/Zaza.
Peki Türkü, Hemşinlisi, Gürcüsü ile Sünnisi, Alevisi, Hıristiyanıyla neden bütün Karadenizlilere “Laz” denir? Bunu sadece “cehalet” ya da “kolaycılık”la açıklayabilir miyiz?
Eğer bu şekilde meseleyi açıklamamız yeterli olabilseydi, neden “Gürcü”, “Rum”, “Ermeni” ya da başka bir şey değil de “Laz” denildiğini nasıl açıklayacaktık?
Orta ve Doğu Karadeniz halklarına topluca “Laz” denilmesinin sebebi tarihi bir durum. Bazı tarihsel gerçeklerden besleniyor, böyle olmasaydı zaten küçük bir topluluğun koskoca bir bölgeye nasıl olup da adını verdiğini açıklayamazdık.
Laz halkı yörenin yaşayan ve bilinen en eski halkı, burada dört bin yıllık bir geçmişle tarihlendirilen bir süreçten bahsediyoruz (1). Üstelik bu insanlar “denizci ve savaşçı bir kavim” olarak hep oradalar. “Laz” adının bölge halklarının topluca adı olarak kalması ise Roma’dan yadigar, hatta “Laz” adının bizzat kendisi bir Roma mirası!
Ancak, kendine “K’olxi” (K’olkhi) (“Colchis”e adını veren halk) ya da “Zan”, “Ç’ani” (Tçani) benzeri isimler veren halkta ilk ad karmaşasını yaratan MÖ 7. yüzyılda bölgeye gelen Elen kolonileri oldu, aynı halktan olan insanlara onların yaşadıkları bölgelere, mesleklerine ya da kendi öznel yargılarına göre bir yığın isim verdiler (Makron, Mossynek, Khaliby, Dril…).
Daha sonra milada doğru ve milattan sonra K’olxi/Ç’ani ülkesini fetheden Romalılar, yöre halkına “Laz”, ülkelerine de Yunanların dediği şekilde Colchis ya da Tsanika değil, “Lazika” demeye başladılar.
Milattan itibaren 6. yüzyıllara kadar inceleyeceğiniz hemen hemen bütün Avrupa-Asya haritalarında Karadeniz’in güney batısını “Lazika” adıyla görürsünüz.
“Laz”ın ne demek olduğu ise tartışmalı bir mevzu ve hepsini irdelersek mesele müthiş dağılacaktır ama benim kafama yatanın “Lazikh”ten gelme bir ad olma ihtimali olduğunu da söyleyeyim (2).
Meselemizin bir diğer tarihi gerçek yanıysa, Lazların seneler evvel şu an yaşadıkları topraklardan çok daha geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları, bu da bütün bölge halkına hala “Laz” deniliyor olmasının önemli bir sebebi.
Lazların ataları, Yunanlar gelmeden evvel en azından Ordu ile Sohum arasındaki bölgede yerleşik olan bir kavimdi. Hatta daha eskiden kuzey sınırının daha yukarıda Tuapse’ye doğru olduğunu söyleyenler de vardır, daha sonra Çerkeslerin (Zyghoi) baskısıyla güneye, bugünkü Abhazya’nın aşağı taraflarına doğru inilmiş, bugün de geçerli olan Laz/Megrel-Çerkes sınırı oluşmuş.
Bildiğimiz “Canik” adının Yunanca “Tsanika” yani “Laz ülkesi”nden geldiğini söylemek sanırım bugünkü durumu açıklayacak önemli bir veri olacaktır. Önceleri Romalıların, bölgede Elen kültürüyle yaşayan “yukarı” kültürle, bölgenin yerli ve Kafkasyalı “geri” halkını ayrıştırmak için kullandığı “Laz” adı, Lazlar Yunanlar karşısında Atina’ya (Pazar) kadar eriyip, asimile olsalar da günümüze kalacaktır.
Yani Pazar’a kadar olan bölgede önce Yunanlaşan, sonra da Türkleşen bir Laz toplumu söz konusudur. Fakat, bu şu demek asla değil; “orası gerçekten de bütünüyle Lazdır”.
Hayır, bölgeye zaman içinde çok yoğun Yunan, Gürcü, Ermeni, Türk göçleri yaşandı, nüfus yapısı değişti ama halka verilen isim değişmedi. Ancak, şunu hususiyetle belirtelim, bugün temellerinde, Karadenizlileşmiş Elen kültürüyle harmanlanmış ve üstüne gelen halkların -Gürcü, Ermeni,Türk- birikimlerini koyup, ortaklaştıkları “Laz kültürü” yalnızca Trabzon’dan, Artvin’in sahil kesimine, oradan da Gürcülerin Şavşat içlerinde ilerleyebildikleri bölgeye dek yaşamaktadır.
Bunun birincil göstergesi kullanılan Türkçe aksandır, bu aksan bariz şekilde Lazların Türkçe konuşmasına göre şekillenmiştir, Çayeli’den Vakfıkebir’e Rumcanın, Hemşinlilerin Türkçesinde de Ermenicenin etkisi belirgin olsa da temeldeki dil ekseni Lazcanın dokunuşlarıdır.
Gürcülerle Lazların Türkçesi ise bu iki halkın anadilleri birbiriyle akraba olduğu için zaten benzeşmektedir. Garip bir örnek olacaksa da söyleyelim, bu şivenin temeli Lazların konuştuğu Türkçe olduğu için pek çok Karadenizli şarkıcı eserlerinde kendi özgün şivelerindense Laz aksanını kullanmayı tercih etmektedirler (3).
Giresun’da da insanların kendilerine “Laz” (4) demesi çok yaygın bir gerçekse de buranın şivesinin Doğu Karadeniz şivesiyle bir ilgisi yok (5), ancak Giresunlular da halk oyunlarının horon (6) olması, kemençeyi -hem de en usta şekilde- kullanmaları sebebiyle Doğu Karadeniz kültür halkası içinde yer alırlar.
Bu üç-dört il dışındaki Karadeniz illerininse Doğu Karadeniz/”Laz” kültürü ile, coğrafi koşullar ve yakınlıkla açıklanabilecek bazı benzerlikler dışında, eğer Gümüşhane’nin kuzeybatısını (7) bir kenara koyup da söylersek neredeyse hiçbir bağı yoktur (8).
Doğu Karadeniz kültür alanı dediğimiz bu bölgede bugün Lazların ve Lazcanın yaşamadığı yerler de sanırım bir çıkarsamayla söylersek, Laz halkının atalarının dil ve kültürleriyle daha geç dönemlere dek yaşayabilip, direnebildikleri yerler olmalı.

Laz kimdir?

Lazlar, bütün diğer “yöresel kimlik” adlandırmaları ve “unvan”ları geçip söylersek, Kafkasya orijinli, kendilerine özgü bir dilleri olan (Lazca/Lazuri) bir halktır.
Bu halk Türkiye’de Doğu Karadeniz’de Atina’dan (Pazar) başlamak üzere, Art’aşeni (Ardeşen), Çamlıhemşin’in kuzeyi (Vija/Vijadibi), Vitze (Fındıklı), Arkabi (Arhavi), Xop’a (Hopa) ve Borçka’nın bir kısmında yoğun bir nüfusla yaşıyor, bu coğrafyaya da biz “Lazistan” diyoruz (9).
Lazlar bu ilçeler dışında Marmara ve Batı Karadeniz’de de çok sayıda köy ve mahallede yerleşik durumdalar, bunlar da Osmanlı-Rus Harbi’nden (1877-78) sonra Batum, Hopa, Borçka, Arhavi ve çevresinden sürgün gelmiş Lazların torunları (10).

Laz kimliğinin başat belirleyeni dildir

İkizdere’deki dört köyde ve Tokat, Samsun gibi diğer Lazlara çok uzak kalmış Laz köyleri dışında bütün Laz toplulukların günlük yaşamda kullandıkları anadilleri Lazcadır.
Laz halkının kimliğinin başat belirleyeni dildir, zira diğer özellikleri -din, müzik, yemekler, halk oyunları diğer kültürel durumlar- hemen hepsi yöredeki diğer halklarla büyük benzerlikler gösterir, önemli oranda müşterekleşmiştir.
Kendi içinde Doğu (Batum, Hopa, Arhavi, Fındıklı, diaspora, Borçka -ki kimilerine göre Borçka Lazcası başlı başına bir lehçedir) ve Batı (Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin) Lazcası olmak üzere iki lehçeye ayrılan ve yerli Kafkas dillerinden biri olan Lazca (11) dünyadaki “yok olma tehdidi altında” olan dillerden de biridir (12).
Yani Lazca eğer ölürse Lazları onları yeryüzünün bir rengi yapan hemen hemen hiçbir şey kalmamış olacak (13).

Lazlar ve din

Türkiye Lazlarının hepsinin geleneksel olarak Hanefi-Sünni Müslüman olduklarını söylemiştik. Onların Hanefi olması, aynı zamanda Türkler etkisiyle Müslüman olduklarının da bir göstergesi (14) ve Lazların oldukça geç bir dönemde, on yedinci yüzyıl içinde Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçtiklerini ve bu sürecin de on dokuzuncu yüzyılın ortalarına dek -Arhavi’de olduğu söylenen- birkaç Ortodoks “direnç noktası”nda devam ettiğini söyleyelim (15).
Genel olarak bakıldığında Lazların dindar bir topluluk olduğu, özellikle çevre toplumlarla kıyaslandığında -Andrews ve Ildiko Beller-Hann aksini iddia etseler de -ki ikincisi kendi metinleriyle de yer yer çelişmiştir- söylenemez.
Lazlarla bütün Karadeniz aynı görüldüğü için Lazlar da dindar, muhafazakar hatta yobaz diye bilinse de, gidin görün Lazistan’ı, şeyh, şıh, evliya, türbe, tarikat, tekke var mı (16)?
Bu hususta Lazlarla komşu halklar arasında karşılıklı bir okuma yapmak gerekiyor, yöreyi bilmeyenler için söyleyelim, Pazar, Fındıklı, Arhavi, Hopa’yla, Trabzon, Of, Rize, Çayeli arasındaki dini yaşayış biçiminde derin farklar barizdir. Ildiko Beller-Hann’ın da kitabında (17) belirttiği gibi
Rizelilere göre “Ramazan, Lazistan’ın üzerinden uçup gitmektedir” yani oraya “oruç ayı hiç uğramaktadır”. Elbette ki bunun Rizelilerin dışarıdan bakıp, abartan bir gözle söylediği sözler olduğunu söyleyelim. Yoksa Lazistan’da Ramazan yaşanır, çoğunluk oruç tutar, vakit namazlarına katılım oldukça düşükse de cuma ve bayram namazlarında kalabalık bir cemaat toplanır.
Müslümanlık Lazların kimliğinin önemli bir parçasıdır, ayrıca Hanefi olmaları onları egemen ulusa ve devlete kolayca yapıştıran bir unsurdur da.
Ancak evet, Lazlar genel olarak tutucu değiller, Pazar’da ya da Hopa’da, Fındıklı’da, “Ramazan Ramazan” oturup çayınızı, sigaranızı içebilir, yemeğinizi yiyebilirsiniz fakat aynı şeyi yapmanızı “öteki Lazlar”ın yaşam alanlarında, yani Trabzon’da, Rize’de kuvvetle tavsiye etmiyorum!
Yazının bu din cüzünde şunları da ekleyelim, Ardeşen ve Çamlıhemşin -ki Ardeşen’inki 12 Eylül sonrası baş döndürücü bir değişimdir- Laz toplumu içinde muhafazakarlıklarıyla öne çıkan adalardır. Fakat buralar için de “tutucudur/ başka yaşam tarzlarına saygısızdır” diye pek diyemeyiz.
Son olarak Lazlarda, ’90’ların başından itibaren ve özellikle de ANAP’taki [Anavatan Partisi] Mesut Yılmaz süreci ve sonrasındaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı dönemiyle birlikte siyasal anlamda hızlı bir muhafazakarlığa / muhafazakarlara kaymanın gerçekleştiğini ve de muhafazakarlığın diaspora Lazlarının bir kısmında daha hissedilir düzeylerde yaşandığını da unutmadan belirtelim.
Gürcistan’daki Hıristiyan Lazlar ve Megreller için de dini yaşayış tarzının Müslüman Lazlarınkine benzediği söylenebilir.

Türklük / Türk milliyetçiliği

Çoğuna göre Lazlar Türk’ten çok Türk milliyetçisidirler ve bu yine Karadeniz algısıyla paralel yürüyen peşinci algının bir getirisi. Şurası net, evet Lazların çoğunun bir “üst kimlik” olarak Türklükle hiçbir sorunları yok. Ancak bu Lazların Lazlıklarını unutup, tümüyle Türk olduklarını düşündükleri veya kendilerine bir Orta Asya miti yakıştırdıkları anlamına da gelmiyor (18).
Lazlarınki Türklüğü Müslümanlığın eş anlamlısı olarak görmekten ibaret olan bir algı, ki bu biçim bir okuyuş onlara özgü bir durum da değildir, hatta Türk=Müslüman oldukça “evrensel” bir kodlama.
Yani daha çok yaşlı Lazlara “sen Türk değilsin, Lazsın!” derseniz, “Lazi nasi Turki olmayur, Allayise (Allah aşkına) Laz Musliman değil midur!” cevabını alabilirsiniz. Orta ve genç yaşlıların çoğundaysa durum biraz daha netleşmektedir, yani Lazlık, evet etnik kimlik ama Türklük de ülke kimliği, yani bir nevi “anayasal kimlik” diyebiliriz. Lazların çoğu “Laz mısın, Türk müsün?” sorusuna “hem Laz, hem Türk” diye cevap verir, sadece “Lazım” diyenler de daha az da olsa vardır, fakat bunların oranı sanırım “Laz değilim, Türk oğlu Türküm” diyen Lazlardan çok daha fazladır (19).
Türk milliyetçi hareketi (ülkücülük) Lazlar içinde ’80 öncesine göre çok güçlü olsa da halen oldukça zayıftır. Ancak Mİlliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Arhavi ve Hopa’da tabanının biraz daha güçlü olduğunu -yüzde7 ile 15 arasında bir oy- ve Hopa’da ve zaman zaman da Ardeşen’de -hatta yakın dönemde kısa bir süre Pazar’da da- belli bir sokak gücü edinebildiğini söyleyelim.
Özetle MHP bütün Laz ilçelerinde örgütlü olsa da, Lazistan’daki hayata pek etki edebilen bir yapı değil, daha çok kendi kabuğunda, hatta kimi zaman -bilhassa sokakta hareketlenmeye çalıştığı dönemlerde- “baskı altında” siyasetini sürdüren bir parti.
Yalnız, Sakarya Lazları da bildiğim kadarıyla, Sakarya’da Çerkeslerle birlikte MHP’nin tabanının önemli bir paydasını oluşturmaktalar, bunu da yanılma ihtimali pahasına ekledik.

Komşu halklarla ilişkiler

Laz halkının Lazistan’daki komşuları Türkler, Hemşinliler ve Gürcülerdir. Bu üç esas topluluk dışında çok az sayıda Poşa ve Kürt de bölgede yaşamını sürdürüyor.
Fakat diaspora Lazlarına baktığımız vakit, yaşadıkları bölgelerin kozmopolit muhaceret yerleşim alanları olması sebebiyle çok daha karmaşık bir tabloyla karşılaşırız.
Lazlar oralarda yerli Türk ve yine yerli çeşitli Türki alt gruplar, Çerkes, Abhaz, Gürcü, Boşnak, Arnavut, Pomak, Yunanistan-Bulgaristan-Yugoslavya-Romanya göçmeni Türkler, Kürtler, Dağıstanlılar, Çingeneler gibi çok sayıda halkla yan yana ya da iç içeler.
İlişkide olunan bu kadar çok halka karşın Lazların komşuları deyince ilk akla her zaman Hemşinliler gelir, çünkü iki toplum arasında çok derin özel bağlar söz konusu. İki halkın ilişkileri üzerine dünyanın başka yerlerinde yapılmış az da olsa sosyal psikolojik tartışma da söz konusu.
Lazlar ve Hemşinliler Lazistan’da Arhavi hariç her ilçede iç içe ve yan yana yaşıyorlar, köylerin kimisi komşu, kimisi ise karmadır. Bin üç yüz yıllık ortak yaşam pratikleri Lazlar ve Hemşinliler arasında pek çok ortak kültürel, psikolojik, sosyolojik özellik ortaya çıkarsa da iki halk arasında bazı geleneksel sorunlar da söz konusu.
İki halkın birbirlerine karşı çoğunlukla söylemde de kalsa ön yargı ve aşağılamaları ne yazık ki vardır. Farz-ı misal ortalama bir Hemşinli için Laz “Megrelden dönme” -Hıristiyan geçmişe vurgu- iken, Hemşinliler de Lazlar için “Ermeniden dönme”dir -yine aynı temelde bir aşağılama çabası-.
Burada şunu da belirtelim ki Lazlar için “Megrelden dönme” bir küfür olarak algılanmamakta, zaten Lazların kendileri de köklerini açıklarken “biz Megrelden dönmeyiz”, “Megrelce ve Lazca birdir” demekteler; bunun anlamı şudur; “biz eskiden Hıristiyan Lazdık, şimdiyse Müslüman Lazız” (20).
Hemşinliler içinse Ermeni ithamları son derece rahatsız edicidir, şaşırtıcı olmasa gerek.
Hemşinliler genel olarak Lazları kaba saba, kan güdücü, cahil, dinsiz gibi standart etiketlerle yaftalarken, Lazlar da çoğunlukla tamamen aynı -“kan gütme” hariç- anlamsız saiklerle karşı tarafa hakaret etmektedir.
Hemşinlilerin “Lazdan evliya koyma avluya” sözü kendi çapında bir nama sahipken, Lazların da Hemşinlilere yönelik kullandığı “tiuça” (kara baş) sözü -hem Lazlar gibi çoğunlukla sarışın ya da kumral değil, genellikle daha kapalı renklerde saçlı olmaları; hem de “papaz”, “köpek” gibi anlamlarda- Hemşinlileri en çok kızdıran söylemdir.
Laz da Hemşinli de kendi toplumunu Karadeniz’in en aydın, en ilerici, “Batı kültürüne yakın”, demokrat toplumu olarak görür ve karşı tarafı geri kafalı olmakla aşağılar. Halbuki Lazlar da Hemşinliler de yöreyle kıyas kaldırmayacak seviyede açık toplumlardır, ama bundan da bir rekabet doğuyor anlaşılan.
Yaşanan bu ötekileştirme söyleminde ve geleneksel rekabette iki toplumda da o halka ait olmaktan duyulan onurun etkisi son derece görünür düzeylerdedir. Bu “biz olma şerefi”ni berkitmek için de dünyanın her yerinde olduğu gibi bir öteki gerekmektedir.
Ancak her şey o kadar basit değil. Buradaki problemlerde iki toplumun üretim süreçlerindeki rolleri ve üretim biçimlerinin de önemli bir rolü var.
Lazlar dağlara kadar yayılmış olsalar da esas olarak bir kıyı halkıdır ve ülkeleri sahil boyunca uzanır. Hemşinlilerse daha pastoral yaşayan, dağlı, çoban bir halktır.
Dünyanın her yerinde kıyı ve dağ toplumları arasında benzer söylemlerle benzer sorunlar yaşanıyor. Örneğin Çayeli’nde de yine kıyı halkı olan Horumlar (Horum/Xorum’u açıklayacağız), yukarıların halkı olan Hemşinliler arasında benzer bir yafta yapıştırma ve birbirinden geleneksel olarak hazzetmeme gerçekliği var.
Hatta oradaki Horum-Hemşinli ilişkisi problemlerinin, Laz-Hemşinli ilişkilerine kıyasla daha sıkıntılı olduğunu da ayrıntıya girmeden söyleyelim.
Derin bir “oh” çekerek belirtelim ki Lazlarla Hemşinlilerin arasındaki problemler genelde söylemde kalmakta ve iki halk dostça ilişkilerini sürdürebilmektedir. Hopa’da daha müzmin bazı sorunlar varsa da (21), Lazlarla Hemşinliler için “fiiliyatta da kardeş olan” iki halk diyebiliriz.
Ayrıca son elli yılda Laz-Hemşinli evliliklerinde de muazzam bir artış gerçekleşmiş, hatta bu konuda evvelden beri son derece katı tutum alan Lazların, Hemşinlilere ”kız verme” oranları da, onlardan ”kız alma”ya göre daha seyrek görülse de yükselmiştir (22).
Lazların bir diğer önemli komşuları olan Türklerle ilişkilerinin Hemşinlilere göre daha bir mesafeli olduğunu baştan söyleyelim. Pazar’ın batı sınırında, yani Melyat’ın batısında Kemer burnundan itibaren başlayan Türk nüfusu (23), yöredeki Lazlar ve Hemşinlilerce “Horum/Xorumi” (Khorumi) diye anılır ve bu adlandırma Trabzon Vakfıkebir-Beşikdüzü-Şalpazarı’na dek yaşayan Türkçe anadilli nüfus için geçerlidir.
“Horum”, her iki halkın lügatinde de “Karadenizli Rum” anlamındadır, ancak Rize’de Rumca bilen tek bir kişi bile yoktur, Trabzon’da ise bazı ilçelerde güneye doğru 50-60 köyde Rumca (Romeyika) konuşulmaya devam ediyor.
Durum bu şekilde olmasına karşın, Şalpazarlı Çepnilerin de kendileri dışındaki -yaşadıkları coğrafyanın doğusundaki- Trabzonlulara “Ahriyan” (“dönme”. Bulgarlar da Pomakları aynı isimle anar, fakat etimoloji çok muğlak) diye anmaları da birbirleriyle temasları olmayan halkların “Rumluk” için hemen hemen aynı sınırlara işaret ettiklerini gösteriyor.
Yörede “folklorik fikirler” böyle olmakla birlikte, elbette ki Trabzon ve Rize’de Laz, Hemşinli, Gürcü ya da Çepni olmayan Türkçe anadilliler ve az sayıdaki Rumca anadilli insan bu “Rumluk” göndermelerine şiddetle karşılar, “Horum” adını da -belki meselenin muhataplarından Çayelililer “Horum” adını kullanıyor olabilirler, emin değilim- kabul etmiyorlar.
Kendilerini yalnızca Türk olarak görüyorlar ve yöresel bir unvan olarak da “Laz” adını sahipleniyorlar. Fakat Trabzon’da o kadar yüksek oranda değil ama, Rize ve Artvin’de “orijinal Laz”ın kim olduğunun da bir konsensus halinde bilindiğini de ekleyelim.
Kaldı ki Rize’nin batısında kalan Türkçe anadilli toplumla Trabzon halkı arasında, kültür kemençesi, horon türleri ve figürleri, keşanı, şivesiyle (24) hemen hemen aynı olmasına karşın bir “biz” duygusu filan da yoktur.
Ayrıca Lazların, Hemşinlilerin ve Çepnilerin “Rum” dedikleri bu insanlara, Bayburtlular ve Gümüşhaneliler de “Laz” demektedir.
Karadeniz’e “Lazların denizi” diyen Bayburtlular ise bütün Doğu Karadeniz halkları tarafından “Halt” adıyla anılmaktadır ve bu adın, yöre halkı elbette farkında olmasa da, Urartularla doğrudan çok açık bir bağı var.
Yöredeki Türk toplumla ilgili zaruri bazı açıklamalar yaptıktan sonra, “Rizeliler” diye anacağımız ve daha çok böyle anılan halkla Lazların ilişkisine geçebiliriz.
Bu ilişkinin mesafeli bir ilişki olduğunu söylemiştik. Bu mesafeli durum Lazlar ve Rizelilerin benzemez yönlerinden kaynaklanıyor.
Bir kere Lazların anadilini koruyan farklı bir toplum olması uyuşmazlıklardaki birinci duraktır.
Sonra merkezi olanakları elinde bulunduran Rizelilerle, “eğitim/kültür anlamında ileri” Lazlar arasında hayatın her alanında bir rekabet güdüsü eskiden beri vardır.
Üçüncü olarak dini yaşayış tarzında farklılıklar da öne çıkıyor, Rizeliler genellikle muhafazakarken, Lazlar onlara göre dini çok daha dışarıdaki hayata değdirmeden yaşayan bir toplum.
Dördüncü sebepse, iki toplumdaki siyasal yönelim farklılıkları, Rizeliler geleneksel olarak yoğunlukla sağdayken, Lazlar soldadır -ya da soldaydı-, 12 Eylül öncesinde sağcıların Melyat’tan doğusuna, solcuların da Melyat’tan batısına rahatça seyahat edememeleri de aradaki soğukluğu güçlendiren etkenlerden oldu.
“Rizeliyim” demeyen ya da demeye pek hevesli olmayan, ezelden beri Rizeliler tarafından ayrımcılığa tabi tutulduklarını düşündükleri için Pazar’dan Hopa’ya ayrı bir ilin fantazisini bilincinde besleyen ortalama Lazlar için Rizeliler, “bağnaz”, “kültürsüz”, “saldırgan”, “çıkarcı”, “dost olunamayacak kadar güvenilmez” insanlar.
Sıradan bir Rizeli için ise Lazlar, “dinle pek arası olmayan” hatta düpedüz “dinsiz”, “komünizme meyyal”, “burnu havada” ve yine “dost olunamayacak kadar güvenilmez” insanlar.
Elbette bunların hepsi, karşılıklı ön yargı ve problemlerden beslenen toptancı ve sorunlu yargılar.
Bu sorunlar iki toplum arasında vurdulu kırdılı olaylara sebebiyet vermese de, Lazların Rizespor’u tutmakta çoğunlukla gönülsüz davranması bile mesela, aradaki psikolojik makasın önemli bir göstergesi olmalı (25).
Lazların Lazistan’daki bir diğer komşuları olan Gürcülerle ilişkilerine bakarsak, burada daha halim selim bir yaşayış pratiğini görürüz.
Zaten Lazların, Borçka, kısmen Hopa’da ve Pazar’da bir köy dışında yerli Gürcülerle bir temasları da yoktur. Komşu olunan yerlerde ise ilişkilerin dostane olduğunu söyleyebiliriz.
Ne var ki yukarıdakilere benzer karşılıklı ön yargılı sözler bu iki halk arasında da görülür, ancak bunların “takılma” tarzında olduğunu da söyleyebiliriz.
Pek çok halkla iç içe, yan yana yaşayan diaspora Lazlarına bakarsak, orada komşuluk ilişkilerinin genellikle son derece sorunsuz yürümekte olduğunu rahatlıkla yazabiliriz.
Uzak geçmişte Lazlar, Çerkeslerle birlikte Türklere karşı yıldırma, baskın, yağma hareketlerine girişmişlerse de bugün bu tip sıkıntılar hiçbir şekilde yok. Fakat oradaki Lazların, kader ortakları Gürcü, Çerkes-Abhaz milletleriyle çok daha özel ve güçlü bağlar kurduklarını da belirtelim.
Özellikle Lazlar ve Gürcüler arasında -Gürcülerin ananevi olarak katı olan “yabancıya kız vermeme” düsturlarına karşın- evliliklerin çok yüksek seviyelerde olduğu gözlemlenebilir. Burada Lazlar ve Gürcülerin birbirlerini belli belirsiz bir biçimde birbirlerine yakın halklar diye görmelerinin de elbette etkisi var.

Ekonomi

Lazların pre-kapitalist ögeler taşıyan -sen yunus yağı ver, ben de sana odun kömürü,tuz vereyim- geleneksel üretim tarzları çay ziraatinin gelişiyle yerle yeksan oldu (26).
Bugün Lazların diğer halklardan farklılaşan herhangi bir ekonomik etkinlikleri yoktur. Kapitalist sisteme bu tam entegrasyon, devletle de tam bütünleşmeyi ve teknolojiyi de Lazistan’a sokunca Laz kültürü ve dilinde aşınmalar asırlarca olmadığı kadar hızlandı ve yıkıcılaştı.

Feodalite

Lazlarda bilinen anlamda bir feodaliteye, ağalık sistemine rastlanmaz. Köylülerin çoğu az, orta ya da çok toprak sahibidir, toprağı olmayanlar da “yarıcılık” denilen sistemle ekmeklerini kazanmaya çalışırlar.
19. yüzyılın sonlarına dek Lazistan’da bir derebeylik sistemi -kaynaklarda yirmiye yakın derebeylik sayılır- mevcuttu, bu ağalar genellikle -Megrelya’daki prensler kadar olmasa da- zalimlikleriyle anılırlar.
Eski ağa soyu olan sülalelerin çoğunun aslen Laz olmaması ise -Lazistan’da Lazlaşmış kabileler vardır ve hemen hepsi, daha çok da soy adları sayesinde bilinirler- çarpıcı ve ilginç bir durumdur.
Lazistan’da feodalite Osmanlı’nın harekatlarıyla zorla ve büyük isyanlara sebep olarak -Tuzcuoğlu İsyanları- uzun bir erimde zorla sönümlendirilebildi. Bugün eski ağa soylarının zenginlikleri, siyasal/kültürel baskınlıkları genellikle sürse de, Kürdistan’dan ya da kimi Türk toplumlarından bildiğimiz anlamda bir ağalık durumu hiçbir biçimiyle söz konusu değildir.

Asimilasyon

Lazlarda dil ve kültür anlamında asimilasyon çok yüksek oranlarda yaşanan bir gerçek. Özellikle seksen sonrası kuşakta Lazca bilme oranlarındaki zayıflık dramatik boyutlara varmış durumda.
Türkçeden önce Lazcayı öğrenen çocuk artık yoktur, sadece Fırtına vadisindeki Çamlıhemşin Lazlarında, Ardeşen’in Dutxe beldesinde, Ardeşen ve Arhavi’nin kimi köylerinde ve diasporadaki bazı alanlarda Lazca ve Türkçeyi beraber öğrenerek büyüyen çocuklar yetişmekte.
Tek dilli, yani sadece Lazca bilen Laz sayısı ise zaten uzun yıllardır çok az raslanan bir şeydir ve bugün bir iki çok yaşlı kadın ve seksen öncesinde doğmuş bazı zihinsel engelli vatandaşlar dışında yoktur -Lazcayı çat pat ya da iyi şekilde öğrenebildikten sonra, menenjit ya da başka bir zihinsel rahatsızlık geçirerek, gelişimini sürdürememiş bireyler.
Bizim köyden örneklersek, seksen öncesi doğmuş Lazca bilen ama Türkçesi olmayan iki kişi var böyle. ’85 doğumlu olan başka bir örnekse Türkçeyi yöre aksanıyla biliyor ama o da doğru dürüst Lazca anlamıyor ve hiç konuşamıyor!-
Benim köyüm, Atina’nın (Pazar) Xunar köyü, bu köy yörede “solculuğu”, camisinin cuma, cenaze ve bayram dışında bir iki kişilik cemaate sahip olması ve yüksek oranlarda alkol tüketimi dışında Lazcanın yoğun kullanıldığı bir köy olarak da bilinir.
Ancak şu an durum bizim köyde de felaket, ben ’86’lıyım, benim neslim Lazca anlar ama köyde büyümüş olanı dahil zorlanarak konuşur, bizden sonraki çocuklardaysa Lazca çok çok daha zayıf, Laz kültürünün önemli bileşenlerinden olan oyunların -kix, pox,tahta araba…- oynanma(ma)sı durumuna ise hiç girmiyorum.
Yapılmış herhangi bir istatistik yok ama Lazcanın şu anda Lazlar içindeki durumuna dair bir hissi çıkarmayla şu şekilde dil durumu sıralaması yapılabilir:
1- Lazcayı anlayabilen ama en azından iyi konuşamayan Lazlar. 2- Lazca da Türkçe de bilen ama daha çok Türkçe konuşan Lazlar. 3- Lazca bilmeyen Lazlar. 4- Günlük hayatta daha çok Lazca konuşan ekserisi kadın olan Lazlar. 5- Sadece Lazca bilen Lazlar.
Geçen yıllar içinde Lazcayı unutan ve benliğini kaybeden insan sayısı giderek çoğalıyor, bu böyle giderse Lazlık sadece bir lakap, Lazca ise bir nostalji olarak kalacak.
Laz olma bilinci
Lazlarda ne bir tarih ne de ulus olma bilinci var. Lazlar köklü tarihlerinden, geçmişteki krallıklarından, Yunan kolonicilerle, Roma’yla, Pontos’la, Bizans’la, Perslerle, Araplarla, Gürcülerle, Abhazlarla, Trabzon Krallığı ve Osmanlı’yla, Rusya’yla ilişki ve savaşlarından bihaber bir biçimde yaşarlar.

Lazistan Lazlarında bulundukları yerde uzun yıllardır yaşadıkları için bir Kafkasyalılık bilinci görülmez ama Megrellerle aynı milletten olmanın bilinmesi ve “Rusya’dan gelmeyik” söylemi belli belirsiz bir Kafkasyalılık da içermekte.
Fakat Lazların Pontos bakiyesi Rumların kalıntıları olduğuna, Lazcanın Rumcadan geldiğine inanan az sayıda Laz da var ve bunların sayısı Lazları Gürcü ya da Türk kökenli gören Lazlardan kesinlikle çok daha fazla. Ayrıca Lazcayı Rusçayla akraba sanan ya da Lazcaya “uydurma dil” yahut “Gürcüce-Rumca karışmış” diyen Lazları da görebilirsiniz.
Lazların neredeyse hepsi elbette Lazlıklarının farkında ve bunu aşırı sayılabilecek bir onurla ve “kıskançlık”la da sahiplenmekte fakat burada sorun Lazın ne olduğunu tam olarak bilmemelerinde yatıyor.
Yani bir “Laz olma”/ başka bir şey olma bilinci var ama başka şey ne, onun erimekte olan Lazcadan başka kıstası nedir, o halka Lazlarda yok. Yani Lazlarda bir ulus bilinci yok, iki önemli şeyleri -dilleri ve ülkeleri- olmasına karşın yok.
“Laz olma bilinci”nin daha eli yüzü düzgün şekilde görülebildiği yer için benliğini hemen hemen kaybetmiş Lazistan’a değil, diasporaya, yani Marmara ve Batı Karadeniz Lazlarına bakmak gerek.
Ki bu Lazlarda, Lazistan Lazlarını “Türkleşmişler”, “Rumlaşmışlar” tarzında “kınayan” bir söylemin de yaygın olduğunu söyleyelim. Ancak oradaki Lazlar da hem sürgün/göçmendir, hem de nüfusça oldukça fazla olmalarına karşın epeyce dağınık yerleştirilmişlerdir.

Laz kültür / kimlik hareketi

Laz kültür/kimlik hareketinin tarihi oldukça eski ama epey bir karanlık. Yani Meşrutiyet döneminde başlayan harekete dair bir şeyler biliyoruz ama eksik halkalar çok.
Neyse ki Osmanlı Laz münevverlerinin Lazca ve Lazlık için yaptıkları faaliyetlere dair araştırmacı arkadaşımız İrfan Aleksiva önemli belgeler buldu da artık tarihimizin bu yakın ama bilinmeyen sayfaları da artık aydınlanacak.
Bu satırlarda erken tarihe girmeyeceğiz ama yine de söyleyelim, Lazların, hem Osmanlı’da, hem Çarlık Rusyasında, hem Cumhuriyet Türkiye’sinde, hem Sovyetlerde genellikle oldukça dar kalmış kültürel, siyasi, dilsel çalışmaları oldu.
Hatta bunların içinde özerklik, bağımsızlık ya da Sovyet yanlısı ve bilindiği kadarıyla bir de Menşevik Gürcü hükümeti yanlısı yapılar da vardı. Hepsi baskıyla, cinayetle ve zorbalıkla bastırıldı, anıları dahi hafızalarda kalmadı.
Bugünkü Türkiye’deki Laz kültür hareketine bakarsak eğer onun ilk kıvılcımları ’80’lerin ilk yarısında Almanya’daki Lazebura çevresinin faaliyetleriyle yanar.
Sonra ’90’ların başında da bir grup Laz aydını İstanbul’da toparlanmaya başlar, Türkiye’de çoğu birbirinden habersiz olan insanlar, yine habersiz oldukları ve Türkiye’de yaşayan Lazlara yönelik faaliyetlerini baskı altında ve gizlilik içinde kısıtlı şartlarda sürdürmeye çalışan Almanya ekibiyle kolektif oluştururlar ve bu süreçten 1993’te Ogni (Duy) dergisi doğar.
Almanya ekibinin etkisi zaman içinde kırılır, kültür hareketinde belirleyicilik ve yön, kendi birikimini yaratmış olan İstanbul ekibine geçer.
Bu süreçte tabii Laz kültür hareketi ilk acemiliklerini üstünden atarken pek çok değişim de yaşar, örneğin Ogni’deki “militan” denilebilecek söylem zayıflar.
Ogni’nin DGM’lik [Devlet güvenlik mahkemeleri] olmasından sonra hareket bir dağılma yaşasa da kısa sürede toparlanır ve işini yapmaya devam eder.
Hiç olmayan kitap sayısında önemli bir artış olur, Lazca üretme trendi yükselir, Lazca albümler çıkar ve bu süreç günümüze dek de devam etmektedir, artık ülkemizde bir Laz külliyatı söz konusu.
Ancak hareket, belirli bir politik duruşu olmadığı, periyodik yayınlardaki muazzam istikrarsızlığı, çeşitli iç sorunlar ve Lazların kendilerinden kaynaklanan bilinç ve ilgi problemleri sebebiyle hiçbir zaman gelişip, serpilme imkanı bulamaz.
Hareketin çıkışı ancak oldukça dar anlamda bir bilinçlenme yaratabilir toplumda.
Sadece dil ve kültür sorunlarıyla ilgilenen hareket buna rağmen kendi içinde sürekli bölünme yaşar. Daha en başından beri İzmit’te solculukla arası pek olmayan, devletle arayı daha sıkı tutmaktan yana ve daha çekingen olan bir grup zaten ayrı hareket ediyordu.
Bir “gelenek” olduğu söylenebilecek İstanbul ekibi de 2000’lerin ilk yarısının sonlarına doğru kendi içinde bir çatırdama yaşar, karşılıklı suçlayıcı bildirilerle geçen bu çatlaktan -mesele Laz bir sanatçının bir Amerikan vakfından fon alması ile başlayan Sorosçuluk suçlamalarıdır- sonra Almanya ekibi de İstanbul’la, özellikle de bir şahısla bağlarını kopardığını bir bildiriyle açıklar.
Laz Kültür Derneği nihayet 2008’de kurulur ama iç sorunlar bitmez, Ankara’da bir grup ayrılarak ayrı örgütlenip, dernekleşir. Çok sürmeden LKD’nin [Laz Kültür Derneği] merkezinden de kopma olur ve yapıyı yıllardır beraber mayalamış, Lazların bilinen iki önemli ismi iki ayrı yapının başında, ayrı çalışan aktivistler haline gelirler ve zaman içinde Laz Enstitüsü de doğar.
Bu süreçte yine başka küçük küçük çalışma grupları da kah birbiriyle temas halinde, kah izole oluşur.
Laz kültür hareketinin durumunun özeti de budur, çok iç açıcı olduğu söylenemez.
Saydıklarımız dışında, “Laz sorunu”nu “dil sorunu” dışındaki açılımlarla farklı bir biçimde tanımlayan “radikal” yönelimlere sahip ve kendini “Marksist-Leninist” diye tanımlayan yeni, küçük bir grubun da sosyal medya üzerinden de olsa filizlenmeye başladığını tarihe not düşmek için yazmış olalım.
Yazının son notunu da kendi reklamımıza ayırıp, bitirelim isterim.
Bizler de İstanbul, Lazistan ve Almanya’dan bir grup genç Laz olarak, yeni bir yola girmiş bulunmaktayız.
İki ayda bir çıkacak ve tamamen Laz dilinde yazılacak olan -ancak ileride Türkçe ve dönüşümlü olmak üzere diğer Karadeniz dillerinde bir sayfa koymak da var aklımızda- “Ağani Murutsxi” (Yeni Yıldız) gazetesini çıkarmanın arzusundayız.
Bu politik/kültürel Lazca gazetenin ilk sayısını da Eylül’de okuyabilmeyi hayal ediyoruz. (İGY/HK)
Dipnotlar:
(1) Lazların tarihi için bkz.
(2) Lazikh(e). Zikh, eski Çerkeslere verilen isim, “la” ise yurt anlamı katan bir önek, eski Güney Kafkas dillerinde. Yani Lazikh, Çerkezistan olur. Peki Lazlarla ne ilgisi var? Şöyle; Romalılar bölgeye geldiklerinde bu isimle karşılaşıyorlar ve ismi dönemin Colchis halkıyla karıştırıyorlar. Kelimeyi La+Zikh şeklinde ayıracaklarına, Laz+ikh diye ayırıp, Yunanca Lazika’ya, yani “Laz ülkesi”ne uyduruyorlar. İşte bu, “bir yanlış anlamadan kaynaklanma tezi”, “Laz” adının köküyle ilgili iddialarda bana daha “mantıklı” geliyor.
(3) Bu, şarkıları Laz ağzıyla okumaya bir örnek verelim. Son dönemin ses getiren Karadenizli sanatçılarından Selçuk Balcı’nın “Deniz Üstünde Fener” adlı şarkısı, sanatçı Çayeli Hemşinlilerinden olmasına karşın büyük ölçüde Laz aksanıyla okunmuştur mesela. Gerçi şarkının ilk dörtlüğü bazı nüanslar dışında İstanbul ağzıyladır. Ancak, şarkıda nakarat ve ikinci dörtlük hemen hemen Lazların konuştuğu Türkçeye göredir. Örnekse, Selçuk, şarkıyı kendi Hemşin aksanıyla okusaydı, şarkıdaki “gel k’açalum sevduğum/ dağlarun arkasindan” sözlerini, “gy’al katselum sevduğum, dağle(r)i’n a(r)kasinda/en” şeklinde ya da bundan biraz daha farklı bir formda söyleyecekti. -Burada /”i’/ ile göstermeye çalıştığımız ses e ile i arasında bir seslidir. Hemşin ağzının kendi içinde de bölge bölge bazı farklılıkları olduğunun da altını çizelim-
(4) Çeteci Topal Osman’ın kurduğu birliğin adı bile “Giresun Gönüllü Laz Müfrezeleri”ydi.
(5) Giresun’da kullanılan ağız Batı Anadolu ağızlarına bağlıdır, ancak Trabzon şivesinden, özellikle de doğuya gidildikçe etkiler görülür.
(6) Doğu Karadeniz’de horon Giresun’dan itibaren oynanır ve Artvin’den güneye gittikçe oyunlar bara dönüşür. Giresun, Trabzon ve Rize’nin batısında horon kemençeyle oynanırken -davul zurnayla oynanan horonlar da vardır-, Lazlar, Hemşinliler ve kısmen Gürcüler tulumla horon vururlar. Gürcüler müziklerinde daha çok akordeon kullanırlar. Ayrıca Hopa Hemşinlilerinin asıl çalgısı tulum değil, Hemşin kavalı, Gündoğdu’nun unutulmaya yüz tutmuş enstrümanı ise “mızıka” denilen küçük akordeondur. Giresun, Trabzon, Rizeliler dışında sadece Lazlar kemençe kullanırlar ancak Lazlarda kemençe oyunu yoktur, daha çok “dest’ani” adı verilen geleneksel ağır şarkılarda kullanılır bu enstrüman. Kaldı ki Laz kemençesi diğer kemençelere göre küçük yapılı ve farklı bir sese de sahiptir. Tulum, mübadeleden önce Trabzon’un güneyinde ve Gümüşhane’nin kuzeyinde Rumlarca kullanılıyorsa da bugün İkizdere’nin Hemşinli bölümünün batısında tulum yoktur.
(7) Gümüşhane’nin kuzey batısında mübadeleden önce Rumca anadilli bir nüfus vardı. Bugün aynı bölgede yaşayan insanlar kendilerini Trabzon’a yakın görmekte ve Laz adını sahiplenmekteler. Bu insanlar pek çok Oflu gibi Pontos Rumcasına “Lazca” derler.
(8) Posof’a çevrede “Laz” denilmesinin sebebiyse bu yörenin epey eski dönemde Gürcü yerleşimi olmasından kaynaklanıyor. Oysa ki bugün Posof’ta Gürcü de yoktur, halkı çoğunlukla çeşitli Kafkasyalı toplumlardan Türk’tür. Acara-Guria’nın bazen Lazlıkla anılmasıysa tarihi Laz bölgeleri olmasından kaynaklanıyor. Ama günümüzde o topraklarda Laz sadece birkaç köyde yaşıyor. Diğer yörelerde “Laz” adının kullanımı yine Karadenizlilik/Pontoslulukla ilgili bir durum. Ayrıca Ordu, Samsun ve Sinop’ta insanların kendileri için Laz adını kullanması da doğudaki kadar yaygın bir durum değildir, ama yine de vardır. Hemşinliler içinse ayrı bir parantez açalım, onlar kendilerine Laz denilmesinden kesinlikle hoşlanmazlar. Pontoslu Rumlar “Laz” adını bölgesel bir ünvan olarak dünyanın her yerinde benimserler. Gürcülere gelirsek, onlar kendilerini ancak dışarıda, o da şaka yollu olarak Laz diye tanıtabilirler. Ancak onların kendilerine Laz denilmesine Hemşinliler kadar sinirlenmeyeceklerini de söyleyebiliriz. İspir ise öteden beri Karadeniz kültürüyle alaşım bir kültüre sahip olduğu için ve Hemşinli nüfus barındırdığı için Erzurum’da “Laz” diye anılıyor.
(9) Üç kıstasla Lazistan tanımı yapabiliriz. Bir, tarihi Lazistan: Trabzon’dan Sohum’a kadar olan bölge. İki,Osmanlı Lazistanı: Osmanlı’nın son döneminde sancak statüsünde idare edilen Of-Batum/Gonio (Gönye) arası bölge. Üç, sözünü ettiğimiz bugünkü etnik Lazistan: Pazar ile Batum’un Sarp’i köyü arasındaki coğrafya.
(10) Lazistan’daki ve diasporadaki Laz ve Hemşinli yerleşimleri hakkında en ayrıntılı ama hala eksiklerinin kapatılmasını, hata ve yanlışlarının düzeltilmesini bekleyen bir liste için bkz.;
http://fikirkarargahi.wordpress.com/2012/09/11/turkiyede-laz-ve-hemsinli-yerlesimleri-listesi-dogu-karadeniz/
http://fikirkarargahi.wordpress.com/2012/09/13/turkiyede-laz-ve-hemsinli-yerlesimleri-listesi-2-erzurum-ve-muhaceret-bolgeleri/
(11) Lazca hakkında bilgi; http://tr.wikipedia.org/wiki/Lazca ,
http://www.lazuri.com/lazuri_ceviri/ ,
http://www.doviguram.lazuri.com/ , http://www.lazcaacikogretim.com/ ,
http://fikirkarargahi.wordpress.com/2012/03/09/lazcadaki-yabanci-kelimeler-icin-sozlukce/ ,
http://fikirkarargahi.wordpress.com/
(12) unesco.org language name bölümüne “laz” yazmanız yeterli.
(13) Arkadaşımız Nurten Kurnaz’ın Lazcanın yaşam mücadelesine destek amaçlı hazırladığı video için bkz.;
(14) Türkler tarafından Müslümanlaştırılan Kafkasya halkları Hanefi’dir. Erken dönemde Arap akınlarında Müslümanlaşanlarsa -Çeçenler, Laklar gibi- Şafii’dir.
(15) Hemşinlilerde de Elevit köyü 19. yüzyıl sonlarına dek Ortodokslukta direndi. Hemşinliler, Lazlardan genel olarak daha geç Müslüman oldular ve İslam’ı kabul etmeyen bazı Hemşinli topluluklar Hemşin’den, önce Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun’a göç ettiler. Daha sonra soykırımdan kurtulabilenler de Rusya’ya kaçtılar.
(16) Bildiğim tek evliya türbesi Ardeşen’de bir köyde var. Lazistan’da Rize’nin aksine, marjinal birkaç Nakşi grup dışında tarikatlar, “hocaefendiler”, şeyhler yok, olanlar da toplumca hoş karşılanmıyorlar. Gülen cemaatininse son dönemde bir örgütlenmesi söz konusu.
(17) Hann Ildiko Beller/Chris, İki Buçuk Yaprak Çay/Doğu Karadeniz’de Devlet, Piyasa,Kimlik, İletişim Yay., 2003 (ikinci baskı Mart ’12). Kitap bazı eksikleri ve hatalı tespitlerine karşın Lazistan sosyolojisi üzerine alanında muhtemelen tek olan, önemli bir eserdir.
(18) 1970’lerden itibaren devlet, Fahrettin Kırzıoğlu isimli “tarihçi”ye Lazların Türklüğü üzerine kitaplar yazdırdı. Bu “hoca”nın takipçileri de yörede bu fikirleri yaymaya çalıştılar, bölgedeki tüm kütüphanelerde Lazların Türklüğünü anlatan eserleri görebilirsiniz. Bu propaganda çalışmasının Lazlar üzerinde neredeyse hiçbir etkisi olmadı. Ancak, söz konusu ırkçı kitapların içinde Hemşinlilerin Türklüğüne dair de iddia ve değiniler söz konusuydu. Yörenin Hemşinli “kanaat önderleri” de hemen bu “tezleri” sahiplendiler ve toplumlarına yaymaya çalıştılar. Başarılı oldukları söylenebilir, çünkü Ermenilik iddialarına karşı bunlar kullanıldı/kullanılıyor.
(19) Lazlardaki klasik “Laz milliyetçiliğiyle” harmanlanmış “Atatürk milliyetçisi” tutuma örnek olarak meclis kürsüsünden bir çıkış için izleyiniz.
(20) Megreller de Hıristiyan Laz olduklarını söylerler.
(21) Hopa demografik yapısı son birkaç on yılda değişmiş olan bir kent. Bundan elli sene önce Hopa tamamen bir Laz kentiydi, ancak Lazların büyük şehirlere, Hemşinlilerin de köylerden kente göçüyle yapı değişti ve bugün merkezde karma bir nüfus oluştu. Lazlar ve Hemşinliler arasındaki gerginliğin Hopa’da daha hissedilir olması hem bu demografik değişimin yarattığı sorunlarla; hem de geçmişte Lazların Hemşinlilere yaptıkları baskılarla ilişkilidir.
(22) Lazlar, Hemşinlilerden ”kız almayı” -Hemşinlilerin çok çalışkan olduklarına inandıkları için- destekliyorlar ama onlara ””ye hem Hemşinlilerle ilgili genel küçümseyici stereotip yaklaşımları, hem de Hemşinlilerin kadınları çok çalıştırdıklarına dair yaygın inançları sebebiyle pek yanaşmıyorlar.
(23) Pazar’da da bir Horum köyü var: Venek.
(24) Rize ve Trabzon ağızları Doğu Karadeniz şivesi içinde aynı hücre içinde değerlendirilir. Fakat İstanbul ağzını merkeze koyup da söylersek Rize ağzının daha “ağır” bir varyant olduğunu söyleyebiliriz. Her iki aksan üzerinde de Rumca etkisi barizdir ancak Trabzon ağzında, özellikle de kıyı kesimde epey yoğun bir “öz Türkçe” sözcük ve kalıp birikimi olduğunu da söyleyelim. Bu ağızlar üzerindeki Rumca etkisiyle ilgili bir anımı paylaşayım. Daha çocuk yaşlardayız, yöre televizyonundan Ferhan Şensoy’un adını bilmediğim ve bulamadığım Romalılar (Bizans) temalı bir hiciv oyununu izliyoruz. Oyuncular Yunan aksanıyla Türkçe konuşuyorlar, arkadaşımın bu aksana tepkisi “bunlar niye Çayelililer gibi konuşuyorlar” olmuştu (!). Yine aynı oyunda Roma’nın düşmanları sayılırken -yanlış bir biçimde “Lazikalar” dense de- Lazların adının anılması da bizi heyecanlandırmıştı.
(25) Rizespor taraftarlarının “Pazar’a Kadar Değil, Mezara Kadar!” diye bir sloganları vardır! Madem futbol dedik enteresan bulduğum bir örnek daha vereyim, Rizeli-Laz farkıyla ilgili.
Rize merkez ve çevresinde Trabzonspor’un esamisi okunmaz, ama Pazar’dan içeri adımınızı attığınız andan itibaren bir Trabzonsporluluk atmosferine de girmiş olursunuz, bunu arabalardaki, evlerdeki, dükkanlardaki bayraklardan hissedersiniz. Zira Trabzonspor çok sayıda Laz taraftarının gözünde bir “ihtilal”, “efsane”, “çevrenin merkeze bir çalımı”dır.
(26) Çay tarımının Lazistan’daki etkileri için tıklayın.

/Bianet – İsmail Güney YILMAZ igy_baskan@hotmail.com

EN SON EKLENENLER