Alevilik’te Semah

Ülkemizde Alevilik, Bektaşilik, Kızılbaşlık ve Mevlevilik gibi toplumsal kimlikleri ve inançları ifade eden kavramlar söz konusu olduğunda, hemen ardından akla gelen ilk terimler “Sema / Semah” ve “Ayin-i Cem” oluyor. Burada Mevlevilik’i tarihsel gelişimi, kurduğu toplumsal ilişki ve örgütlenmesiyle, öğretisi ve uygulamaları yönünden ayrı tutarsak, özellikle Alevi – Bektaşi Kızılbaşlar açısından Cem ve Semah, her türlü ritüelin, yaşamın ve inancın ayrılmaz parçası, hatta ana unsurları olmuştur.

Alevilik’te semahın önemine geçmeden önce kelimenin köken itibari ile nereden geldiği ve ne anlam ifade ettiğine kısaca bakmakta yarar var. Kelimenin kökenine dair bazı farklı yorumlar yapılmış olsa da dil bilimcilerin ve araştırmacıların üzerinde hem fikir oldukları, “semâ veya semah” kelimesinin Arapça “sem” kökünden türediği ve “işitme ve dinleme” anlamına geldiği şeklindedir. Zaten Tanrı’nın doksan dokuz isminden (Esma-i Hüsna) biri de “iyi işiten” anlamında “Semî”dir. Arapça’da “sem” kökünden gelen ve “sin” harfiyle başlayan kelime hemzeyle yazıldığı takdirde “semâ” olarak okunur ve “gök” anlamına gelir. “Raks” ve “vecd” anlamlarındaki “sema’ ” deyimiyse Arapça’da yine “sin” harfiyle başlar fakat “ayın” harfiyle biterek diğerinden ayrılır. Eski Arapça’da bu deyim “şarkı söyleme ve çalgı çalma” anlamlarını ifade ediyordu. Kelime zamanla giderek “çalgılı ve şarkılı şölen” anlamında kullanılmıştır.(1)

Bu anlamda demekki burada müzikli, çalgılı ve bunların ritmine uygun hareketlerden oluşan bir “raks” gösterisinden bahsediyoruz. Günümüzde aldığı ve taşıdığı anlam itibariyle semah her ne kadar kutsal, dini ve Tanrısal bir anlam ifade etse de özünde böyle bir danstır ve buna benzer ritüeller insanlık tarihinin her evresinde, değişik topluluklar tarafından benzer amaçlarla uygulanagelmiştir. Örneğin Mevlevi dervişlerinin her birinin olduğu yerde dönerek topluca yaptıkları semâ/semah ayini olan, baş dönmesi yoluyla “cezbe” (kendinden geçerek Tanrı’yla birleşme) hali yaşamaları, ilkçağlardan kalma bir Anadolu (ve insanlık) geleneğidir. Bu tür törenler, ilkin milattan binlerce yıl önce Anadolu topraklarında yaşamış Kybele rahiplerince uygulanmıştır. Kybele rahipleri de tıpkı günümüz Mevlevi dervişleri gibi, ak giysilerinin eteklerini savurarak oldukları yerde dönerler ve kendilerinden geçerlerdi.(2) Semâ ayinleri de sadece Mevlevilere özgü değildir, onlardan yüzyıllar önce de eski sufîler tarafından yapılmaktaydı. Örneğin 10. yüzyılda büyük sufîlerden Ebû Said bin Ebi’l Hayr’ın (967-1042) bu tür semâ ayinleri düzenlediği bilinmektedir. Yine o çağlarda topluca yapılan semâ /semahların dışında bireysel olarak da semâ/semah yapılıyordu. Mevlânâ’nın da semâ/semahı, daha önce bunu çok iyi bilen İranlı Şems-i Tebrizî’den öğrendiği bizzat oğlu Sultan Veled tarafından “İntihânâme” adlı yapıtında bildirilmektedir.(3)

Tıpkı Anadolu’da ve yakın coğrafyamızda olduğu gibi, insanoğlunun yarattığı bütün uygarlıklarda dinsel ya da toplumsal içerikli raks, dans veya benzeri törensel ritüeller uygulanmıştır. Bunun en çarpıcı ve bilinen örnekleri Afrika’daki zenci topluluklar, Amerika, Latin Amerika ve Avustralya yerlileri ile Asya’daki çeşitli şaman kültürleridir. Onbinlerce yıllık insanlık ve uygarlık tarihinin inançsal ve kültürel yaratımı olan bu ritüeller, tarih süresince evrilerek ve toplumlar/kültürler arası etkileşime uğrayarak sürdürülmüş, halen de kimi kültürlerde (Amerikan zenci kiliseleri gibi) modern zamanların kent yaşamına uyarlanarak devam etmektedir.

Geçmişten günümüze Anadolu Alevi – Bektaşi geleneğinde ise semah, cemle birlikte zaman içinde kazanmış olduğu anlam ve temsil ettiği değer bakımından yaşamın ve ibadetin en önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Alevilik – Bektaşilik’te her ne kadar genel kanı itibariyle semah, cemle birlikte Peygamber Hz. Muhammed’in Tanrı ile görüşmek üzere yapmış olduğu Miraç yolculuğu ve “Kırklar Cemi” mitolojisi ve kültüne dayandırılsa da bunlar dışında yine İslâm dairesinde değişik söylenceler ile birlikte, İslâmiyet öncesi kadim insanlık tarihi ve kâinatın varoluş serüvenine atıfta bulunan görüşler de mevcuttur. Burada İslâmiyet kaynaklı söylencelere kısaca değinmek gerekirse, bunlar sırasıyla şunlardır:

1. Tanrı ile Cebrail Arasında Yaşanan Diyalog

Alevilik’te inanılan yaratılış mitolijisinde yer alan bu söylenceye göre, yeryüzü suyla kaplıydı. Tanrı (Yaradan) yarattıklarından Cebrail’e sorar: “Sen kimsin, ben kimim?” Cebrail de “Sen sensin, ben de benim!” diye yanıtlar. Bunun üzerine Yaradan onu katından (huzurundan) kovar ve “Uç!” diye emreder. Binlerce yıl durmadan uçan Cebrail yorulur ve konacak bir yer ararken, tekrar Tanrı’nın huzuruna gelir ve Tanrı aynı soruyu yine sorar: “Sen kimsin? Ben kimim?” Cebrail gene aynı cevabı verir. Tekrar emrolunur; altı bin yıl uçar seyreyler. Fakat artık aciz kalır, düşmeli olur. Tanrı, o zaman inayetiyle, meleğin batın (içteki) gözünü açar.

Melek, o zaman “Kudret Kandili”ni görür. (Bazı kaynaklara göre Ehl-i Beyt’in Kandili, bazılarına göre de yeşil kubbeli bir yapı) Ona konar fakat kapısını bulamaz. İnmeye çalışırken içeriden bir ses duyar: “Ey Cebrail, niyaz et!”

Niyaza varır, niyazbend olur. Bir kapı açılıverir, hemen içeriye girer. İki nur görür ki, bir vücut olmuş, biri ak, biri yeşil. Ak nur seslenir: “Ey Cebrail! Var buradan yüce Allah’a git. Sana sual etse gerek. Sorarsa, şöyle cevap ver: ‘Sen Hak’sın, ben mahlukum’ de!”

Cebrail gider, Yaradan meleğine hitap eder ve tekrar: “Sen kimsin, ben kimim?” der.
Cebrail, “Sen Hak’sın, ben mahlukum” (Sen yaratansın, ben yaratılanım) diye cevap verince Tanrı, “Ey Cebrail, sen mürşidini bulmuşsun, onun yanına git!” diye buyurur.

Bu duruma çok sevinen Cebrail, sevinç içinde gökyüzünde el, kol ve baş hareketleri ile uçarak yapıya girer. Halk arasında bu söylenceden hareketle, “Cebrail gibi mürşide ulaşmak amacı ile ve onun duyduğu sevinci, coşkuyu hissetmek için semah dönüldüğü” şeklinde yorumlanır.

2. Hz. Muhammed ile Muaviye Arasında Geçen Anekdot

Hz. Muhammed’in katında bir gün Muaviye’nin de bulunduğu sohbette bir ozan şiirler söyler. Bu sırada Hz. Muhammed coşup kendinden geçer, dönmeye başlar. O sırada hırkası üzerinden düşer. Orada bulunan Muaviye, “Ey Tanrı’nın Elçisi, ne güzel dönüyorsun!” der.

Bunun üzerine Hz. Muhammed de: “Sus Muaviye! Sevdiğimin adı anılırken hareket etmeyen kişi ulu değildir” diye karşılık verir.

3. Kırklar Meclisi ve Kırklar Cemi Söylencesi

Alevi – Bektaşi literatüründe “Miraç ve Kırklar Cemi” söylencesi (miti), cem ve semaha kaynaklık ettiği varsayılan ve hemen herkes tarafından dile getirilen ve bir anlamda ortak kabul gören anlatıdır. Bu yüzden burada herkesin aşağı yukarı bildiği detaylarına girmeden söylenceyi kısaca özetleyelim:

Peygamber Hz. Muhammed uykusunda iken, Tanrı Cebrail vasıtasıyla O’nu Miraç’a davet eder. Hz. Muhammed bu davete (emre) uyarak Cebrail kılavuzluğunda Burak isimli ata binerek Miraç yolculuğuna çıkar. Yolda rastladığı bir aslan üzerine hamle yapar ve kendisine yapılan telkinle parmağındaki yüzüğü aslana vererek onun sakinleşmesini sağlar. Ardından Tanrı’nın huzuruna varır ve orada O’nunla doksan bin kelâm danışır. Bunun otuz bini insanlığa şeriat olarak iner, kalan altmış bini de Hz. Ali’de sır olur. Dönüş yolunda yolu bir meclisin toplandığı bir yapıya uğrar, kendisine o meclise dahil olması söylenir. Başta Peygamber olarak kabul edilmediği bu meclise, fakir ve onlardan biri olduğunu belirterek girer ve içerde kırk kişinin toplandığını görür. Kim olduklarını ve pirlerinin damadı Hz. Ali olduğunu görerek sohbetlerine dahil olur ve sonrasında hepsiyle birlikte semah döner. İşte Alevi – Bektaşilerin cem ve semahlarını dayandırdıkları temel söylence bu Kırklar Meclisi söylencesidir.

4. Hacı Bektaş Veli ve Hırka Dağı Söylencesi

Bektaşilerin bir kısmının inancına göre, Hünkâr Hacı Bektaş Veli bir gün Hırka Dağı’nda abdallarının bir ateş yakmalarını ister. Abdalların yaktığı ateşin etrafında daha sonra Hünkâr abdallarla birlikte coşkuyla semah döner ve kırk kez ateşi dolanır. Hünkâr daha sonra hırkasını çıkarıp ateşe atar ve sonra da küllerini havaya savurarak, “Bu külün düştüğü yerden odun bitsin!” der. O andan itibaren dağın odunu günden güne çoğalır. Bu nedenle dağa daha sonra “Hırka Dağı” adı verilir. Bektaşilerin bir kısmı bu söylenceye dayanarak semahın kaynağının bu olay olduğunu ifade ederler.(4)

Sonuç itibariyle günümüz Aleviliği içerisinde birçok farklı söylence, mit ve hikaye ile temellendirilmeye çalışılması, semahın toplum tarafından ne kadar önemsendiğinin ve hayatının her alanıyla ilişkilendirildiğinin de bir göstergesidir. Geçmişte ve günümüzde değişik yörelerde “samah”, “zamah” ya da “samak” gibi çeşitli şekillerde ifade edilen semah, her zaman Alevi toplumsal yaşamının ve cemlerinin ayrılmaz ve önemli bir parçası olmuştur. Toplum yaşamının düzenlendiği, yargılamanın ve helalleşmenin görüldüğü, kültürün devamının sağlandığı ve inanç ritüellerinin yerine getirildiği birer toplantı olan cemler ile yine birer irfan mektebi ve kâmil insana varış yolu olan muhabbet buluşmalarının (muhabbet cemleri de diyebiliriz) önemli bir parçasıdır semah dönmek.

Alevilere göre semah, yaratılışın, kâinatın ve var olan her şeyin bir simgesidir aynı zamanda. Kâinatta var olmanın esası dönme (hareket) ile başlar ve her şey birbiri etrafında döner. Yaratılmışlar arasındaki ortak özellik zerreden kürreye, her birinin yapısını teşkil eden hücrenin hareket etmesi, içerisinde bulunan atomlardaki elektronların, protonların dönmesi, vücuttaki kanın dönmesi, insanın topraktan yaratılıp yine toprağa dönmesi, içinde yer aldığımız kozmik evrende galaksilerin bile birbiri etrafında dönmesi, kâinatın tüm hareketliliği ile yaratan rabbini anmasıdır.

Büyük ozan Aşık Hüdai’nin son derece güzel betimlemesiyle “Bütün evren semah döner / Aşkından güneşler yanar..” dediği gibi semah dönen canlar da cezbe ve coşkuya kapılarak Tanrı’sıyla birleşmek ister.

İşte semâ / semah insanın kulluğunu idrak edip Tanrı’ya yönelerek, kendisini diğer varlıklardan üstün kılan aklı ile aşkını zikirle yoğurarak, nefsi ile mücadele edip rabbine vasıl oluşunu ve onda yok olup kâmil bir insan olarak tekrar kulluğa dönmesini anlatır.(5)

Son olarak, Alevilik’te semah gibi geniş ve çetrefilli bir konuda görüş belirtmeye çalışırken, semah dönülürken ortaya konulan görüntülerin anlamlarına ve ritüellerin uygulama şekillerine kısaca bakarak bitirelim.

Semah sırasındaki hareketlerin değişik anlamları bulunmaktadır. Gökyüzünde uçmak,
evrenin dönüşü gibi dönmek, turnalar gibi daire şeklinde uçmak ve kanat çırpmak gibi değişik bölümlere farklı simgesel anlamlar yüklenmektedir. Aynı zamanda dönülerek hiçbir şeyin durmadığı, ölmediği, hareket edip değiştiği sembolize edilir.

Semah, cem dışında, belki toplumsal ve kültürel içeriği olan toplantılarda ve tanıtmak amacı için dönülebilir. Ancak düğün, eğlence ve benzeri kurallarına uyulamayacağı ortamlarda semah dönülmesi uygun değildir.

Onlarca semah çeşidinin ritimsel ortak özellikleri vardır. Hepsi de ağır tempoyla baslar, hızlanır ve yavaşlayarak durur. Bu durum duyguların / ruhun uçuş ve geri dönüşünü sembolize eder.

Cemde olduğu gibi semahta da kadın ve erkek beraber pervane dönerler. Böylece kadın ve erkek arasındaki birlik ve eşitliğe vurgu yapılmış olur.

Semah, günümüzde birçok yerde yapılan özel kıyafet ve kostüm gibi yanlış bir uygulamanın aksine günlük, fakat temiz elbiseyle dönülebilir. Üryan semahı gibi bazı semahlar dışında özel elbise gerekmez.

Bazı semahlarda kolların açılarak avuçların yer ve gökyüzüne döndürülmesi, Hakk ile halk arasındaki bağı ve geçişi, Hakk’tan alınıp halka verilmeyi ifade eder. Yine bazı semahlarda dönen canın avuç içini yüzüne çevirmesi, aynada kendini ve dolayısıyla suretini, suretinde de Tanrı’yı görmeyi sembolize eder. (Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme / Nazar eyledim özüme Ali göründü gözüme)

Bu ve benzer daha birçok sayabileceğimiz sembolik uygulamalar, Alevilerin semahı ne kadar çok özümsediğinin ve ona çok büyük anlam yüklemiş olduğunun bir göstergesidir. Mevleviler, Bektaşiler gibi kurumsallaşmış olan yapıların aksine (tabii onları da sahiplenerek), halkın bulunduğu coğrafya ve buna bağlı olarak içinde yaşadığı etnokültürel ve sosyal yapıya göre semahlarımızda ortaya çıkan çeşitliliği de yolumuzun güzelliği, çeşitliliği ve çok renkliliği, zenginliği olarak algılamalıyız.

Bitirirken, semahlarımız her haliyle ve her şekliyle güzel, doğru, bizim ve kutsaldırlar. Hakk ve cem erenlerinin söylemiyle: “Hakk için ola, seyr için olmaya…”

Aşk ile…

Mehmet Yüksel – Sinemilli Ocağı / Elbistan – Kantarma

Dipnotlar:

1. Orhan Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü, s. 526, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984
2. Orhan Hançerlioğlu, age, s. 526.
3. Orhan Hançerlioğlu, age, s. 526.
4. Söylenceler ve semah ilişkisine dair daha geniş bilgi için bkz. Mehmet Aydoğmuş, Halktan Hakk’a Giden Yol Semahlar, Yazıt Yayıncılık, İstanbul 2012
5. Karabaş-i Veli Kültür Dergâhı Merkezi web sayfası, Mevlevilik konusu “Sema ve Zikir”alt başlıklı yazıdan alıntı.

EN SON EKLENENLER