Mustafa Karasu: Tarih Alevileri tutumlarından dolayı onure edecektir!

mustafa_karasuKCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile Yapılan Röportaj – I. Bölüm

24 Aralık 1978’de gerçekleşen ve resmi rakamlara göre iki yüze yakın kişinin yaşamını yitirdiği Maraş katliamının yapılış biçimiyle ne amaçlandı? İnsanların karnının deşilmesi, doğranması ve suikast yöntemleriyle hunharca katledilmesiyle ne mesaj verilmek istendi?

24 Aralık’ta somutlaşan Maraş katliamının hem güncel hem de tarihsel nedenleri vardır. her İkisini anlamadan Maraş katliamını gerçek anlamda değerlendirmek mümkün değildir.

Maraş, Kürdistan’ın Türkiye ile sınırı olan illerindendir. Antep, Adıyaman, Maraş,Malatya, Sivas, Erzincan ve Dersim Alevi Kürt şehirleridir. Çoğunluğu Fırat’ın batısı olarak bilinen bu illerde Cumhuriyetle birlikte izlenen politika Kürtleri Türkleştirme, Alevileri de Sünnileştirme politikasıdır. Türk devleti mevcut Türkiye sınırlarındaki farklı etnik kimlikleri ve inanç topluluklarını Türk ve Sünni hale getirerek tek renkli bir ulus yaratmayı hedeflemiştir. Türk-İslam denilen böyle bir ulus yaratarak güçlü olacaklarını düşünmüşlerdir.

Özellikle de Osmanlı imparatorluğunun dağılması ve küçülerek Türkiye’nin mevcut sınırlar içinde kalması, Türk yönetici elidinde farklı kimlik ve inançlara karşı bir güvensizlik ve bu temelde onları ortadan kaldırma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Araplar, Arnavutlar, Sırplar, Bulgarlar ayrılmış Osmanlı imparatorluğu dağılmıştır. Osmanlı imparatorluğu sonrası kurulan cumhuriyet ve onun yönetici elidi “Türkiye cumhuriyeti olarak bir devlet kuruyoruz, bu devlet sağlam olsun, dağılmasın” düşüncesiyle güçlü olacaklarını düşündükleri Türk-Sünni bir ulus yaratmayı hedeflemişlerdir. Türkiye’nin demokratikleşerek bütün halklarla, inançlarla bir arada yaşayarak bu temelde güçlenme, bu temelde bir arada yaşama yerine, bütün farklılıkları ortadan kaldırarak tek kimlikle var olan bir devlet, bir ulus-devlet yaratma hedeflenmiştir.

Bunun en somut ifadesi cumhuriyetin kuruluşundan sonra bütün farklılıkları ezmek, merkezi bir devlet ve tekleşmiş bir ulus yaratma politikasının sonucu, Şeyh Sait ve arkadaşlarını idam edip Kürtleri sindirerek Türkleşmeye zemin hazırlamak istemişlerdir. Arkasından 1926’da kabul edilen Şark Islahat Planı; tek millet, tek devlet, tek inanç projesinin hangi araç ve yöntemlerle, politikalarla yürütüleceğini ortaya koymuştur. Şark Islahat Planı bütün Kürtleri Türkleştirmeyi hedeflediği gibi, Alevi Kürtleri hem Türkleştirmek hem de inançları üzerinde baskı kurup Sünnileştirmeyi hedeflemiştir. Bunun en somut ifadesi de Dersim soykırımıdır. Dersim soykırımı devletin planlı bir soykırımıdır. Çok önceleri hazırlanan ve bu çerçevede uygulamaya konulan planın somutlaşmasıdır, zirveleşmesidir.

Kuşkusuz bu katliamla sadece Dersim değil, bütün Alevi Kürtler üzerinde baskı kurulmuş, sindirilmek istenmiştir. Dersim üzerinden bütün Alevi Kürtler üzerinde bir Türkleştirme ve inançlarını baskı altına alma politikası izlenmiştir. Dikkat edilirse asimilasyonun, inkarcılığın en fazla geliştirdiği alan Alevi Kürtlerin bulunduğu alandır. Alevi Kürtleri erkenden ve tümden daha kolay Türkleştiririz düşüncesiyle en fazla buraları hedeflemişlerdir. Kuşkusuz Kürdistan’ın diğer illeri, bölgeleri de kültürel soykırım politikalarına tabii tutulmuştur. Cumhuriyetle birlikte Kürdistan’ın tümünde askeri işgal, siyasi sömürgecilik, ekonomik talan temelinde tam bir kültürel soykırım politikası yürütülmüştür. Öyle ki, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek biçimde Anadil yasaklanmıştır. Türk okullarının, Türk kültürünün teşvik edilmesi, Türk kültürünün yaygınlaştırılarak Kürt dili ve kültürünün yok edilmesi hedeflenmiştir. Çarşıda pazarda Kürtçenin konuşması yasaklandığı gibi, çocukların evlerde bile Kürtçe konuşması yasak edilmiştir. Öyle ki, kapılar dinletilmiş, evinde bile Kürtçe konuşanlar cezalandırılmıştır. Bu bile nasıl bir kültürel soykırımcı politika izlendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Kürdistan sadece askeri olarak işgal edilmemiştir; Kürtlerin kendi kimliği ve dilini, ulusal demokratik taleplerini dillendirecek hiçbir siyasi oluşuma izin verilmemiştir. En ağır suç bu tür siyasi talepler dile getirilme olarak görülmüştür. Sosyal alanda da Kürt kültürüyle sosyal yaşam yok edilerek sosyal yaşam tamamen Türkleştirme üzerine kurulmuştur. Türkleşmeyi teşvik eden sosyal faaliyetlere izin verilmiş, bunun dışındaki sosyal faaliyetler geri ve tehlikeli görülerek baskı altına alınmıştır.

Dersim katliamıyla birlikte bu politika daha sistemli hale getirilmiştir. Dersim Tunceli’leştirilerek tümden Türkleştirmek hedeflenmiştir. Öyle bir ruh hali yaratılmıştır ki, insanlar yaşadıkları bu büyük soykırımı bile dillendirmekten korkmuşlardır ya da hatırlamak istememişlerdir. Artık Kürtlüklerinden söz etmek, kendi dillerinde konuşmak bile tehlikeli görülmüştür. İnsanlar bu değerlerinden uzak durmaya başlamışlardır. Zaten bütün Kürdistan’da olduğu gibi Alevi Kürtler açısından da Türkleşmek yaşam alanı bulmak anlamına gelmiş, Kürtlük ise hiçbir değer ifade etmeyen, yaşam alanı tümden ortadan kaldırılmış bir kimlik haline getirilmiştir. Kürtlüğünde ısrar ettin mi karnını bile doyuramayacak duruma düşebilirsin. Siyasi, sosyal, kültürel ve psikolojik ortam budur.

Alevi Kürtler üzerindeki politikanın en fazla etkili olduğu alanlardan biri de Maraş’tır. 1960’ların sonuna gelindiğinde Türkleşmeye doğru ilerleme durumu ortaya çıkmıştır. Artık Kürtlüğünü ve Aleviliğini her yerde gizlemektedir, saklamaktadır. Neredeyse Türklüğe gönüllü yürünmektedir. Kimliği gizleme ve saklama, zamanla Kürtlüğün Türklüğe, Aleviliğin de Sünni inanca evrilmesi gibi bir durum ortaya çıkarmaktadır. Belki Aleviliğini daha geç bıraksa da bu konuda da Aleviliğin tüm değerlerini savunma yerine, Aleviliğin de ne kadar Müslüman olduğunu ispatlama gibi bir psikolojik, kültürel eğilim ortaya çıkmıştır.

İşte bu ortamda, 1960’ların sonu, 70’lerin başında Türkiye’de devrimci gençlik hareketi ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki sol ve sosyalist hareket tabii ki çıkışıyla birlikte özgürlük isteyen, demokrasi isteyen bütün topluluklara seslenmiştir. Çünkü sosyalizmde bütün inançlara, bütün kimliklere, bütün farklılıklara saygı vardır. Sosyalizmde milliyetçilik yoktur. Sosyalizmde bir inancın diğer inanç üzerinde baskı kurmasına neden olan bir anlayış yoktur. Bu gerçeklik belli düzeyde kültürel asimilasyona uğrayan Alevi Kürt gençlerinin Türkiye soluna eğilim göstermesini beraberinde getirmiştir. Kürdistan’ın genelinde ise giderek Kürtlükle ilgili düşünceler filizlenmeye başlamıştır. Doğu Devrimci Kültür Ocaklarına Kürt gençlerinin ilgi göstermesi gelişmiştir.

Bu süreç 12 Mart’la sekteye uğratılmıştır. Ancak 12 Mart’tan kısa bir süre sonra devrimci hareket yeniden filizlenmeye başlamıştır. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin direnişleri gençleri etkilemiştir. Alevi Kürt gençlerinin 12 Mart’ta direnen devrimci önderlere sempatinin gereği önemli bir kısmı Türkiye sol örgütlerine eğilim göstermiştir. Bu süreçte haksızlığa, zulme karşı çıkan, sosyalizmi savunan kimliğiyle aynı zamanda Kürt halkına yönelik kültürel soykırıma baş kaldıran, isyan eden, buna karşı mücadeleyi öngören ve bu temelde de bütün farklı inançların, kimliklerin kendi kimliğiyle örgütlenmesini ve Özgürlük Mücadelesini vermesini sağlayan Apocular grubu ortaya çıkmıştır. Bu grup Türkiye’deki sosyalizm ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak devrimci mücadeleyi geliştirdiği gibi, kültürel soykırıma uğrayan Kürtlerin de kendi kimliğiyle örgütlenmesini, kültürel soykırıma karşı kendi kimliğiyle örgütlenerek bir ulusal demokratik Özgürlük Mücadelesi verme iddiasını da ortaya koymuştur.

Apocu hareket kısa sürede Kürdistan’ın her tarafında gelişmeye başlamıştır. 1973’te Çubuk Barajında kurulan bu grubun içinde Alevi Kürt gençleri çoğunluktadır. Altı kişilik topluluğun dördü Alevi Kürt’tür. Yani Apocu grubun ilk grup olma kararı oluştuğunda, grubun ilk üyelerinin çoğunluğunun Kürt Alevi olması da bu hareketin nasıl bir özgürlük ve demokrasi hareketi olduğunu, tüm Türkiye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesi geliştirme yanında Kürdistan’da da ulusal Özgürlük Mücadelesini geliştirirken Alevi’siyle, Sünni’siyle bütün Kürtleri kendi kimliğiyle özgürleştirmeyi hedeflediğini ortaya koyar. Daha doğrusu Alevi Kürt gençleri kendilerini Önder Apo’nun düşüncelerinde, özgürlük ve demokrasi anlayışında gördükleri için Önder Apo’yla birlikte hareket ederler. Bu ilk grup özgürlük ve demokrasi anlayışı nedeniyle oluşumunu ifade eden Çubuk Barajında olduğu gibi, daha sonra da Alevi gençlerin grup içinde yoğunlukla ve aktif bir biçimde yer almasını sağlamıştır. Zaten Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını önceliklerine koyan Kürt örgütleri içinde Alevi Kürtleri örgütleyebilen tek hareket olmuştur. başka bazı örgütlerde de Alevi Kürt gençleri yer alsa da bunların sayısı çok sınırlı olmuştur.

Apocu grubun ilk geliştiği yerlerden biri de Güneybatı’dır. Antep’te, Adıyaman’da, Maraş’ta ve Malatya’da gelişme gösterir. Özelikle Antep’te güçlenir. Antep’te de Maraşlılar, Adıyamanlılar, Malatyalılar yoğun bir biçimde vardır. Özellikle de Maraşlılar Antep’te önemli bir nüfus oluşturmuşlardır. Kısa sürede Antep’te yaşayan Pazarcıklılar, Elbistanlılar, Malatyalılar üzerinden Güneybatı denilen Maraş, Malatya Adıyaman’da bu hareket gelişme gösterir. Dersim de Apocu grubun ilk geliştiği yerlerdendir. Kuşkusuz sadece bu alanlarda değil, bütün Kürdistan’da, Urfa’da, Mardin’de, Amed’de, Batman’da, Bingöl’de ve Serhat’ın diğer illerinde de gelişme gösterir.

Apocu hareketin geliştiği 1970’ler dönemi aynı zamanda Türkiye’de de devrimci demokratik hareketin, sol güçlerin geliştiği bir dönemdir. Malatya, Maraş, Adıyaman’da da sol güçlerin önemli bir gelişme potansiyeli vardır. Bir taraftan Apocu grup gelişme gösterirken, Türkiye solundan örgütler de Antep’te, Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta gelişme göstermektedirler. Gelişen Apocu hareket de bu şehirlerde Alevi Kürtleri yoğun bir biçimde içine çekmektedir. Öyle ki, 1978’e gelindiğinde Apocular Alevi Kürtlerin de yoğun olarak yaşadığı Antep’te işçiler arasında da, gençler arasında da, halk arasında en etkin grup haline gelmişlerdir.

Türk devleti Şark Islahat Planından ve cumhuriyetten bu yana özellikle Fırat’ın batısındaki Alevi Kürtleri asimile etmek isterken, 1960’ların sonu, 70’lerin başında bu gençler Türkiye soluna ilgi duymuşlar ve devrimci mücadele içinde yer almışlardır. 1970’lerle birlikte Apocu grupla Maraş’ta, Malatya’da, Anep’te, Adıyaman’da, Dersim’de önemli bir örgütlenme düzeyi ortaya çıkmıştır. Bu örgütlenmenin hem de Türk devletine ve yerel gericiliğe meydan okuyan militan bir karakteri bulunmaktadır. Türk devleti buraları Türkleştirmek isterken, Türk uluslaşması içinde eritmek isterken Dersim isyanı ve diğer politikalarla Alevi Kürtleri sindirmek isterken, Alevi Kürtler Apocular dahil 1970’lerde devrimci örgütlenmeler içinde yer alarak aktif mücadele içinde olmuşlardır. Türk devletinin on yıllardır izlediği politika tersine dönmüştür. Türk devletinin politikalarını boşa çıkaran, on yıllarca yıl yürüttüğü politikalarla ulaştığı sonuçları tersine çeviren bir durum ortaya çıkmıştır. Türk devletini Maraş katliamına götüren etkenlerden biri budur.

Diğer yandan güncel olarak da Maraş ve çevresi Türkiye’de gelişen sol, sosyalist, Kürt Özgürlük Mücadelesi içinde aktif olarak yer almaktadırlar. Mevcut Türkiye’deki rejimin gerilemesi, dağılması, solun, sosyalist güçlerin Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’de ve Kürdistan’da gelişme göstermesi NATO’ya bağlı sömürücü, baskıcı,  kültürel soykırımcı rejimi tehdit etmeye başlamıştır. Öyle ki, önü alınmazsa sol, sosyalist güçlerin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’de ve Kürdistan’da giderek kesin bir hakimiyet sağlaması gündeme gelecektir. İşte Türkiye’nin siyasal kriz geçirdiği, altüst oluş yaşadığı, devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların büyük bir yükselişe geçtiği böyle bir süreçte bunu durdurmak için bir planlama çerçevesinde karşı saldırıya geçmiştir. Maraş katliamı böyle bir saldırıda dönüm noktasıdır. Bir taraftan Türkiye’de gelişen devrimci demokratik sosyalist hareketin gelişmesini, diğer taraftan da gelişen Apocu hareketin bütün Kürdistan’da ve Güneybatı’da etkili olmasının önüne geçmesini engellemek açısından bu katliam planlanmış ve pratikleştirilmiştir.

Bu katliam her zaman tahrik edilebilecek Alevi-Sünni gerilim noktalarının olduğu Maraş gibi bir yerde gerçekleştirilmiştir. Maraş’taki gericilik ve MHP örgütlenmesi Kürt Alevi halkının üzerine sürülmüştür. Kısa sürede MHP’lilerin ve her türlü gerici güçlerin ve bu tür provokasyonlar ve komplolar yapan derin devlet birimlerin de harekete geçmesiyle birlikte yüzlerce Kürt insanı vahşice katledilmiştir. Kürtlüğün ayağa kalkması, Kürt halkının zulme karşı baş kaldırması, mevcut Türkiye rejimini kabul etmemesi, bu rejimi kabul etmeyerek özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi verenlerin yanında yer alması bu devleti öfkelendirmiştir. İşte Maraş’ta da bu öfke Alevi Kürt halkının vahşice katledilmesiyle sonuçlanmıştır.

Maraş katliamından hemen sonra bütün Türkiye’de, Kürdistan’da sıkıyönetimin yaygınlaştırılması bu nedenledir. Maraş katliamından sonra sıkıyönetimin geniş bir alana yayılması bu katliamın kapsamlı bir planlamanın parçası olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim Maraş katliamı 12 Eylül’e giden yolun en temel dönüm noktasıdır. Zaten sonradan anlaşılmıştır ki, Maraş katliamının olduğu dönemde bir darbe kararı alınmıştır. Darbenin psikolojik ve siyasi ortamını yaratmak için böyle bir katliam gerçekleştirilmiştir. Bu katliamın gerçekleştiği siyasal ortam iyi irdelendiğinde katliamın amacı da net olarak anlaşılmıştır. Nitekim Kürt Halk Önderi daha 1978 Maraş Katliamından hemen sonra yazdığı Maraş Katliamı Üzerine Değerlendirme adlı broşürde Maraş katliamının faşist bir darbeye gitmenin başlangıcı olduğunu, eğer devrimciler, sosyalistler, bütün demokratik güçler bir araya gelip örgütlü hareket etmediği takdirde bu sürecin sonunun bir faşist darbeyle sonuçlanacağını vurgulamıştır. Bunu öyle herhangi bir sağ-sol çatışması olarak görmemiş, bütün Kürdistan ve Türkiye’de bir faşist diktatörlüğe giden yolun başlangıcı olarak görmüştür. Ne var ki Türkiye’deki sol güçlerin büyük çoğunluğu Maraş katliamını böyle algılamamışlardır. O yıllarda şurada-burada MHP’lilerin halka saldırarak yaptığı katliamlardan, saldırılardan biri olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle de Maraş katliamına o dönemde daha örgütlü bir cevap verme, tedbirler alarak katliamın hedeflerini boşa çıkarma politikası yürütülememiştir.

Maraş katliamıyla böyle bir askeri darbe amaçlandığı gibi, topluma da devrimci güçlerin, demokratların yanında yer alınırsa katliama uğrayacakları, öldürülecekleri mesajı verilmiştir. Özellikle de Alevi Kürtlere bu mücadelenin içinde yer alırsanız, devlete karşı mücadele eden örgütlerin yanında yer alırsanız, onlarla birlikte devlete karşı mücadele ederseniz başınıza bu tür katliamlar gelir biçimindeki bir mesaj da verilmek istenmiştir. Açıkça Alevi Kürtlere “Bizim 1926 yılından beri Şark Islahat Planı çerçevesinde uyguladığımız politikalara boyun eğeceksiniz, Türkleşeceksiniz, kimliğinizi ve inancınızı bırakacaksınız, bu devlet sizlere nasıl bir gelecek çizmişse o yolda yürüyeceksiniz mesajı vermiştir. Bizim politikamıza karşı çıkanların sonu bu olur, demişlerdir. Bu saldırı ve katliamlarla Alevi Kürtlerin yavaş yavaş Maraş’a yerleşmesi, Maraş’ta giderek nüfus dengesini Kürtlerden yana çevirecek bir gelişme göstermelerinin önüne engel olmuşlardır. 1979’da Kürtler Maraş’ta artık yerleşik bir hale gelmişlerdir. Ticarete girmişlerdir. Köylerden göç eden Alevi Kürtlerin yerleştiği bir şehir haline gelmiştir. Bu katliamla birlikte şehir merkezinden başlayarak Maraş Kürtlerden arındırılmıştır. Zaten bir yönüyle de sonuçlarına bakarak Maraş katliamının hangi amaçla yapıldığı, neyi hedeflediği görülebilir.

Katliam Maraş başta olmak üzere bölgedeki Kürt Aleviler üzerinde nasıl sonuçlar ortaya çıkardı? Sosyal ve psikolojik açıdan nasıl bir etkiye yol açtı?

Maraş katliamı kuşkusuz başta Maraş olmak üzere çevredeki Alevi Kürtler üzerinde çok ağır bir travma ortaya çıkardı. Önemli bir psikolojik baskı yarattı. Alevi Kürtleri kendilerini güvende hissetmemeye başladılar. Mevcut Türk devletinin varlığı ortamında her zaman yaşamlarına kast edilecek katliamlar olabileceği biçiminde bir psikolojik etki altına girdiler. Sadece Maraşlılar değil, bütün Aleviler  içinde ne zaman, nerede, nasıl katliama uğrayacakları konusunda kaygılar, kuşkular arttı. Bu durum neredeyse Alevi Kürtlerin Türkiye’de yaşam hakkı ve imkanı kalmadığı gibi bir izlenim ortaya çıkardı. Kültürel soykırımcı sömürgeci Türk devleti de böyle bir ruh hali yaratmayı hedefliyordu. Zaten 1950-60’lardan daha sonraları da Alevi Kürtler ilk önce metropollere daha sonra da Avrupa’ya göçertiliyordu.

Kuşkusuz Kürtlerin Kürt bölgelerinde ekonomik sorunların da vardı, ama benzer ekonomik sorunlar Türkiye’nin birçok bölgesinde de bulunmaktaydı. Sadece Alevi Kürtler değil, Alevi Kürtler çevresinde yaşayan Sünni Türkler için de benzer koşullar söz konusuydu. Ancak Aleviler 1960-70’li yıllarda yoğun olarak göç ediyorlardı. Kendilerini daha güvenli görebilecekleri, kimsenin kendilerini bilmeyeceği, tanımayacağı metropollere atıyorlardı. Ya da Avrupalara atıyorlardı. Maraş katliamından sonra bu eğilim daha da arttı. Artık kaldıkları yerleri, binlerce yıldır atalarının, analarının, dedelerinin oluşturduğu vatanları ve güzel köyleri kendilerine geçici bir yer olmaya, yabancı gelmeye başlamıştı. Artık kendilerini buralara ait görmemeye başlamışlardır. Bu, gerçekten de çok kötü bir ruh hali, psikolojik durumdu.

Bu durum 12 Eylül’le daha da pekiştirildi. Zaten bir buçuk iki yıl sonra 12 Eylül geldi. Maraş katliamı 12 Eylül’ün başlangıcı gibiydi. Maraş katliamından sonra da baskılar sürmüştü. 12 Eylül’le birlikte Türk devleti Kürtleri tümden kültürel soykırıma uğratma kararı almıştı. Kürdistan’da yoğun baskıların amacı buydu. Amed’de sembolleşen büyük baskı ve zulmün amacı da Kürt’ün iradesini kırmak, Kürt’ü iradesiz kılarak tümden kültürel soykırıma uğratarak Türkleştirmeyi hedefliyordu. 12 Eylül’ün Kürtler üzerindeki politikası kesinlikle buydu.

Türk devletinin, Türkiye cumhuriyetinin başından itibaren tek tipleştirme, tek inançlaştırma politikası 12 Eylül’de daha da katı hale getirildi. Kürtler tümden Türkleştirilecek, Aleviler de Sünnileştirilecekti. Aslında 12 Eylül bir yönüyle de geçmiş dönemde belirli düzeyde devletin dışında tutulan İslami kesimleri de devletin içine alarak Türk-İslam sentezinin gerçek anlamda pratikleşeceği bir dönem başlattı. Başta fetullahçılar olmak üzere Türk-İslam sentezcilerinin gelişme göstermesi 12 Eylül’de daha da hızlandı. Bu politika çerçevesinde özellikle Maraş, Malatya, Adıyaman, Sivas, Dersim, Erzincan’da yaşayan bütün Kürtlerin göçertilmesi hedeflendi. Bu yönlü açık politikalar izlendi. Halkı göçertmek için insan tacirliği yapan çeteler kuruldu. Bunlarla Alevi Kürtlere el attırılarak ülkeden kaçırttılar. 12 Eylül’ün belki de en fazla uğraştığı yer Güneybatı oldu. Maraş merkezli olmak üzere çevre illerdeki halkın topraklarından koparılması, yurtdışına kaçırtılması, metropollere göçertilmesi gerçekleşti. Kuzey Kürdistan’ın Güneybatısı insansızlaştırmanın en fazla sonuç aldığı  bölge oldu. Tarihte topraklarından bu kadar hızlı biçimde giden, koşan örnekler az görülür. Ermeni tehciri daha farklı bir biçimde buralarda uygulandı. 12 Eylül’den sonra Maraş, Malatya, Sivas ve çevre illerde uygulanan tamamen bir tehcirdi. Ancak trajik olan ise bu tehcirin, bu binlerce yıldır atalarının, analarının vatan haline getirdiği topraklardan çıkma ve Avrupa’ya göçertilme “Umuda yolculuk” olarak değerlendirildi. Ülkeden kaçış, vatandan kaçış, emeğinden kaçış, kendi kültüründen, değerlerinden, daha doğrusu kendinden kaçış bir umuda yolculuk olarak gösterildi. Kültürel soykırımın, bir toplumun yok edilişinin bu hale getirilmesi kadar trajik bir şey olamaz. Umut değil, tümden kendi olmaktan çıkma, kendini bitirme, tüketme olma olan bu topraklardan kaçış gerçekleşti. Güzel köyler viraneye döndü. Sadece birkaç yaşlının kaldığı köyler haline geldi. Çalışabilecek düzeyde olsaydı herhalde onlar da bu toprakları tümden bırakıp gideceklerdi. Gençliğin, eli iş tutanların göçertilmesi, sadece ihtiyarların bırakılması bir nevi bu toplumun kendi topraklarında ölmesinin sembolik haliydi.

Yaşlılık demek ölüme doğru yol almak demektir. Ölüme doğru gitmek demektir. Maraş başta olmak üzere çevre şehirlerde Kürt’ün ölüme doğru yol alışı bir nevi böyle sembolik hale gelmişti. Maraş katliamıyla ortaya çıkarılan, artık bu toprakların kendilerine ait olmayacağı, buralarda yaşamayacakları fikri 12 Eylül’le birlikte daha da derinleştirildi. Bir nevi Maraş’taki bu psikoloji salgın bir hastalık gibi hızlı biçimde bütün Alevi Kürtlere yayıldı. Bütün Alevi Kürtlerde kendi topraklarından göçme ve bunu kurtuluş görme eğilimi gelişti. Bugün Alevi Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya bakılırsa geçmiş nüfusun çok gerisinde bir Alevi Kürt nüfusunun var olduğu görülür. Bir dönemler Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta, Erzincan’da Alevi Kürtler yoğunlukken, giderek azalmışlardır ve bunun sonucu Türk nüfusu yoğunlaşmış ve buraları tamamen Türk şehri haline getirilme durumuyla karşılaşmıştır. Demografik yapı tümden değiştirilmişti. Türk köylerin nüfusu artarken, Alevi Kürt köylerinde nüfus azalmıştır. Öyle ki, çevredeki bir Türk köyün nüfusu onlarca Kürt köyünün nüfusu kadar olmuştu. Bunun bir kültürel soykırım olduğu açıktır.

Ha Ermeniler 1915’te tehcir edilerek zorla topraklarından göçertilmiş, ha bazı katliamlarla Kürt toplumu üzerinde ağır bir travma, baskı ve psikolojik etki yaratılmış ve göçertilmiş! Arada yöntem dışında pek fark yoktur. Sonuç itibariyle Ermenilerin bu topraklardan göçertilmesi gibi Alevi Kürtler de göçertilmiştir. Bu da Ermeni tehciri gibi, Ermeni soykırımı gibi bir soykırımdır. Ermeni soykırımını soykırım görmek, ama Güneybatıdaki bu göçertmeyi bir kültürel soykırım olarak görmemek kabul edilemez. Kaldı ki bu göçertmeler bir katliam yapılarak hızlandırılmıştır. Sanki Kürtlerin bu toprakları gönüllü olarak bıraktığı gibi bir izlenim vermek kadar yanlış bir şey olamaz. Kesinlikle gönüllü gitmemişlerdir. Eğer üzerlerinde o kadar ağır bir baskı olmasaydı, katliamlar olmasaydı, psikolojik harekat olmasaydı Alevi Kürtler varlıklarını ve yaşamlarını sürekli tehdit altında görmeselerdi herhalde onlar da komşuları olan Türkler gibi kendi topraklarında kalırlar, kendi kimlikleri ve kültürleriyle yaşarlardı. Yaban ellerde tükenmezlerdi. Kendi kimliklerinden, kültürlerinden koparak bir kimlik bunalımına girmezlerdi. Bu açıdan Maraş katliamının yarattığı psikolojiyi, yarattığı sonuçları bugün daha iyi görmek lazım, amacını daha iyi görmek lazım. Ortaya çıkardığı sonuçlara bakarak Maraş katliamını değerlendirmek ve ona göre bir tutum geliştirmek çok çok önemlidir.

Katliamda yaşamını yitirenlerin mezarları hala kayıp, gömülenlerin mezarında isim yazılmamış olması sizce ne ifade ediyor?

Katliamda yaşamını yitirenlerin bir kısmının mezarları kayıp. Bir kısmının da gömüldükleri yerler belli, ama hangi mezarın kime ait olduğu belli değil. Bunlar da ölenlere yaklaşımı gösteriyor. Nasıl ki Alevi Kürtlüğün bu topraklardan kökünü kazımak amaçlanmışsa, mezarların olmaması, mezarlara isim yazılmaması da Alevi Kürtlere nasıl yaklaşıldığının somut ifadesidir. Dersim katliamında idam edilenlerin hala mezar yerleri belli değildir. Yine Şeyh Sait ve idam edilen arkadaşlarının yeri belli değildir. Kürt gerillalarının mezarlarına nasıl yaklaştıkları biliniyor. Açıkça bu katlettiklerinin mezarının belli olmasını istemiyorlar. Ya da kendilerine karşı direnenlerin mezarlarının yerlerinin belli olmasını kabul etmiyorlar. Bir nevi Alevi Kürtlere yaklaşımın bir parçası olarak hafızasız, belleksiz bırakmak, tarihinden koparmak istiyorlar. Çünkü bu yaşadıkları acıları hatırlarlarsa, Türk devletinin uyguladığı bu katliamları ve uygulamaları hatırlarlarsa o zaman kimliklerini hatırlarlar, kendilerini hatırlarlar, bu da Türk devletine karşı mücadele olarak döner. Bu nedenle mezarlarının yerlerinin bilinmesi, katledilenlerin mezarlarının yapılması, mezarların anıta dönüşmesini, buralara halkın gelerek geçmiş anılarını, hafızlarını tazeleyip tarih bilinci oluşturmasının önüne geçmek istiyorlar. İstiyorlar ki Alevilerin tarih bilinci olmasın, Kürtlerin tarih bilinci olmasın. Tarihi olmayanların herhangi doğru bir şey yapmaları mümkün olamaz. Tarihi bilince sahip olamayanlar varlıklarını koruyamazlar, yok olmaya mahkumdurlar. Bu nedenle de Maraş’ta katlettiklerinden hangilerinin hangi mezarda gömüldüğünü kayıt altına almamışlardır. Zaten bir kısmının mezarı bile belli değildir.

Gömülenlerin kime ait olduğunun belirtilmemesi bilinçlidir. Bunu sıradan, bilinçsiz bir yaklaşım olarak görmemek gerekiyor. Herhangi bir yerde DNA tespiti yaparak mezarların kime ait olduğu açığa çıkarılırdı. Ama buna da izin verilmemiştir. Bırakın bunu, Maraş’a girilmesine bile izin verilmiyor. Maraş katliamının 35. Yılında bile çok az bir kişi dışında izin verilmemiştir. Bunlar bilinçli yaklaşımlardır. Halkın kendi değerlerine, geçmişte yaşadıkları acılara, babalarına, analarına, dedelerine, atalarına sahip çıkmasına izin verilmiyor. Böyle olursa o zaman tarih hatırlanacak, bilinç oluşturulacak, bu da Alevi Kürtler üzerinde hangi uğursuz amaçların olduğu açığa çıkacak, bunun sonucu da Alevi Kürtler bu bilinçle Türk devletinin politikalarına karşı çıkacaklardır. Yeniden bu topraklarda var olma mücadelesi vereceklerdir. Bu topraklarla bağlarını arttıracaklardır. Mezarlar bir yönüyle de toplumların kendi geçmişleriyle bağlarıdır.

Bugün Kürdistan’ın birçok yerinde mezarlar neredeyse yok olmaya yüz tutmuştur. Mezarların yok olmaya yüz tutması, aslında geçmişle bağların giderek kopması anlamına gelmektedir. Mezarların belli olması, oralara ziyaretler yapılması, oraların yeşertilmesi, mezarlara bakmak, mezarlara değer vermek geçmişe, yaşadıkları yere değer vermektir. Ama Türk devleti Alevi Kürtleri topraklarından uzaklaştırarak tümden yok etmek istedikleri için mezarla bağını kurmasını bile kabul etmemiştir. Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Nasıl ki hayvanlar ölür bir tarafa atılır, kimse bilmez, bir nevi Maraş katliamında ölenlere de böyle yaklaşılmıştır. Ölen insanların bir topluma ait olduğu düşünülüp ona göre davranılmamıştır.  Ölülere hayvan gibi bakmışlardır. Bu nedenle şu anda bir kısmının mezarları kaybolduğu gibi, diğerlerinin de kimin hangi mezara gömüldüğü bilinmemektedir. Halbuki mezarlıktaki görevlilerin bile bunlar kime ait diye sorup bunun peşine düşmesi gerekirdi. Ölenlere yaklaşım böyle değil midir? Türkiye’de Türk insanının, Müslümanların mezara yaklaşımı böyle değil midir? Mezarlar varsa, o mezarların kime ait olmasını istemezler mi? Aileleri kimse gelip o mezarlarda dua etmesini dua etmesini veyahut anmasını istemezler mi? Eğer Alevi Kürtlere gerçekten de bir insan gibi baksalardı, değer verselerdi, eşit bir toplum olarak görselerdi herhalde bu 35 yıl içinde hangi mezarın kime ait olduğu da belli olur, o mezarlar şimdi sürekli ziyaret edilen, anılan bakımlı mezarlar haline gelirdi. Bu olmamışsa, bu da Maraş katliamındaki anlayışın, yaklaşımın bugün de devam etmesini göstergesi olarak görülmelidir.

Katliam sonrası Türkiye’de sembolik yargılama yapıldı. Bu katliam hala uluslararası mahkemelere taşınmadı. Sizce bunun nedeni nedir?

Maraş katliamı tarihin en büyük katliamlarından biridir. Hem de vahşice işlenmiştir. Bir savaş olur, savaş ortamında binlerce insan ölür. Toplu öldürmeler de görülür. Suçsuz, sivil insanlara bir gün aniden komşularının ya da çevresindekilerin saldırması, katletmesi kadar dramatik bir şey olamaz. Almanlar bile Yahudilere böyle yapmamıştır. Alınmıştır, başka yere götürülmüştür, oralarda olumsuz koşullarda ölüme terk edilmiştir. Burada ise karanlık güçler bizzat paramiliter örgütleri ve sivilleri kışkırtarak bu katliamları yaptırmıştır. Asker ve polisler tarafından değil de, kışkırtılarak bir sivil kesim diğer sivil kesimin üzerine sürülerek vahşice katlettirilmiştir. Ama planlı ve örgütlü yaptırılmıştır. Yoksa sivil insanların rastgele diğer sivillerin üzerine saldırılması ve katliamlar yapması gibi bir durum söz konusu olamaz. Zaten MHP’liler öncülük etmiştir. MHP’liler örgütlü bir topluluktur. Paramiliter bir topluluktur. Devletin devrimcilere, solculara, bütün muhaliflere karşı kullandığı bir çete güçtür.

Katliamın nasıl olduğu bilinmektedir. 12 Eylül askeri darbesinin yapılmasında da bir dönüm noktasıdır. Arkasında darbeciler de vardır, derin devlet de vardır. Türkiye’de şimdiye kadar derin devletin işlediği katliamlar açığa çıkmadığı gibi, Maraş katliamının da gerçek failleri, neden yapıldığı açığa çıkmamıştır. Çünkü bu katliamların açığa çıkarılması Türk devlet gerçeğinin açığa çıkarılmasıdır. Türk devlet gerçeğinin nasıl komplocu bir devlet olduğu, nasıl soykırımcı ve katliamcı bir devlet olduğu bu katliamlar açığa çıkarsa netleşecek, bu da bu devlet karakterinin tasfiyesinin başlangıcı olacaktır. bu katliamlar ortaya çıktığında bu devlet artık eski karakterini koruyamaz; tümden değişmek zorunda kalır. Ama değişmeyen, değişmemekte direnen, zihniyet devrimi yapamayan, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadarki devlet zihniyetini, amacını, projelerini gerçekleştirmeye yönelen bir devlet ve onun siyasal yapısı hala var olduğu için bu katliamlar açığa çıkarılmıyor. Bu katliamların açığa çıkarılması zor değildir. Gerçekten demokrasiye duyarlı bir devlet olsa, ya da katliamları ortaya çıkarmada kararlı bir siyasal yapı olsa şimdiye kadar bu katliamların sorumluları açığa çıkarılabilirdi. Arkasındaki güçler açığa çıkarılabilirdi. Ama ne olmuştur? Sembolik bir yargılama olmuştur, birkaç kişi cezalandırılmıştır ve böylelikle dava kapanmıştır.

İki yüz kişiye yakın insanın acımasızca, canice katledildiği bir katliamın üstü böyle örtülebilir mi? Bu kadar insanın öldüğü bir katliamın üstü örtülürse o ülkede kimin canı güvencede olabilir? Aleviler kendilerini nasıl güvencede hissedebilirler? Eğer katliamların üstü örtülüyorsa, sorumluları bulunmuyorsa bu,  komplocu katliamcı devlet zihniyetinin devamı demektir. Böylelikle Aleviler de, Kürtler de kendilerini güvencede görmezler. Güvencede görmedikleri için de topraklarında yaşama isteği, umudu ortaya çıkmaz. Eğer Maraş katliamı tüm gerçekleriyle ortaya konulup tüm suçlular açığa çıkarılmıyorsa nedeni, bugüne kadar izlenen devlet politikasının ortaya çıkarılmak istenmemesidir. Devletin bugüne kadar izlediği zihniyetin açığa çıkmasını istemediklerinden, nasıl bir komplocu devlet olduğunun, nasıl kötü amaçlara sahip olduğunun açığa çıkmasını istemediklerinden bu katliam doğru dürüst sorgulanmamış ve katilleri yargılanmamıştır, cezalandırılmamıştır. Yoksa şimdiye kadar bu katliamın sorumlularının hepsi bulunurdu ve gerçekler ortaya çıkarılırdı.

Bu katliamı yapanlar açığa çıkarılmadığı gibi, hala valisi, savcısı, polisi, jandarması Alevileri Maraş’a sokmamakta ısrar ediyorlar. Maraş’a sokmamakta niye ısrar edilir? Nedeni açıktır: hala suçlu görülen Alevilerdir, Kürtlerdir. Burada ne işiniz var deniyor. Alevi Kürtler Maraş’a konmayarak bu katliamcılar korunuyorlar, o katliamcı zihniyet meşru görülüyor. Katliamcı zihniyet devam ettiriliyor. O dönemde bu katliamın içinde yer alan çevreler ve Maraş’ın ileri gelenleri “O dönemde yanlışlıklar yapıldı, bazılarımız kullanıldı, bir kısmımız ağır suçlara ortak edildik” deyip özür dileyeceklerine, bu topraklar sizindir de, gelin beraber yaşayabiliriz diyeceklerine, mezarlarının ziyaret edilmesine ve cem evi açılışına bile müsaade edilmiyor. Alevilerin Maraş’ta yaşamasına izin verilmiyor. Bu, açıktan açığa katliamcıların korunması, katledilenlerin de hala suçlu olarak görülmesinden başka bir anlam ifade etmez.

Aleviler oraya giderse Maraşlıların gururuna dokunurmuş! Maraşlılara hakaret olurmuş! Böyle bir şey düşünülebilir mi? Maraşlıların gerçekle yüzleşmeleri gerekir. Geçmiş katliamda kendi sorumluluklarını görmeleri gerekir. Bunları görmek ne gururunun incinmesidir ne de onlara hakarettir. Onların yanlışlıklarından, kirlerinden, geçmişteki kötü şeylerden bağını kopararak Alevi Kürtlerle, bu insanlarla barışmaktır. Sadece Alevi Kürtlerle değil, insanlıkla bile barışmaları ancak böyle olabilir. Ama  yapılmıyor. Onun yerine, Aleviler gelir orada tören yaparsa, gezerse Maraşlılara hakaret olurmuş, yaklaşımı gösteriyor. Bu zihniyette olan bir yerde Maraş katliamı doğru dürüst yargılanabilir mi? Maraş katliamı gerçeği ortaya çıkarılabilir mi? Maraş katliamında gerçeğin açığa çıkarılması açısından ilk önce o halkın nasıl kışkırtıldığının, nasıl galeyana getirildiğinin, nasıl o katliama alet olduğunun açıkça ortaya konması gerekiyor. Maraşlıların bu gerçeği kabul etmesi gerekir. Bu gerçek kabul edilmeden Maraşlılar nasıl rahat edecek, vicdanları nasıl rahat olacak? Maraşlılar bu gerçeği kabul etmeden vicdanı da rahat olamaz, üstlerindeki töhmet de, kirlilik de devam eder. Böyle olduğu için, gelmesinler deniyor. Şu anda psikolojik olarak rahat değiller, psikolojileri bozuktur. Çünkü itiraf ederek, bu suçlara nasıl bulaştıklarını görerek, bunu bilerek, bunu öğrenerek, bunu hatırlayarak, bunu çocuklarına anlatarak, geçmişte yanlış yapıldı, Alevilere karşı suç işlendi, şimdi bunları gördük, özür diledik, kurtulduk diyerek rahatlayacaklarına, Alevilerle yan yana yaşama iradesi ortaya çıkaracaklarına, haksızlığa uğramış Alevilerin Maraş’a gitmesine bile izin verilmiyor. İşte katliamın yargılanmamasının nedeni budur.

Bu katliamın gerçeği açığa çıkarılırsa Maraşlılara hakaret olacakmış! Kuşkusuz Maraşlıların çoğunluğu bu katliam içinde yer almamıştır. %20-30 katılmıştır. Herkesin katıldığını söylemek de mümkün değildir, ama bir katılma gerçeği vardır. Bu da az değildir ve Maraşlıların içinden çıkmıştır. Katılmayanların bu katliamı mahkum etmesi, katılanların da suçlarını itiraf etmesi gerekir. Böyle olursa o zaman gerçek yargılama olur. Gerçek yargılama da, gerçek mahkum etme de budur. O zaman Avrupa’ya da gitmesine gerek yok, dünya herhangi bir mahkemesinde de yargılamasına gerek yoktur. Çünkü Alevilerin amacı insanlar cezalandırılsın, ömür boyu cezalı kalsın değildir. Bu gerçekler açığa çıksın, itiraf edilsin, özür dilensin, bir daha böyle bir duruma yol açmayacak bir zihniyet Maraş’ta ortaya çıksın. Aleviler için gerçek ve doğru yargılama da, sorgulama da budur. Aleviler bununla yetinebilirler.

Eğer bu olmazsa tabii ki yargılanmasını isterler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de giderler, Dünya İnsan Hakları Mahkemesine de giderler. Çünkü bu katillerin bu dünyada değil, öteki dünyada da yargılanması gerekiyor. Bu yönüyle Maraş katliamı yargılamaları bitmemiştir. İnsanlık suçu yargılanmadan bitmez. Bu gerçekler ortaya çıkmadan Türkiye de temize kavuşamaz, Maraş toplumu da. Türkiye de töhmet altında kalır, Maraş da. Tabii ki Maraş katliamının bir yolunun bulunup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine de götürülmesi gerekiyor, insanlığa karşı işlenen suçlara bakan mahkemelere de götürülmesi gerekiyor. Bildiğimiz kadarıyla insanlığa karşı işlenmiş suçların, insan toplumuna karşı işlenmiş suçların zaman aşımına uğraması diye bir şey yoktur. Burada bir toplu kıyım vardır, bir soykırım vardır. Nasıl ki Yahudi soykırımı, Ermeni soykırımı ya da başka bir soykırım zaman aşımına uğramamışsa, Dersim’deki de, Maraş’taki de bir soykırımdır, zaman aşımına uğrayamaz. Maraş katliamının sonuçları tam bir soykırım düzeyinde olmuştur. Sadece iki yüz kişi ölmemiştir, Maraşlı Alevi Kürtlerin kökü kazınmıştır, o topraklardan arındırılmıştır. Kürtlerin yaşadığı şehirler, köyler, kasabalar, insanlardan arındırılmıştır. Bu da soykırımdır. Bu açıdan bir hukuk çalışması yapılmalı, bu konuda hukukçular heyeti ortaya çıkarılmalı, Maraş katliamını kesinlikle uluslararası mahkemeye götürmelidir.

Türkiye’deki mahkemeler zaten taraflıdır. Hala Alevileri Maraş’a sokmayan ordu, polis, yargı, Emniyet Müdürü, validir! Bu zihniyetle oluşturulmuş mahkemeler de tabii ki doğru karar veremezler. Nitekim vermemişlerdir. Vermedikleri gibi,  neredeyse Maraş katliamına bulaşanlar Maraş’ın kahramanları haline gelmiştir. Ökkeş Kenger Maraş’ın hala itibar gören bir adamıdır. O dönemin bütün MHP’lileri suçludur. Hadi diğerlerini bırakalım, MHP’lilerin kim olduğu bilinmektedir. Devletin derinliklerindekini bilemiyoruz, kimlerin katıldığını tümden tespit edemeyiz, ama o devletin kendisidir biliyoruz. Devlet suçludur. Ama çok açık ve somut olan da MHP’lilerdir. O dönemdeki MHP’lilerin itibarı varsa bu şu demektir; hiçbir zihniyet değişimi olmamıştır, yargılama olmamıştır. Eğer ciddi bir yargılama olsaydı Maraşlılar bu konuda utanç duyarlar, özeleştiri verirlerdi. İtiraf edip özür dilemeyen MHP’liler Maraş’ta kolay gezemezlerdi. Bırakalım Alevilerin Maraş’a girmesini engellemeleri, Alevilere gelin bu topraklarda yaşayın, mezarlarınıza gidin, cem evlerinizi açın, yan yana yaşayalım derlerdi. Denilmemişse demek ki Türkiye’de gerçek bir mahkeme, sorgulama olmamıştır. Mahkeme sorgulamayı da ifade eder. Bir mahkeme oradaki cinayetin toplumsal köklerine inmemişse, bunu mahkum etmemişse o yargılama olabilir mi? Bu açıdan Türkiye’de Maraş katliamı yargılanmamıştır.

 

mustafa_karasuKCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile Maraş Katliamı Üzerine Yapılan Röportaj – II. Bölüm 

Alevi katliamları genelde CHP iktidarları döneminde gerçekleşti. Devletin Alevileri ötekileştirme politikası AKP’nin 12 yıllık iktidarında da herhangi bir değişikliğe uğramadı. Önümüzdeki seçimlere hazırlanan her iki parti de son dönemde yine Alevilik meselesini öne çıkarmış durumda. Yine fetullahçılar da Abant’ta yaptığı toplantıda Alevilere yumuşak mesajlar gönderdiler. Sizce Alevi toplumu bu politikalara karşı nasıl bir tutum içinde olmalı?

CHP cumhuriyetin kurucusu partidir, devlet partisidir. Bu açıdan devletin politikalarını izler. CHP topluma karşı devleti savunur. CHP’de toplumsal farklılıkları savunma gibi bir yaklaşım yoktur. Bu açıdan da Aleviler doğası itibariyle devletle çatışma içindedirler. Alevilik devlet dışı bir toplumdur. Devlet içileşmemiştir. Devletin Kürtleri Türkleştirme, Alevileri de Sünnileştirme politikasına karşı her iki cepheden de direnecek bir karaktere sahiptir. Hem Kürtlüklerini koruma, hem Aleviliklerini koruma gibi bir konumları vardır. Kuşkusuz Türk’üyle Kürt’üyle genelde Aleviler üzerinde baskı yapıldığı bir gerçektir. Ancak esas baskının, katliamların Kürt Aleviler üzerinde yapıldığı da bir gerçektir. Kürt Alevilere yönelik baskının daha fazla olduğunu da kabul etmek durumundayız. Devletle ne kadar ilişkilenen bazı çevreler olsa da Aleviler genel olarak devlet dışı toplum olarak devlet politikalarını kabul etmemiştir. CHP kendini bütün inançlara eşit olarak gösterse de, devletin karakteri Türk-İslam olduğu için -CHP’nin politikası da budur- Alevilere yönelik katliamlarda bu zihniyet hep ortak olmuştur. Katliamlar devletin politikalarından, kültür politikasından, inanç politikasından bağımsız gerçekleşmemiştir. Devlet Türk-Sünni zihniyetiyle geliştiği için, toplum öyle geliştiği için Alevi Kürtlere yönelik her türlü saldırının, baskının, ötekileştirmenin ya da mahalle baskısının arkasında devletin politikaları vardır. Bu gerçek görülmeden ne CHP, ne devlet, ne de şu ya da bu parti doğru değerlendirilebilir. Dersim katliamı CHP tarafından gerçekleştirilmiştir. En büyük Alevi ve Kürt katliamı Dersim katliamı olduğuna göre, diğerlerini değerlendirmek bile yersiz kalır.

CHP Dersim’de neyi uygulamıştır? Türkleştirme ve Sünnileştirmeyi uygulamıştır. Alevi Kürtleri kendisi için tehlikeli görmüştür. Alevilik bir türlü devletle buluşmuyor, kendi işlerini, kendi sorunlarını kendisi çözüyor. Zaten Alevilik devletle buluşmayan inanç sistemidir. Aleviliğin güzelliği de bundan kaynaklanır, Alevilik değerleri de bundan kaynaklanır. Eğer Aleviliğin güzel değerlerinden, güzelliklerinden söz ediyorsak nedeni, devlete bulaşmamış olmasıdır. Devlet dışı bir toplum olarak kalmasıdır. Cumhuriyetle birlikte de devlet, Aleviliğin bu devlet dışı toplum karakterini kabul etmemiştir. Kürtlüğünü de, Aleviliğini de asimile etmek, tümden devlet içileştirmek istemiştir. Bu açıdan CHP’nin kurduğu devletle, devletin zihniyeti olan CHP zihniyetiyle, CHP’nin zihniyeti olan devletçilikle Alevilik hep karşı karşıya gelmiş ve bu zihniyet tarafından da zulüm ve baskı görmüştür. Bu nedenle katliamların çoğunluğunun CHP iktidarları döneminde olması tesadüfi değildir. CHP’nin devletçi karakterinin ve devletin Kürt ve Alevi düşmanı karakterinin sonucudur. Bu gerçekliğin herkes tarafından anlaşılması, görülmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor.

Devletin Alevileri ötekileştirme politikasının AKP döneminde de çok fazla değişikliğe uğramamasının nedeni zihniyetin değişmemesidir. Devletin Türk-İslam karakterinin değişmemesidir. Kaldı ki AKP’liler klasik iktidar odakları gibi biz laikiz de demiyorlar. Açıkça Türkiye’de tek bir inancın hakim olmasını istiyorlar. Her ne kadar biz farklı kimliklere, inançlara saygılıyız deseler de, yaklaşımlarında, politikalarında Sünniliği hakim kılma yaklaşımları devam etmektedir. Devlet politikası zaten bunu gerektirmektedir. AKP gibi İslamcı bir parti devlet olunca tabii ki politikayı daha kapsamlı bir biçimde hayata geçirmek isteyecektir.

Kuşkusuz bazı değişiklikler vardır. O da halkların, toplumların Özgürlük Mücadelesi sonucu eski politikaların yürümemesidir. Nasıl ki Türk devletinin Kürt politikası eskisi gibi yürümüyor, bazı rötuşlar yapılıyorsa, Alevi politikası da yürümüyor, bazı rötuşlar yapılmaktadır. Bu açıdan Kürt açılımı, Alevi çalıştayları ya da şu bu açılımın nedeni, Türkiye toplumunun, halklarının Kürt’üyle, Alevi’siyle, diğer topluluklarıyla eski devlet sistemini, devletin kendilerine yaklaşımını kabul etmemesidir. İç ve dış koşullar eski kültürel soykırımcı politikaların yürütülmesine imkan vermemektedir. Bu bakımdan hem Kürtlere hem Alevilere yönelik kültürel soykırım politikasında bazı değişiklikler yapmışlardır. Tabii ki bu değişiklikler özde değil, biçimdedir, yöntemdedir.

Türkiye’de herhangi bir zihniyet hegemon olma karakterini bırakmadan ne Alevi sorunu, ne Kürt sorunu, ne de başka bir sorunda köklü değişiklikler yaratabilir. CHP de hegemondu, kendi hegemon düşüncesini bütün topluma dayatıyordu, farklı kimlikleri ve kültürleri kabul etmiyorlardı, ulus-devlet zihniyetiyle her şeyi tekleştirmek istiyordu. Bugün AKP’de de aynı ulus-devlet zihniyetiyle her şeyi tekleştirme vardır. Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak derken, aslında tek inanç da demektedirler. Tek inanç denilmemesinin nedeni, dünya karşısında bunu söyleyemediklerindendir. Yoksa devlet kurumlaşması öyledir. Diyanet İşleri Başkanlığının 1924’ten beri kurumlaşması, diğer inançların, kültürlerin yaşamasına imkan vermemesi aslında ulus-devletin tek tekleri içinde tek inanç da vardır. Ama Yahudilerin dünyada etkin, Hıristiyanların dünyada çoğunluk olduğu ve Türkiye politikalarında da etkili olduğu bir dönemde Türk devlet yetkililerinin tek inanç demesini beklemek mümkün değildir. Ama tek kültür derken amaçları etnik ve dinsel olarak da tekleşmeyi hedefledikleri açıktır. Çünkü şimdiye kadarki politikaları bunu göstermiştir. Tek kültür, tek inanç demişlerdir.

Seçimler yaklaştıkça özellikle CHP’nin Alevilerle ilgilenmesi ve Alevileri hazır bir oy deposu olarak kendisine oy vermesi sağlaması çalışmaları tabii ki sürecektir. CHP gerçeğini yeterince görememesi ya da sürekli irtica tehlikesi, AKP tehlikesi gibi tehlikeler gösterilerek Alevilerin CHP’ye oy vermesi sağlanmaktadır. CHP’nin tehlikesini görmeyenler, AKP’nin politikalarının olumsuzluğunu görünce oyunu CHP’ye vermektedirler. Devlet içindeki bir güç Alevilere sürekli böyle tehlikeler göstererek Alevileri  CHP yanında tutmaya çalışmaktadır. Bu, Aleviler üzerinde oynana bir oyundur.

Kuşkusuz Aleviler AKP’ye oy vermemelidir. Ama alternatifler sadece AKP ile CHP değildir. Bir zamanlar toplum AP-CHP, şimdi AKP ile CHP arasında sıkıştırılmış, kırk katır mı, kırk satır mı dayaması yapılmıştır. AKP, CHP’nin ne kadar olumsuz bir zihniyete ve kötü bir geçmişe sahip olduğu propagandası yaparak oy alırken, CHP de benzer bir biçimde AKP şöyle kötüdür, tehlikelidir diyerek kendisine oy toplamaya çalışmaktadır. Demokrasi, özgürlük projeleri üzerinden oy toplama değil de, bir tehlike gösterip onun üzerinden oy toplama gibi ucuz bir politikayı bugüne kadar sürdürmüşlerdir. Artık Alevilerin seçim dönemde bu politik yaklaşımları ve birinden birine mecburmuş gibi tercihleri elinin tersiyle itmesi gerekiyor. Aleviler eğer devlet dışı toplumsa, ancak varlıklarını demokrasi içinde güvenceye alacaklarsa, ancak gerçek bir demokrasi Türkiye’ye yerleşip özgürlükçü bir ortam geliştiğinde kendilerini güvencede hissedeceklerse, o zaman AKP’ye karşı da, CHP’ye karşı da tutum takınarak gerçek demokrasi güçlerine oylarını vermeleri gerekir.

Türkiye’de yeni kurulan Halkların Demokrasi Partisi (HDP) bütün farklılıkların özgünlüğünü ve özgürlüğünü savunan bir partidir. Bu karakteriyle önemli bir seçenektir. Eğer Alevilerin özgürlüğü savunuluyorsa, Alevilerin kendi kimliğiyle, kültürüyle demokratik ortamda özgürce yaşaması, ibadet etmesi savunuluyorsa o zaman Alevilerin böyle bir partiye oylarını vermeleri gerekir. Yoksa “Ben şu partiye oy vermezsem diğer parti iktidar olur” gibi  yaklaşımlarla ömürlerini bir türlü özgürlük ve demokrasi getirmeyen, demokratik karakterde olmayan partilere oy vererek geçirmeleri, kendilerini böyle iki gücün cenderesi altında tutmaları artık aşılması gereken bir tutum olmaktadır. Çünkü pratik göstermiştir ki CHP’nin Alevi Kürtlere, Alevilere, ezilenlere özgürlük getirmesi söz konusu değildir. Hatta devletçi karakteriyle özgürlüklere karşı çıkan bir yaklaşımı vardır. Kürtlerin özgürlüklerine, demokratik haklarına karşı çıkanlar Alevilerin özgürlüklerini, demokratik haklarını savunabilirler mi? Diyanet İşleri Başkanlığının tümden kaldırılmasını savunamayanlar, Alevilerin olduğu gibi kabul edilmesini savunamayanlar Alevilerin özgür ve demokratik yaşamı için bir şeyler yapabilirler mi? Bunun görülmesi gerekiyor.

CHP de Alevileri devletçi sisteme çekmek istiyor; devletle buluşturmaya çalışıyor. Aleviler demokratik olmayan, özgürlükçü olmayan devletin yedeğine alınmak isteniyor. Bu, Aleviliğin temel karakterlerinden uzaklaştırılmasıdır. Buna Aleviler dur demelidir. Bunun tutumu ve pratik ifadesi olarak radikal demokrasi güçlerinin ve özgürlükçü güçlerin yanında yer almalıdırlar. Türkiye sınırlı yumuşamalarla, belirli iyileştirmelerle Alevi sorununu, Kürt sorununu çözecek bir ülke değildir. Çünkü Türkiye’de Alevilik konusunda köklü bir inkar ve köklü bir ötekileştirme zihniyeti vardır. Tarihten bugüne Kürtleri ve Alevileri yok etmede devletin politikaları çok zalimce olmuştur, baskıcı olmuştur. Belirli sonuçlar da almışlardır. Artık Alevilerin kendilerini baskı altında hissetmeyeceği, özgürce, olduğu gibi yaşayacağı bir ülke istiyorlarsa bunun yolu CHP’den, AKP’den ve onun gibi partilerden kurtulmak, gerçek bir demokrasi hareketinin içinde yer almaktır.

Şimdi fetullahçılar gibi bugüne kadar sosyalistlere, Kürtlere, devrimcilere karşı savaşın öncülüğünü yapmış bir güç de Alevilerle ilgili toplantılar yapıyor, kendine göre bazı kararlar alıyor. Bu da açıkça bir oyundur. Özellikle de AKP ile yürüttüğü savaşta kendisine yedekleyeceği, destek bulacağı çevreler arıyor. Bu oyuna da kesinlikle gelinmemelidir. Fetullahçılar da en az AKP’liler, CHP’liler kadar özgürlük ve demokrasiden uzak bir güçtür. Özgürlük ve demokrasiyle alakası yoktur. Türkiye’de hegemonya peşinde koşan bir güçtür. Kemalistler, Ergenekoncular 90 yıldır bu ülkeyi yönetti, şimdi bu ülkeyi yönetmek bizim hakkımızdır diyorlar. Türkiye’nin sosyal dokusu, kültürel dokusu, inancı, tarihi bizim gibi bir hareketin iktidar olmasını istiyor, diyorlar ve bugün dış güçlerin de taşeronluğunu yaparak Türkiye’de güç olmak istiyorlar. Bunun için de içeride kimi çevreleri kendilerine yedeklemek istiyorlar. Kesinlikle bu tuzağa da düşülmemelidir. Fetullahçıların cibilliyeti de, karakteri de, geçmişi de, bugünü de, geleceği de bellidir.

Bu açıdan hem CHP’ye, hem AKP’ye hem de fetullahçılara tutum takınılmalıdır. Bunların tuzaklarına, oyunlarına gelinmemelidir. Bunların bütün çabası hegemon olmaktır. Hegemonyayı sürdürmektir. Hiçbirisi de gerçek anlamda demokrasi ve özgürlüğü düşünmüyor. Türkiye’yi hegomonik bir iktidar olarak yönetmek istiyorlar. Bu açıdan bu hegemon olmak isteyen bütün güçlere karşı tutum alınmalı, bunun yerine gerçekte farklılıkları olduğu gibi ve toplumun zenginliği olarak kabul eden, hiçbir farklılığa bir kalıp biçmeyen, kendilerini olduğu  gibi ifade edeceği özgür yaşam alanı sağlayacak özgürlükçü ve demokratik güçlerin yanında yer almaları ve onları desteklemelidirler. Bu da Türkiye genelinde HDP, Kürdistan’da BDP’dir. Bunun dışındaki her yaklaşım Alevilerin, Kürtlerin, diğer azınlıkların üzerinde oynanan oyunların sürdürülmesi anlamına gelir. Bu açıdan da artık Aleviler şu bu tereddütle, şu kötü denilerek birilerine oy verme politikasını bırakmalı, gerçek demokrasi ve özgürlüğü savunan, Alevilere özgür ve demokratik yaşamı getirecek programı ve politikaları olan siyasi güçleri desteklemelidirler.

AKP’nin Alevi açılımında yürüttüğü politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Öte yandan Adıyaman ve Malatya  gibi şehirlerde Alevilere  saldırıların gelişmesi, tıpkı Maraş katliamı öncesinde yaşandığı gibi evlerin, araçların işaretlenmesiyle ne tür bir mesaj verilmek isteniyor?

AKP’nin Alevi açılımı öyle söylenildiği gibi Alevilerin hak ve özgürlüklerini tanıma açılımı değildir. Öyle olsaydı şimdiye kadar Alevilerin temel talepleri karşılanabilirdi. Alevilerin temel taleplerinin karşılanması hiçbir dine, inanca zarar vermeyeceği gibi, hükümetin de yapamayacağı şeyler değildir. Ama yapılmıyor. Örneğin Cem evlerinin ibadet yeri olarak tanınması, bir statüye kavuşturulması o kadar zor değildir. Cem evleri Alevilerin ibadet yeridir denilerek bu talep rahatlıkla karşılanabilirdi. Hıristiyanların ibadet yeri nasıl ki kiliseyse, Müslümanlarınki nasıl camiyse, Yahudilerinki havra, sinagogsa, Alevilerinki de cem evidir. Alevilerin ibadet yerinin cami olmadığını herkes bilmektedir. Aleviler hiçbir zaman camiyi kendilerinin ibadet yeri olarak görmemişlerdir. Şimdi kalkıp “Siz de Müslümansınız, sizin de ibadet yeriniz camidir” gibi bir yaklaşım içinde olmak asimilasyon dayatmalarının, kültürel soykırımın ta kendisidir. Bu açıdan niyet değişmemiştir. Aleviler, zorunlu din dersleri kaldırılsın diyor. Aleviler, olacaksa bu da çocukların kendi inançlarını öğrenmesi olmalı diyorlar. Bu açıdan farklı inançların Alevilere öğretilmesini zorunlu görmek kadar antidemokratik bir şey olamaz. Bu, 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı bir yasadır.

Diyanet İşleri Başkanlığını Aleviler kabul etmiyor. Devletin bütün dinlere eşit olması esassa, böyle bir kurumun kaldırılması lazım. Diyanet İşleri Başkanlığının bulunmaması gerekiyor. Her inanç kendi ibadetini yapmak için kendi kurumlarını kurabilir. Sivil toplum ve cemaat olarak kendilerini örgütleyip, inanç hizmetlerini sağlayıp ibadetlerini yapabilirler. Devlet de sadece bütün inançlara hizmet etme anlamında eşit yaklaşmalıdır. Yoksa Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu olarak çalışması, çok fazla bütçe ayrılması, dinin tamamen devlete göre şekillenmesi, devletin kendine göre din oluşturması anlamına gelir. Bunun demokrasi adına kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi, Alevilerin de bunu kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü bu bir nevi Türkiye’de tek inanç, tek din yaratma politikasının kurumlaşması, pratikleşmesi oluyor. Bu açıdan Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılması gerekiyor. Ama devlet bir bütün dinlere, inançlara yönelik destek sunacak, onlara hizmet edecek, onların barış içinde yaşamasını sağlayacak, onların demokratik yaşamda kendini özgürce ifade etmelerini sağlayacak bir din hizmetler kurumu gibi bir kurum kurabilir. Bütün inançlar da kendilerini örgütleyerek inançlarını özgürce yaşayıp ibadetlerini yaparlar. Bu örgütlenmeler devlet dışı olmalıdır. İnançları devlete bulaştırmak doğru değildir. Bu, inancı devletin hizmetine sokmaktır. İnançlara en büyük saygısızlık böyle yapılır. Aslında bu, inançlara bir saldırı niteliğindedir. İnançlar devlete hizmet ettirilemez. İnanç toplumsal bir sorundur, toplumsal bir olaydır, toplumsal değerlere, kültürlere, yaşama hizmet eden bir karakteri olmalıdır.

Alevi çalıştayları böyle bir yaklaşımla ele alınmadığı için anlamsızdır. Kaldı ki zaten amaç demokratikleşme temelinde inançlarını özgür ve demokratik temelde yaşamasını sağlama değil de, Alevileri asimile etme, kendine göre Aleviler yaratma olunca bir sonuç vermemiştir. Zaten AKP şimdiye kadar kendine göre Alevi yaratma, kendine göre Kürt yaratma, kendine göre liberal yaratma, kendine göre şu ya da bu topluluk yaratma yaklaşımını bırakmamıştır. Bütün toplulukların kendilerini özgür ve demokratik ifade edeceği, kendileri olacağı bir demokratik ortam yaratmamıştır. Bu açıdan devlet imkanlarını kullanarak kültürel asimilasyonu yeni koşullarda sürdürmeyi hedefleyen bir politika izliyor. Çünkü Alevilere yönelik eski politikalar sürdürülemez, sürdürülmesi mümkün değildir. AKP’nin geldiği gelenek, dün Alevileri kafir olarak tanımlayıp Sünni toplumu içinde Alevi düşmanlığı yaygınlaştırırken, buna araç olurken, şimdi siz illa Müslümansınız, ibadet yeriniz camidir diyor. Dün kefere olarak görülürken bugün farklı bir yaklaşımın gösterilmesi kesinlikle Aleviler üzerinde eski politikanın sürdürülemiyor olmasındandır. Eski kültürel soykırım politikası sürdürülemeyince şimdi farklı bir politikaya yönelinmiştir. Eskiden reddederek, ezerek, dıştalayarak, zorla kimliğinden vazgeçirme politikası yürütülüyordu, şimdi onun olmayacağı görülünce sen Müslümansın, şöyle inanacaksın, şöyle ibadet edeceksin yaklaşımı gösterilmektedir. Geçmişte Bingöl ve Elazığ başta olmak üzere birçok yerde bazı Aleviler zor ve baskıyla kendi inancını bırakarak Sünniliğe dönmüştür.

Adıyaman ve Malatya’daki ev işaretlemeleri bir nevi Fırat’ın batısını Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirme politikasının bir parçasıdır. Nasıl ki Maraş katliamında bir travma ve psikoloji yaratarak Kürtler göçertilmişse, şimdi benzer bir şey Adıyaman’da yapılmaya çalışılıyor. Adıyaman’da hala Alevi Kürtler önemli bir nüfus oluşturmaktadır. Bu nedenle bu nüfus kaçırtılmak isteniyor. Şimdi böyle bir politika var. Yine Malatya, Erzincan’da olanlar da öyle! Bunların hepsi aslında Alevileri, Alevi Kürtleri tümden topraklarından kaçırtmak ve oraları tamamen Türk ve Sünni bir coğrafya haline getirmek amaçlıdır.

Bu tür ev işaretlemelerle Alevi Kürtlere hala güvencede değilsiniz, her an katliama uğrayabilirsiniz mesajı verilmektedir. Öteki olduğu hissettirilerek öteki olmaktan çıkarak ya kendine benzeşmesi ya da kaçması sağlanmaya çalışılmaktadır. Bir devlet politikasıdır. Devletin Fırat’ın batısını tümden Kürtlükten, Alevilikten arındırma politikasıdır. Bu oyuna gelinmemelidir. Özellikle Adıyaman’da Alevi Kürtlerle Sünni Kürtleri karşı karşıya getirme politikası olduğu anlaşılıyor. Aleviler için şu anda Kürt kimliğiyle olan tek ve yoğun yaşanan yer, Dersim’den sonra Adıyaman’dır. Bu nedenle Adıyaman üzerinde oyunlar oynanmak isteniyor. Bu oyunlara ne Alevi Kürtler ne de Sünni Kürtler gelmelidir. Kardeşlik hukuku içinde yaşamalıdır. Adıyaman’da yapılacak bir provokasyon sadece Alevi Kürtlere değil, Sünni Kürtlere yönelik de olacaktır. Bunun görülmesi, bir derin devlet operasyonunun olduğunun bilinmesi, Sünni Kürtlerin de, Alevi Kürtlerin de bu konuda duyarlı olarak kendi kimlikleriyle inançlarını özgürce yaşamaları gerekir. Çünkü diğer yerlerde Kürtlük bitirilmiştir, Adıyaman’da kalmıştır. Adıyaman’da ise farklı inançtaki Kürtleri birbirine düşürerek Kürtlüğü bitirme politikası olabilir. Bu açıdan bu konuda duyarlı olmak, bu tür oyunlara gelmemek, Sünni Kürtlerin Alevi kardeşlerinin kendi inançları doğrultusunda özgüce yaşamalarını kabul etmeleri ve bunu sağlamaları, hatta bunun güvencesi olmaları gerekiyor. Bu konuda devletin ve çeşitli tarikatların oyunlarına gelmemesi gerekir. Alevi Kürtlerin de bu tür girişimlerin bir devlet oyunu olduğunu, bir derin devlet provokasyonu olduğunu, Kürtleri birbirine düşürme ve giderek Adıyaman’ı da Maraş ve Malatya’da olduğu gibi göçertme sürecine sokmak istedikleri görülmeli ve bu temelde de topraklarına sıkı sıkıya sarılmaları, topraklarını bırakmamaları gerekir. Maraş’ın, Malatya’nın, Sivas’ın Alevi Kürtlerinin düştüğü duruma düşmemeleri gerekiyor. Adıyaman’daki ev işaretlemelerini Maraş’ta, Sivas’ta ve diğer yerlerde yaptıkları provokasyonlar sonucu sağladıkları göçertmeyi hedeflemek için yaptıkları görülmelidir. Herkes bu konuda duyarlı olmalıdır.

Gezi protestolarında polis şiddetiyle katledilenlerin hepsinin Alevi olması sizce bir tesadüf müdür?

Gezi olaylarında katledilenlerin Alevi olması tesadüfi değil. Aleviler mevcut devlet düzenine de, iktidarına da karşıdırlar. Mevcut devlet düzeni ve iktidar son zamanlarda Alevileri kıskaca alan bir politika izliyordu. Alevilerin olduğu gibi kabul edilmesini değil de, Alevileri asimile eden bir yaklaşım içindeydi. Aleviler üzerindeki toplumsal, kültürel, siyasal baskı AKP hükümeti zamanında daha da artmıştı. Öte yandan Aleviler demokrasi isteyen bir toplumsal güçtürler. Geçmişte olduğu gibi bugün de nerede demokratik olmayan iktidarlar ve hükümetler varsa onlara karşı tutum takınmaktadırlar. Demokratik olmayan her iktidara, her uygulamaya Alevilerin karşı çıkması kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü Aleviler ancak demokrasinin olduğu yerde, demokratikleşmenin ve bu temelde de özgürlük alanlarının geliştiği yerlerde varlıklarını ve inançlarını güvenceye alabilirler. Bu açıdan nerede demokrasi mücadelesi varsa, bu devlete karşı muhalif hareket varsa orada Alevilerin yer alması kadar doğal, anlaşılır bir durum olamaz. Bu nedenlerle Gezide de Aleviler yoğunlukla yer almıştır. Bu yanlış bir şey değildir. Aleviler açısından doğru bir tutumdur. Ancak AKP’nin anket yapıp Gezi içinde çoğunlukla Aleviler vardı deyip Alevileri hedef alması çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Alevilerin demokrasi mücadelesinde yer almasını cezalandırmak isteyen bir zihniyet bulunmaktadır. Siz demokrasi mücadelesi içinde yer alırsanız, muhalefet içinde yer alırsanız cezalandırılırsınız gibi bir yaklaşımla bu anket yapılmış ve anket sonuçları açıklanmıştır. Bu anket bir objektif durumu ifade etmek için değil de, Alevileri suçlamak için yapıldığından çok tehlikelidir. Sadece Alevilerin değil, tüm devrimci demokratların buna karşı çıkması gerekir. Bu, ancak faşist karakterdeki iktidarların, hükümetlerin yapabileceği, söyleyebileceği şeylerdir. Kuşkusuz anket bir gerçeği ifade etmektedir. Aleviler 1960’larda da, 1970’lerde de devrimci hareketler içinde, 1970’ler ve 1980’ler sonrası da Kürt Özgürlük Hareketi içinde yoğun yer almışlardır. Özgürlük mücadelesi içinde binlerce şehidi vardır. Alevi gençlerin en fazla şehit düştüğü hareket Kürt Özgürlük Hareketidir, PKK’dir. Çünkü PKK’nin özgürlük ve demokrasi mücadelesini kendilerinin varlığını ve özgürlüğünü güvenceye aldığını düşündüklerinden bu mücadele içinde yer almışlardır. Hala da binlercesi Kürt Özgürlük Hareketi saflarındadır. Böyle olması kadar da doğal bir şey olamaz.

PKK zaten kuruluşundan itibaren Alevi gençlerin içinde yer aldığı bir harekettir. Dün de böyleydi, bugün de böyledir. Bu yönüyle İstanbul’da Gezi olayları başlayınca Alevi gençleri Gezi protestoları içinde yer almışlardır. Bazı ulusalcı çevrelerin ya da kendine sözde işçi partisi diyen çevrelerin bu hareket içine girip kendi politikaları doğrultusunda yönlendirme çabaları söz konusu olsa da, bu durum Gezi hareketinin bir bütün olarak özgürlükçü demokratik hareket olmadığını göstermez.

Kuşkusuz Gezi protestolarında ölenlerin hepsinin Alevi olması, Alevilerin Gezi olaylarını Türkiye’nin demokratikleştirecek bir eylem olarak görmeleri ve katılmaları nedeniyledir. Yoksa polisler özel olarak Alevileri seçmiş, öldürmüş değildir. Ama protestocuların önemli bir bölümünün Alevi olması ister istemez ölenlerin çoğunluğunun da Alevi olmasını beraberinde getirmiştir. Bu gerçekliği devletin de, hükümetin de herkesin de doğru anlaması gerekir. Eğer Aleviler bu tür protestolara çok yoğun olarak katılıyorlarsa, demek ki Türkiye’de gerçek demokrasi yoktur, gerçek özgürlük yoktur. Aleviler açısından hala özgürlük ve demokrasi çok uzaktadır. Bu nedenle de özgürlük ve demokrasiyi getirecek her harekete, her gelişmeye katılmaktadırlar. Bunu böyle anlamayanlar yanlış anlarlar. Alevileri suçlu gibi göstermeye çalışırlar. Halbuki Aleviler değil, Türkiye’de demokratikleşme adımı atmayanlar suçludurlar. Suçlu olanlar Türkiye’yi hegemon ve otoriter zihniyetle yönetenlerdir. Bir suçlu varsa, bir kötü olan varsa, tutumundan ve düşüncesinden vazgeçmesi gereken varsa o da devlet ve hükümettir. Hiç kimse Alevilerin kötü yaptığını, kötü tutum takındığını söyleyemez. Aksine Alevilerin tutumları ve eylemleri tarihe haklı olarak geçeceği gibi, tarih Alevileri tutumlarından dolayı onure edecektir. Alevileri bu eylemlerinden dolayı görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirdikleri ortaya konulacak, takdir edilecektir. Dün de tutumlarıyla özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yer almışlar, takdir edilecek tutumla mücadelelerin parçası olmuşlardı, bundan sonra da olacaklardır.

Türkiye demokratikleşip Kürt sorunu, Alevi sorunu, emekçilerin sorun, diğer sorunlar çözülene kadar Aleviler de özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yer alacaklar, bunun bedelini ödeyeceklerdir. Çünkü bedel ödenmeden özgür ve demokratik yaşam kazanılamaz. Bundan sonra da Aleviler özgür ve demokratik yaşamını kazanmak için bedelini ödeyecekler ve özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde olmanın onurunu yaşayacaklardır.

Maraş katliamına karşı mücadele nasıl olmalı? Maraş katliamına karşı neler yapılırsa mücadele anlamlı hale gelebilir?

Maraş katliamının amaçlarını iyi anlamak lazım. Maraş katliamının amaçlarını, hedeflerini ve yarattığı sonuçları görmeden, sadece bizi şu kadar öldürdüler diye tepki göstermek, Maraş katliamına doğru tepki göstermek olmaz. Maraş katliamının amacı, hedefleri ve yarattığı sonuçları doğru anlamadan, bilince çıkarmadan da doğru mücadele yürütülemez. Maraş katliamının ve daha sonrası 12 Eylül rejiminin Maraş’ta, çevresinde yarattığı sonuçlar bellidir. Tam bir kültürel soykırım yaşanmıştır. Sadece Maraş merkezi Kürtlerden ve Alevilerden arındırılmamıştır, Elbistan, Pazarcık, Afşin, Göksun’da yaşayan Alevi Kürtler yoğun olarak topraklarından kopup metropollere ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Yine Malatya’nın, Sivas’ın Kürt köyleri de benzer bir eğilim içine girmişlerdir. Maraş katliamının yarattığı psikoloji  ortamında, baskı ortamında Aleviler binlerce yıldır yaşadıkları, vatan yaptıkları toprakları bırakmışlardır. Giderek özellikle de 12 Eylül’ün dil yasağı da ağırlaşınca -zaten kapsamlı bir kültürel asimilasyon vardı- kendi dillerini bırakmışlardı. Anadillerini bırakıp Maraş katliamını yapanların amacı olan Türkleştirme, bu çerçevede de Türk dilini kullanma gerçeği yaşanmıştır.

Bugün ülkeden kopmak, Türkçe konuşmak, kendi kimliğini inkar etmek aslında Maraş katliamını yapanların, 12 Eylül darbecilerinin amaçlarının gerçekleşmesidir. Vatandan uzak kalmak, vatanı, köyleri insansız bırakmak, Kürtçe konuşmayıp Türkçe konuşmaya özenmek, daha fazla Türkçe konuşmak, Kürt kimliğini bırakıp giderek kültürel değer olarak da kendi kültürünü tümden bırakıp kapitalist modernite ya da Türk kültürü içine girmek Maraş katliamına karşı, 12 Eylül’e karşı tutum almak değil, aksine onların yaratmak istediği amaçlara hizmet etmek olur. Onların hedefleri, amaçları, istekleri doğrultusunda hareket etmektir. Bunlara  karşı çıkmadan Maraş katliamına tepki göstermenin ne anlamı olabilir? Maraş’ta bizi öldürdüler, katlettiler demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu tür söylemler ve tepkiler hiçbir sonuç da getirmez. Bu açıdan Maraş katliamına karşı mücadele esas olarak onların amaçlarını, hedeflerini boşa çıkarmak, o katliamı ve 12 Eylül’ün yarattığı sonuçları ortadan kaldırmakla mümkün olur.

Maraş katliamına karşı tepki ve mücadele etmek bugün Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen demokrasi mücadelesi içinde yer almakla olur. Özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü, mücadelenin Kürdistan’da yarattığı özgür ve demokratik yaşamı paylaşmak, onunla bütünleşmek, yine Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözüm mücadelesinde aktif olmakla Maraş katliamına karşı olunur ve mücadele edilebilir. Bunlar yapılmadan Maraş katliamına karşı doğru bir duruş da, mücadele de yürütülemez. Bunun özellikle bilinmesi, anlaşılması ve gereklerinin yerine getirilmesi gerekir. Maraş’ın köyleri güzel köylerdir. Pazarcık ovası güzel bir ovadır. Sadece Pazarcık’ı ve Maraş’ı değil, bütün çevresini besleyecek bir ovadır. Elbistan’ın köyleri de, Afşin’in köyleri de, diğer köyler de güzel köylerdir. Şimdi bu topraklar insansızlaştırılıp çorak haline getirilirken, bu topraklara yüzümüzü dönmeyip Avrupa’nın kapitalist modernite kültürü içinde erimek ve oradan Maraş katliamını yapanlara lanet okumakla Maraş katliamına karşı doğru mücadele verilebilir mi?

Geçmişte 12 Eylül’ün ve Maraş katliamının yarattığı ortamda bilinçsiz olarak bu topraklar bırakılmış olabilir. Metropollere, Avrupa’ya göç edilmiş olabilir. Bu bir umuda yolculuk değildir. Umutsuzluğun, çaresizliğin yarattığı kaçıştır. Bu gerçekliğin görülerek artık ülkeye dönüşün gerçekleşmesi gerekiyor. Ülke topraklarında yaşamın yeniden cıvıl cıvıl hale getirilmesi gerekiyor. Böyle bir eğilimin gelişmesi çok çok önemlidir. Belki herkes gelmeyebilir, ama bu köyler yeniden cıvıl cıvıl hale getirilebilir. Bunun imkanları vardır. Başka bir yerde bu kadar köylerin, toprakların boşaltılması var mıdır? Yoktur. Kuşkusuz Türkiye’de de göç edenler var, ama yine de belirli bir nüfus kırsal alanda vardır. Sıra Kürdistan’a geldiğinde, özellikle de Maraş, Malatya, Sivas, Adıyaman, Dersim, Erzincan’ın Kürt şehirlerine, kasabalarına, köylerine geldiğinde durum farklılaşmıştır. Bunun katliamcı, soykırımcı bir özel savaş sistemi sonucu bu noktaya getirildiğini görmemiz gerekiyor. Bilinçli bir politikanın sonucu dünyaya savrulduğumuzun görülmesi gerekiyor. Bu çerçevede ülkeye dönüşün gelişmesi gerekiyor. Yine kendi kültürel değerlerinin korunması gerekiyor. Hem inanç değerlerinin, hem Kürt kimlik değerlerinin korunması gerekiyor. Şimdi metropollerde, Avrupalarda Kürt kimliği tümden bırakılıyor. İnanç kimliği sadece bir kabuk haline geliyor. Sözde bir inanç haline geliyor. Bütün değerlerden koparılıyor, kapitalist modernitenin parçası olunuyor. Kapitalist modernite ve devletçi sistem bütün inançları ve dinleri kendine bağlamış ve kabuk haline getirmişse, şimdi de neredeyse Alevilik toplumsal değerlerinden, inanç değerlerinden, kültürel değerlerinden, yaşam değerlerinden, insan ilişkilerinden koparılıp sadece bir ritüele dönüştürülmek isteniyor.

Kuşkusuz Alevilerin ritüelleri de olacaktır, ama bu ritüeller toplumsal ilişkileri, toplumsal yaşamı besleyecek, güçlendirecek biçimde yapıldığında anlam kazanır. Yoksa Aleviliğin özünden, bütün toplumsal değerlerinden, kültüründen koparılır, sadece bir kabuk ritüel haline getirilir. Bu, Aleviliği sahiplenmek değildir. Alevilik ancak toplumsal değerlerle, kültürüyle güzeldir. O yaşatılırsa, o sürdürülürse güzeldir. Yani komünal değerleriyle, demokratik değerleriyle, devlet dışı değerleriyle Alevilik güzeldir. Bunu yaşatmadan gerçek Alevilik olamaz. Bu da en iyi biçimde kendi topraklarında yaşayabilir. Her çiçek kendi toprağında güzeldir. Her değer kendi toprağında güzeldir. O toprakla inanç, toprakla kültür arasında doğrudan bir bağ vardır. Bu açıdan da Maraş katliamına karşı mücadele ederken toprakla kültür, toprakla inanç arasındaki bu bağ iyi görülerek vatana dönüş, toprağa dönüş, toprağa sahiplenme de Maraş katliamına karşı mücadelenin esas boyutu olmalıdır. Kendi dilini konuşma, kendi kültürünü koruma bu mücadelenin esas boyutu olmalıdır. Bu olursa o zaman diğer yönlü mücadeleler de anlam kazanır. 12 Eylül ve Maraş katliamı dahil Şark Islahat Planından bugüne Alevi Kürtler üzerinde oynan oyunları boşa çıkarmak bu saldırıların, bu planların, bu katliamların yarattığı sonuçlarla mücadele edip o sonuçları ortadan kaldırma çabası içine girmekle olur.

Bir daha buna benzer katliamların yaşanmaması için Alevilere ve Alevi örgütlerine ne tür sorumluluklar düşüyor?

Bir daha bu tür katliamların yaşanmaması için her şeyden önce Türk devletinin iyi tanınması gerekiyor. Bu devletin bu katliamları yapacak pozisyondan çıkması için ya da Türkiye’de bir daha bu katliamların olmaması için neler yapılması gerektiğinin bilince çıkarılması gerekiyor. Türk devletinin tekçi, ulus-devlet karakteri iyi anlaşılmadan bu ulus-devlet karakterinin her alanda tekçiliğe dayandığını görmeden ve en başta da bu tekçiliğe karşı mücadele etmeden bu katliamların önüne geçmek mümkün değildir. Bu katliamların önüne sözle geçilemez. Sadece Türkiye’de zihniyet değiştirilerek bu katliamların önüne geçilir. Türkiye’nin değiştirilmesi açısından ise Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerinin Türkiye gerçeğini bilmesi, bu temelde örgütlenmesi gerekir. Sadece örgütlenmeler de yetmez, bu örgütlenmelerini ortak bir demokrasi hareketine çevirmeleri ve bu temelde mücadele etmeleri şarttır. Bu yönüyle Aleviler devletin değişmesini bekleyemezler, lütuf isteyemezler. Ancak bilinçlenirlerse, örgütlenirlerse ve birliklerini geliştirirlerse o zaman Türkiye’nin temel demokrasi güçlerinden olurlar ve kendileri dikkate alınır. Bu yönüyle hem özgün örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri gerekiyor, özgün örgütlenme de yetmez, aynı zamanda  bu özgün örgütlenmelerini koruma temelinde demokrasi ve özgürlük mücadelesinin içinde olmaları gerekiyor. Türkiye’de büyük bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi varsa mutlaka onun içinde olmaları gerekiyor.

Bugün Türkiye’de Alevisiyle, Sünnisiyle Kürtler Türkiye’nin en temel demokrasi dinamiğidir, özgürlük dinamiğidir. O zaman bununla yan yana olacaklar. Alevi Kürtlerse hem Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi içinde yer alacaklar, hem de kendi kimlikleri temelinde örgütlenecekler, inanç kimliğiyle özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde yer alacaklar. Çünkü Kürt kimliğine sahiplenmeden inanç kimliğine de sahiplenilemez, inanç kimliğine sahiplenmeden de Kürt kimliğine sahiplenilemez. Demokrasi ve özgürlük bütündür. Özgürlüğün bir tarafını isterim, diğeri beni ilgilendirmez denilemez. Böyle denildiği müddetçe de Türkiye’ye ne demokrasi gelir ne de özgürlükler yerleşir. Bu açıdan tüm özgürlük alanlarına karşı duyarlı olunması gerekiyor. Alevi Kürtlerin kimlikleri de yok sayılıyor. Kürtlükleri ortadan kaldırılıyor. Kürtlüklerinin ortadan kaldırılması inançlarının ortadan kaldırılması kadar bir zulümdür, bir soykırımdır. Bu açıdan hem Aleviliğine, inanç kimliğine sahip çıkacaklar, hem de Kürt kimliğine sahip çıkacaklar. Bu iki kimliğe birlikte sahip çıktıkları zaman tutarlı olabilirler; o zaman tutarlı bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi verebilirler. Böyle tutarlı bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi temelinde Türkiye’yi değiştirebilirler. Bu gerçekliği unutmamaları gerekiyor.

Kimi Alevi örgütleri Alevi haklarından söz ediyorlar, ama sıra Kürtlere geldiğinde bizi ilgilendirmez diyorlar. Hatta bizim için Kürtlük, Türklük, şunluk bunluk önemli değil diyorlar. Böyle olabilir mi? o zaman birisi de kalkar, Sünniliğin hakim olduğu Türkiye’de Sünnilik Alevilik önemli değil, hepimiz insanız, bir inançta olalım diyebilir. Çünkü hakim olanlar hep böyle söylerler. Hakim olanlar, Türklük hakimse Kürtlük önemli değil, gelin hepimiz bir olalım, Sünnilik hakimse, nedir bu Alevilik, gelin birlik olalım der. Ama farklılıkları ortadan kaldırma temelinde bunu söylerler. Bu açıdan bakıldığında Alevilerin hem inançlarını savunmak açısından da örgütlenmeleri gerekiyor, hem de ezilmiş ve kültürel soykırıma uğratılmak istenen Kürtlüğüne sahip çıkmaları gerekir. Aleviliğimi sahiplenirim, benim için bu yeterlidir dememelidir. Aleviliğini sahiplenirken Kürtlüğünü de sahiplenecektir. Sadece Kürtlüğünü sahiplenme de yetmez, Türkiye’de, Kürdistan’da başka halktan, topluluksan ezilen insanlar, topluluklar varsa onun da mücadelesini verecekler. Kadınlar ikinci sınıf muamelesi mi görüyorlar, o zaman kadın Özgürlük Mücadelesini savunmada da Aleviler öncülük yapacaktır. Eğer Alevilerde kadın önemlidir, kadın daha özgürdür deniliyorsa, o zaman Aleviler kadın Özgürlük Mücadelesinde de aktif yer alacaklardır. Erkeğiyle, kadınıyla bu özgürlük mücadelesinin gelişmesinde yerlerini alacaklardır. Doğanın tahrip edilmesi, aslında insanlığın tahrip edilmesi, doğa üzerindeki egemenliğin toplumlar üzerindeki egemenlik anlamına geldiğini, doğa üzerinde egemenliğe karşı çıkmadan da toplumlar üzerindeki egemenliğe karşı çıkılmayacağının bilinmesi gerekir. Bu bakımdan Alevilerin aynı zamanda ekolojik olması da gerekiyor. Ekolojiye karşı duyarlı olması gerekiyor. Bunun dışında bütün büyük-küçük ezilen toplulukların, kimliklerin hak ve özgürlüğünü savunacak durumda olmaları gerekiyor. Ancak farklı etnik, inançsal toplulukların hakları, hukukları savunulduğu takdirde gerçek anlamda Aleviliğin özgür ve demokratik yaşamı savunulabilir. Ancak bu temelde Türkiye demokratikleştirilebilir.

Türkiye demokratikleşmeden benzer katliamların yaşanmasını önüne geçilemez. Hiçbir yasa, hiçbir şu, hiçbir bu Alevilerin özgür ve demokratik yaşamını güvenceye alamaz. Alevilerin özgür ve demokratik yaşamını güvenceye almanın yolu her şeyden önce demokrasiden geçer. Bu da radikal demokrasidir, toplumcu demokrasidir. Kapitalizmin bireyciliğine dayanan, egemenlerin hakim olduğu demokrasi değildir. Böyle bir demokrasi anlayışıyla da Türkiye’de inançlarını tümden güvenceye alamazlar. Kısmi özgürlük yaşayabilirler, ama hakim inançlar tarafından baskı altına alınma ve erimekten kurtulamazlar. Özellikle Türkiye gerçeği ve Türkiye tarihi düşünüldüğünde radikal demokrasi, yani toplumcu demokrasi dışında hiçbir yolun Alevileri özgür ve demokratik yaşama kavuşturmayacağı anlaşılmıştır.

Yıllarca Kemalistler biz laikiz dediler, CHP Alevilerin güya savunucusu oldu! Bunların  hiçbirisi Alevileri kültürel soykırımdan kurtarabildiler mi? Alevilerin bu topraklarda yaşadığı zulmü engelleyebildiler mi? Engelleyemediler. Bu açıdan Alevilerin özgün örgütlenmeleri de gerekiyor. Bir de Alevi örgütlenmelerinin temel konularda birlik olmaları gerekiyor. Kuşkusuz devlete bulaştıran, devlete hizmet ettiren örgütler ve kişiler bu birliğin içinde olmayı hak etmiyorlar. Bunlar ancak o tutumlarını bıraktıkları takdirde birlik içine gelebilirler. Yoksa Aleviliği devlete bulaştıracak, Aleviliği gerçek özgür ve demokratik kimliğinden, değerlerinden uzaklaştıracak, sadece bir ritüele çevirecek, ama toplumsal ve özgürlükçü değerlerinden, demokratik değerlerinden koparacak, toplumsal ve özgürlükçü değerlerinden koparacak yaklaşımlar da kabul edilmemelidir. Ama Aleviliği olduğu gibi kabul eden, Aleviliğin karakterinde var olan özgürlükçü demokratik yanları bugün güncelleştirerek yaşayacak olan, yaşatmak isteyen bütün örgütlenmelerin bir araya gelerek demokrasi mücadelesine ortak güçle katılmalarında yarar vardır. Bu da hem Alevilerin siyaset üzerindeki etkisini arttırır, hem de Alevi toplumunu bilinçlendirerek gerçek özgürlüğün ve demokrasinin nerede olduğunu göstermesi açısından önemli roller oynarlar.

Bu katliamın aydınlatılması için sizce ne tür girişimlerde bulunulmalı?

Bu katliam aydınlatılmamıştır. İlk önce Alevi örgütlerinin bu katliamın aydınlatılması konusunda yoğun bir çaba göstermeleri ve bu katliamın bir insanlık suçu olduğunu, hala suçlarının aydınlatılmadığı ortaya konulmalıdır. İki yüz insan ölmüş, bunları öldürenler var. Bunları teşvik edenler var. Bunlar açığa çıkmamış. Yine devletin o dönemdeki rolü tam ortaya konulmamış. Aleviler kendileri söylüyorlar. Devletin suçlu olduğunu, devlet politikası sonucu olduğu görülüyor. Bu katliamın nasıl yapıldığı önemi düzeyde açığa çıkmış durumda. Ancak devlet bu konuda bir özeleştiri vermemiştir. Devletin çeşitli kurumlar ve istihbarat örgütlerimiz bunun içindedir dememişlerdir. Sorunu MHP ile sol Aleviler arasındaki gerilimin sonucu olarak ortaya koymaktadırlar. Bu, katliamın esas yapıcılarının, örgütleyicilerinin üstünü örtmek için ortaya konulan sözlerdir.

Bu konuda Türkiye’de bir kamuoyu baskısı yaratmak gerekiyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu vurgulamak lazım. insanlık suçlarının zaman aşımına uğrayamayacağı ortaya konulup bunun üzerinde durulmalıdır. Bunun için uluslararası alanda da çalışmak gerekiyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu, bir kültürel soykırımının, inanç soykırımının, Kürt soykırımının parçası olduğunun ortaya konulması gerekiyor. Maraş katliamından sonara Maraş’ın kasabalarının, köylerinin ne hale geldiği ortaya konularak bu katliamla neyin amaçlandığı iyi anlatılmalıdır. Uluslararası mahkemeler var, İnsanlık dışı suçları yargılayan mahkemeler var, bunun oralara götürülmesi gerekiyor, üzerinde ciddi çalışılması gerekiyor. Tabii ki tüm bu çabalarla katliamı uluslararası alanda da mahkum ettirilerek bir daha Türkiye’de bu tür bir katliam yapmaya kimsenin cesaret etmemesi sağlanmalıdır. Alevi örgütleri Türkiye’de, Avrupa’da ortak çalışarak bunu yapabilirler. Yine vurgulayayım, esas olan, bu olayı bir demokrasi mücadelesine çevirmek, bu olay etrafında bir demokrasi mücadelesi geliştirmektir. Bütün Alevilerin bu tür katliamlardan kurtulmasının ancak Türkiye’nin demokratikleşmesiyle olabileceğinin bilincini, örgütlemesini geliştirerek demokrasi ve özgürlük mücadelesinin gelişmesinde Alevilerin etkin rol oynamasını sağlamak gerekiyor. Bu katliamın aydınlatılması mücadelesiyle demokrasi  mücadelesi iç içe yürütülürse anlamlıdır. Yoksa çok fazla sonuç alıcı olunamaz.

Alevilere yönelik bu katliamın aydınlatılmasının girişimi bir yönüyle de Türkiye’de farklı inançlara, topluluklara nasıl kültürel soykırımcı bir politikayla yaklaşıldığını ortaya koymanın ve bunun propagandasını yapmanın zemini haline de getirilmelidir. Bu katliamın aydınlatılması konusunda dışta böyle bir çalışma yaparken, bu katliam vesilesiyle Türkiye’nin farklı topluluklara yönelik politikalarının ortaya konulması, böylelikle Türkiye’nin farklı topluluklar üzerinde uyguladığı politikalar konusunda üzerinde baskı kurulması da sağlanmalıdır. Örneğin Alevilerin ibadethaneleri hala kabul edilmiyor. Hıristiyanların okulları açılmıyor. Bu konuda inançlar üzerindeki baskı devam ediyor. İnançları kendine göre şekillendirme, örgütlenmeleri önünde engeller çıkarma politikası hala sürdürülüyor. Eğer katliamın aydınlatılmasıyla inanç ve kültürler üzerindeki baskının teşhir edilmesi bir arada yürütülürse bunun daha anlamlı olacağını düşünüyoruz.

EN SON EKLENENLER