Cemevi “ibadethane” değilse nedir?

ORAL ÇALIŞLAR

Çok yakın tarihe kadar, Türkiye’de “Alevi” ismiyle dernek kurmak yasaktı. Mahkeme kararıyla, bu engel ortadan kalktı. “Alevi” sözcüğü bir mezhebi belirttiği için, “toplumda bölünme tehlikesi” gerekçesiyle yasak konmuştu. Benzer şekilde, “Müslümanların ibadet yeri cami ve mescittir” şeklindeki bir önkabul nedeniyle, cemevine “ibadethane” diyemeyen bir yaklaşımla yüzyüzeyiz.

“Cemevinin su ve elektriği bütçeden” diye başlık atmış dünkü Yeni Şafak gazetesi. Bu habere göre; Davutoğlu’nun talimatıyla hazırlanan yeni düzenlemelerdeki imar planlarında, cemevleri yer alacak. Cemevleri, “ibadethane” denilmeden, camilerin yararlandığı imkanlardan yararlanacak. Elektrik su giderleri de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinden karşılanacak.
Bunu olumlu bir adım olarak görmekle birlikte, hükümetteki, “cemevleri ibadethane olamaz” takıntısının sürdüğünü de öğrenmiş bulunuyoruz. Bu tutum, tekçi bir “Sünni kavrayışı”nın (daha doğrusu, “Aleviliği kavrayamayış”ın); hala siyaset alanında etkili olduğunu kanıtlıyor.

Çok yakın tarihe kadar, Türkiye’de “Alevi” ismiyle dernek kurmak yasaktı. Mahkeme kararıyla, bu engel ortadan kalktı. “Alevi” sözcüğü bir mezhebi belirttiği için, “toplumda bölünme tehlikesi” gerekçesiyle yasak konmuştu.

Benzer şekilde, “Müslümanların ibadet yeri cami ve mescittir” şeklindeki bir önkabul nedeniyle, cemevine “ibadethane” diyemeyen bir yaklaşımla yüzyüzeyiz. Kendini “Sünni” olarak tanımlayanların büyük bir kesiminde, böyle bir kavrayış olabilir. Buna saygı da duyulabilir.

Ancak: Toplumumuzda yaşayan ve kendisini “Müslüman” olarak tanımlayan milyonlarca Alevi; ibadethane olarak, cemevini kabul ediyor. Cenazesini oradan kaldırıyor, lokmasını orada dağıtıyor, semahını orada dönüyor, ibadetini orada yapıyor.

Devletin, inançlara, mezheplere, dinlere, tercihlere yaklaşımı; tarafsız olmak durumunda. Bir grup insan cemevini ibadethane olarak kabul ediyorsa; devletin görevi, bunu kabul etmek ve gereğini yapmaktır. Devlet, “Müslümanların ibadet yeri” konusunda, resmi bir tavır alamaz. Bir dayatmada bulunamaz.

DERSİM TARTIŞMASI

“Dersim bir katliam mıdır” tartışmasının hala sürüyor olması; tarihimizle yüzleşme konusunda ne kadar sorunlu olduğumuzu, gözler önüne seriyor. Ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Dersimli’dir. Bu katliamın yakıp yıktığı yörenin çocuğudur.

Maalesef, CHP’de; hala, bu insanlıkdışı katliam konusunda, net bir bakış açısı oluşamıyor. Hacıbektaş’ta, Başbakan Davutoğlu, Dersim için “Kerbela” benzetmesini yapınca; “O zaman Yezid kim?” tepkileri, yine CHP tarafından, MHP tarafından geldi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun (Genel Başkanı’nın onayıyla), Dersim için özür dilemesi, bir adımdı. Ancak, CHP içinden, hemen, ona da tepkiler geldi. “Biz özür dilemiyoruz” açıklamaları sıraya dizildi.

KATLİAMI KİM YAPTI?

“Dersim katliamını Celal Bayar yapmış ve yaptırmıştır” formülü, CHP’liler için başka bir savunma noktası olarak ortaya atılıyor. Böylece merkez sağın kurucularından Celal Bayar bunu yaptırdığına göre, CHP’nin bir günahı yoktur iddiası bile öne sürülebiliyor.

Celal Bayar, o dönemde tek parti olan CHP’nin başbakınıydı. Göreve dönemin Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından atanmıştı.

Nasıl atandığını, önceki (30 Kasım 2001, Radikal) bir yazımda, Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Şükrü Aslan’dan aktardığım belgelerle kaleme almıştım:

“Bu atanma meselesini Celal Bayar, yıllar sonra Süleyman Demirel’e aktarır. Demirel’in bu anısı Aracayürek’in ‘Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler (8)’, başlıklı kitabında şöyle yer almıştı… Demirel, Bayar’dan dinlediğini naklediyor: “Atatürk ve Mareşal Çakmak oturmuş, konuşmuşlar. Tunceli’yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü’nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden, Celal Bayar’a sormuşlar; ‘Yapar mısın?’ Celal bey bize anlattıydı. ‘Yaparım’ demiş. Girişmişler. İsmet Paşa’da bir parça Kürt kanı vardı. Erdal bey de bir iki kez ‘Bizde biraz Kürt kanı vardır’ dedi.”( Bilgi Yayınevi, s. 81)

Bayar’ın ‘tez’ine göre; Atatürk ve Çakmak, Dersim’de büyük bir asimilasyona girişmek konusunda İnönü’ye karşı bir güvensizlik duyuyor, onun ‘isteksiz’ olduğu düşüncesini taşıyorlar. Atatürk, Celal Bayar’ı çağırıyor, başvekilliğe onu atıyor.

İnönü’nün Başbakanlıktan alındığı geceyi ise Atatürk, dönemin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şöyle aktarmıştı: “Gel… Gel… Meseleyi hallettik, otur da anlatayım dedi… İnönü ile yalnız kalınca ne yapacağız diye söze başladım, iki eliyle yüzünü kapadı, heyecanlanmıştı. Teskine çalıştım. Sakin ol da meseleyi sükûnetle konuşup halledelim dedim ve şöyle devam ettim: Görüyorum ki sen çok yorgun ve hatta hastasın, uzun zaman istirahate ihtiyacın var, bu itibarla mesai arkadaşlığımıza bir süre ara vermemiz muvafık olacaktır… Ayağa kalktı, yorgun ve uykusuz olduğundan bahsederek sofrada bulunamayacağını söyledi.”(Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları )

Soyak’a göre; Atatürk, o gece Celal Bayar’ı başvekil olarak atayacağını İnönü’ye söylemişti

İsmet İnönü 25 Ekim’de 1937’de görevden alınır, Seyit Rıza ve arkadaşları ise 15 Kasım’da idam edilir. Arkasında büyük Dersim harekatı ve katliam başlar.

Bu değişimin ayrıntılı nedenlerini ve bilgilerini 29 ve 30 Kasım 2011 tarihinde Radikal’de yazdığım iki yazıda dile getirdim. Linkleri veriyorum.

Tarihle yüzleşemeyince; bugünü de doğru anlamakta ve yönetmekte başarılı olamıyoruz.

radikal

EN SON EKLENENLER