35 yıldır kapanmayan yara: Maraş Katliamı – II

maras_katliami3Bayram BALCI

1500’lü yıllardan cumhuriyete kadar hiçbir iktidara boyun eğmemiş bir kent olan Maraş, bu direnişçi kimliği ile 35 yıl önce bir kez daha devletin hedefi haline geldi. Maraş Katliamı’nı yapan zihniyet, katliamda yaşamlarını  yitirenlerin mezarlarını da kaybetti

Maraş Katliamı’nın tarihsel kökleri

Maraş Katliamı’nın üzerinden 35 yıl geçti. Katliamın ardından çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Katliamın hangi devlet görevlileri ve ajanlar tarafından nasıl planlandığı ve kimler tarafından uygulandığı “devlet sırrı” olarak bugüne kadar gizlendi. 35 yıl önce büyük bir katliamın yaşadığı Maraş, neden hedef seçilmişti? Maraş’ın tarihsel geçmişi, sosyolojik ve politik konumu neydi? Bütün bunları, Maraş Katliamı üzerine kapsamlı bir çalışması bulunan ve yaptığı bu çalışma “Maraş Kıyımı” adıyla yayınlayan araştırmacı-yazar Aziz Tunç ile konuştuk. Tunç, Belge Yayınları’ndan çıkan kitabında, Maraş’ın neden hedef seçildiğinin tarihsel geçmişine ışık tutuyor.

– Maraş Katliamı’nı anlatan ‘Maraş Kıyımı’ adında çok önemli bir çalışmanız var. Bugünden baktığımızda Maraş Katliamı’nı nasıl anlamak gerekiyor?

Öncelikle Maraş’ı doğru tanımak gerekiyor. Maraş doğru tanınmadan Maraş Katliamı yeterince anlaşılamaz. Bu amaçla Maraş’ın tarihsel ve toplumsal yapısına kısaca da olsa yakından bakmak gerekiyor. Maraş 1920’lere kadar çok dilli ve çok dinli sosyal bir yapıya sahiptir. Dahası Maraş yine aynı tarihe kadar toplumsal direnişlerin yogun olarak yaşandığı bir yerdir. Ortaçağ’da bu coğrafyada otoriteye ve iktidarlara karşı yaşanmış olan en büyük ve en etkili toplumsal birleşik halklar isyanı olan Babailer İsyanı, Maraş ve çevresinde yaşanmıştır. Daha sonra özellikle 1520’lü yıllar ve devamı yıllarda yine otoriteye karşı yaşanan Kalender Çelebi İsyanı, Zennun Baba İsyanı, düzmece Şah İsmail İsyanı ve Celali İsyanları gibi isyanlar ya Maraş’ta ya da yakın çevresinde yaşanmıştı.

aziz_tunc– Maraş’ın bu etnik ve direnişçi yapısı ne zamana kadar sürüyor?

1800’lere kadar bölgenin etnik ve dinsel yapısının bu çeşitliliği devam etmiş, bunun sonucu olan direnişçi özellikler varlığını korumuş ve sürdürmüştür. 1800’lerin ikinci yarısında Maraş’a Rusya’dan sürgün edilen Çerkesler yerleştirilmişlerdir. Çerkesler, Osmanlı’nın, daha sonra İttihat ve Terakki’nin ve devamında cumhuriyetin askeri kadroları olarak değerlendirilmişlerdir. O tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu’nun kurduğu dönemin özel ordusu olan Fırkai İslahiye bölge halklarına yönelik sistemli ve kapsamlı saldırılarda bulunmuştu. Bunun sonucunda bölgenin devlete tabii olmadan yaşayan halkları zorla yerleşik hale getirilmişler, bugün bildiğimiz Osmaniye gibi şehirler bu şekilde kurulmuştur. Bu şekilde devlete tabii hale getirilen bu toplumsal kesimler, daha sonra İttihat ve Terakki tarafından geliştirilen asimilasyon politiklarına tabii tutulmuş, ilk olarak İslamî olmayan topluluklar hedef alınmıştır.

– Maraş’ta asimilasyonun kökü çok eskilere dayanıyor yani?

Tabii tabii, Maraş’ta yaşayan Ermeniler, Süryaniler ve Rumlar sistemli olarak asimilasyon amaçlı saldırılara maruz kalmışlardır. Bu saldırılara karşı özellikle Ermenilerin 1870’lerde geliştirdiği direnişler, 1915’lere kadar devam etmiştir. 1915’te başlayan tehcir ve daha sonra geliştirilen katliamlarla o güne kadar varlıklarını korumuş olan Ermeniler topyekün olarak ve bir daha adı anılmamacasına Maraş’ta yok edilmişlerdir. Böylece gayri müslim topluluklar olarak Süryaniler, Rumlar ve Yahudilerle birlikte Ermeniler de Maraş’tan yok edilerek, asimisyon politikası bir adım daha ileri götürülmüştür.  Adı geçen toplulukların yerine onların topraklarına ve evlerine, yaşadıkları travmalar sonucu toplumsal kimliklerini yitirerek, Türkleştirilen ve Sünnileştirilen göçmenler yerleştirilmiştir. Böylece 1870’lerde Fırkai İlahiye adlı özel ordunun faaliyetleri ile başlatılan ve Maraş’ın sosyal dokusunun tahrip edilmesini amaçlayan süreç yeni bir aşamaya geçmiştir.

– Kürtlere ve Alevilere yönelik saldırılar ne zaman başlıyor?

Ermenilerin ve diğer toplumsal kesimlerin tasfiyesinden sonra, Maraş ve çevresinde, Kürtlerin ve Alevilerin tasfiye edilmesi stratejik bir ihtiyaç olarak egemenlerin gündemine girdi. Egemen siyasal güçlerin Maraş’taki Kürtlere ve Alevilere yönelik tasfiye amaçlı stratejik planları 1960’larda başlayıp 1978’e kadar yükselerek devam etmiştir. 1960’lardan itibaren kentte ve çevresinde gelişin devrimci toplumsal mücadelenin bastırılması egemenler için stratejik bir zorunluluk olmuştur. Bu zorunluluk egemen güçleri Maraş Katliamı’nı planmaya itmiştir. Yani Maraş Katliamı, dönemin toplumsal mücadelesini bastırmanın ve aynı zamanda asimilasyonun bir sonucu olarak gerçekleştirilmiştir. Maraş Katliamı politik bir operasyondur. Dolayısıyla Maraş Katliamı, tek başına devrimci mücadelenin bastırılmasını sağlayan 1980 Askeri Darbesi’ni amaçlayan, ama aynı zamanda da Kürtlerin ve Alevilerin asimilasyonunu amaçlayan, Maraş’ı etnik temizliğe tabii tutan bir katliamdır. Doğrudan egemen siyasal güçler tarafından gerçekleştirilmiş bir katliamdır. 1500’lerde başlayan Maraş’ın çok dilli ve çok dinli toplumsal yapısına karşı yapılan saldırı sonucunda şovenizmin dayanağı haline getirilmiş toplumsal yapı ve katliamcı güruh; Maraş Katliamı’nda çok kolay bir şekilde yönlendirildi. Böylece egemen siyasal güçler, bu şoven güruh eliyle hem yükselen devrimci toplumsal mücadeleyi bastırdı, hem 12 Eylül faşist darbesinin yolunu açtı, hem de asimilasyon politikalarını pratikleştirdi.

– Maraş Katliamı’nı kimler planladı, kimler yaptı?

Maraş Katliamı’nı kimlerin yaptığını soyut kavramlar yerine, daha somut olarak ifade etmek mümkündür. Konuyla ilgili olarak dönemin kaynakları incelendiğinde, adları Maraş Katliamı’yla birlikte anılan birçok kişi ile karşılaşmak mümkün. Bunlardan dönemin paramiliter siyasal gücü olan MHP, ÜGD ve bu yapıların kadroları olan isimler, ilk elde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar başta Türkeş ve MHP Maraş Milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş olmak üzere, Ökkeş Kenger (Şendiller), Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı ve daha birçok kişi. Ayrıca daha sonra adı JİTEM ile özdeşleşecek olan Cem Ersever’in de bu katliamla bağlantısı vardı. Yine dönemin Yeşil’i denebilecek kadar karanlık ilişkileri olan ve esrarengiz yüzbaşı olarak anılan Mehmet Ali Çeviker, Maraş Katliamı’yla bağlantılı kişilerdir. Ayrıca dönemin Başbakanı Ecevit’e MİT tarafından gönderilen ve ölümünden sonra açığa çıkan resmi raporda adı geçen MİT görevlileri bu katlimdan sorumlu olanlardır. Silah kaçakçıları Ökkeş Çokuçkun ve Gabriel Aktürk bu katliamla birlikte anılan diğer isimlerdir. Aynı şekilde dönemin CIA ajanı Aleksadre Peck bu isimlere eklenmelidir. Bu isimlerin bu katliamın organizasyonunda adlarının geçiyor olması salt bir iddia olarak geçiştirilemez.

– Maraş Katliamı’yla amaçlanan neydi?

Maraş Katliamı’yla Alevi Kürtlerin asimilasyonu ve Maraş’ın etnik temizliği amaçlanmıştı. Ancak, amaçlandığı gibi Alevi Kürtlerin asimilasyonuna yol açmadı. Bölgede yaşayan ve kaliama uğrayan Alevilerin hemen hepsi aynı zamanda Kürt Alevi’dirler. Dolayısıyla Kürtlerin asimilasyonu amaçlanmış olsa da Kürt siyasal hareketinin geliştirdiği mücedele bu katliamla amaçlanan asimilasyon sürecini akamete uğratmıştır. Ancak hem darbenin gerçekleşmesine hem de Alevilerin bölgeden sürülmesine, Maraş’ın önemli oranda Alevilerden arındırılmasına yol açtığını söylemek yanlış olmaz. Maraş Katliamı’ndan sonra uygulanan sıkıyönetim koşullarında katliama maruz kalan Alevilerin göç etmelerinin teşvik edildiği ve kolaylaştırıldığı biliniyor. Böylece Maraş’ta Alevi varlığı son derece ciddi bir düzeyde geriletilerek, asimilasyon süreci işletilmiştir.

Mezarları da kaybettiler

Maraş Katliamı’nda sadece Alevi Kürtleri katletmekle yetinmediler, mezarları da kaybettiler. Katliamda yitirdikleri yakınlarının mezarlarını yıllar sonra ziyaret etmek isteyen ya da yakınlarının mezarlarını köylerine taşımak isteyen aileler, korkunç bir gerçekle karşı karşıya kaldı. Maraş Belediyesi, yakınlarının mezarlarını arayan ailelere; 1978 yılında Maraş Şeyh Adil Mezarlığı’na defnedilen yakınlarının mezarlarının kaybolduğunu bildirdi. Ailelerin avukatı Seyit Sönmez, Maraş Katliamı’nda yaşamlarını yitirenlerin mezarlarının kaybedilmesiyle ilgili sorumlular hakkında Maraş Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Avukat Sönmez, mezarların kaybedilmesini şöyle anlattı: “Katliamdan bir yıl sonra Yörükselim mahallesinde doğdum ve üniversiteye kadar orada yaşadım. Avukat olana kadar katliamın pek farkında değildim. Bir gün kitapçıda Belge Yayınları tarafından yayınlanan Aziz Tunç’un “Maraş Kıyımı” adlı kitabını gördüm, alıp okudum ve bazı mezarların kayıp olduğu iddiasıyla karşılaştım. Daha sonra iddianame ve gerekçeli kararı okuyup bu iddiaların doğruluğuna inanıp; ailelere ulaşmaya çalıştım.

Sorumlular cezalandırılsın

Ulaştığım ailelerden babası öldürülen Salman Bayır ile İstanbul’da, kardeşi öldürülen Veli Bozkurt ile Mersin’de görüştüm ve onlar adına Maraş Belediyesi’ne başvurdum ve yakın zamanda da ailesinden 3 kişi katledilen Hayri Ergönül adına başvuru yaptım. Belediyeden gelen cevap ile bazı mezarın kayıp olduğu iddiası kesinleşmiş oldu. Belediyenin cevabı gayrı vicdani ve gayrı ahlakidir. Bu durum AİHS’nde; kişinin aile ve özel yaşamının korunmasının ihlali anlamını taşır, Türk Ceza Kanunu’na göre; görevi ihmal suçudur, kişinin manevi yaşamına, hatırasına karşı bir saldırı suçudur, ibadethane ve mezarların korunmasına yönelik bir suçtur. Suç duyurusu bir sonuç verir mi bilemiyoruz, ancak mezarlar konusu, Maraş Katliamı’nı unutturmamak için demokratik kamuoyu tarafından daha çok sahiplenilmesi gereken bir konudur. Bu vesile ile ailelere çağrı yapıyoruz, mezarlarınıza sahip çıkın.”

Yargı süreci nasıl işledi

Maraş Katliamı yargılamaları, katliamın devamı olarak gerçekleşmiştir. Maraş Katliamı davası, özel olarak ele alınması ve üzerinde durulması gereken bir konudur. Maraş davası sanıldığı gibi hukuksal bir faaliyet olarak gerçekleşmemiştir. Tam tersine yargılama süreci bir bütün olarak katliamın bir parçası olarak gerçekleştirilmiştir. Yazının kapsamı açısından ayrıntılara giremesek de birkaç noktaya değinmek konuyu anlamak için yeterli olabilir. Bu konuda yapılması  gereken ilk tespit sıkıyönetim mahkemesinin Maraş Katliamı’na ilişkin yaptığı tanımlama ve bu tanımlama üzerinde geliştirilen pratik sonuçlardır. Sıkıyönetim mahkemesi, Maraş Katliamı’nı bir katliam olarak tanımlamamış, öyle görmemiştir. Sıkıyönetim mahkemesi Maraş Katliamı’nı iki topluluğun; Alevi ve Sünnilerin birbirleri arasında bir çatışma olarak tanımlamıştır. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan tablo katliamcıların aklanmasına yol açmıştır. Katliamın bir nolu sanığı olan Ökkeş Kenger, bu düzenlemenin sonucu olarak beraat etmiştir.  Aynı şekilde katliamın birçok kaynağı gizlenmis, katliamcılar aklanmıştır. Bu sürecin bu şekilde gelişmesinde dönemin askeri komutanlarından Jandarma Genel Komutanı Sedat Cılacu’nun yazdığı bir raporun belirleyici olduğu görülmektedir.

– Unutmamak için neler yapılmalı?

Maraş Katliamı’nın insani bir boyutu olduğu gözardı edilmemelidir. İnsanı boyut gözardı edilir veya unutulursa bu katliamla hesaplaşmayı zayıflatan ve mağdurlara karşı haksızlığa yol açan bir tutum olur. Bu katliamda onlarca insan öldürüldü, bir o kadarı yaralandı. Maraş Katliamı’nın 35. yılında katledilen insanlarımızın unutulmaması için daha özgün bir dikkat ve daha kalıcı yaklaşımların geliştirilmesi son derece önemli ve gereklidir. Ayrıca mağdur ailelerin bugün içinde bulundukları durumlar ve yaşadıkları travmalar; başlı başına ilgi gerektiren bir sorumluluk alanıdır.

EN SON EKLENENLER