Kobanê’nin büyücüsü

Bulutlu bir Pazar gününe uyanıyor Kadıköy. Vapurdan inenlerin kimi telaşlı, kimi yorgun, kimiyse rahatlamış. Bir anda karınca sürüsü gibi sağa sola dağılıyor. Başka bir kalabalık akın ediyor iskeleye, ama başka bir kalabalık! Ellerinde dev bir fotoğraf, gülümsüyor ta içinize bakıyor. Öyle bakıyor ki bulutlar dağılıyor, yerini güneşe bırakıyor. Onun adını haykırıyor kalabalık, “Paramaz yoldaş ölümsüzdür!” Kobanê’de insanlığın haysiyetini savunurken düşen Suphi Nejat Ağırnaslı anılıyor. O kendine Paramaz Kızılbaş diyor, biz de öyle diyelim.

Peter Pan olup, Kaptan Hook’un çetesinin hayal bile edemeyeceği kadar acımasız, soysuz karanlık çetelerle mücadele etmeye gitmeden önce bir mektup bırakmış Paramaz.

“.Ulvi bir inanç için yola çıkmadım, ulvi olmayan insanlarla hayatı, büyüsüz bir dünyayı, şeyleşmiş bir dünyayı büyülemek istedim o kadar.” diyor Paramaz.

Ve büyüledi Paramaz. Hem de o sözcükleri yazdıktan kısa zaman sonra. İnsanlığı boğmak isteyen zulüm yılanıyla savaşırken, Kobanê’de, insanlığın kalbinde düştüğü haberinin gelmesiyle o büyü baştan aşağı kaplamaya başladı yeryüzünü.

Büyülenmiş kalabalık Paramaz’ı andı Pazar günü, büyücünün fotoğrafı en önde. Gülüşü büyüyordu gidiyordu ta uzaklara, Kobanê’ye kadar. Bakışları umut veriyordu kaygılı gözlerle Kobanê’yi izleyenlere. “Kobanê düşmez, çünkü orada benim gibi savaşan, binlerce büyücü çocuk var.” diyordu.

Bir süre Paramaz’ın fotoğrafının arkasında yürüdü kalabalık. Bu büyülenmiş kalabalığı izleyenler, birbirlerine soran gözlerle bakıyorlardı. Kimdi bu gülümseyen çocuk? Merakları uzun sürmedi. Paramaz’ın babası çıktı sahneye. Oğlunu anlattı. Aceleyle anlatıyordu baba. Eksik anlatmak istemiyordu oğlunu, ama yetmiyordu. Babası da olsa kimse zamanı büyüleyen birini kolay kolay anlatamazdı. Sözü anneye verdiler sonra.

Anne sahneye çıktı. Yorgun, acılı. Gözleri çok uzaklara bakıyordu. Kobanê’yi geçip dünyanın katledilen bütün yoksul çocuklarını selamlıyor bir süre, yutkunuyor. “Fazla konuşamayacağım, sizinle duygularımı paylaşacağım sadece. ” diyor.

Ne anlatacak diye bekliyor kalabalık. Ama o anlatmıyor, bir ağıt yakıyor düşen oğlu için: “Bin bir çileyle büyüttüm oğlumu, yemedim yedirdim bu güne getirdim.”

Boğazlar düğümleniyor. Annenin sesi büyüyor, önce Kadıköy’e sonra o kocaman, sağır ülkenin kulaklarına haykırıyor:”Cesurdu mertti, kaya gibi sertti bir gün geldi ki vay vay vurdular onu.”

Paramaz’ın annesinin yüzü değişiyor. Başka annelere, bu topraklarda öldürülen, kaybedilen çocukların annelerine benziyor.  Anne devam ediyor, Paramaz’dan çok önce Neverland’a giden Kürt çocuklar eşlik ediyor ona çok uzaklardan: “Beni kınama arkamdan ağlama, ne yaptıysam bil ki halkım için derdi. ” Kendisinden çok önce evlatlarını kaybeden anneler başlıyor eşlik etmeye: “Aslan gibiydi, sözünün eriydi, Bir gün geldi ki vay vay vurdular onu.”

‘Şimdi tıpkı Peter Pan gibi Neverland’e gidiyorum, asla büyümemek üzere.’ demiş mektubun sonunda Paramaz.  Şimdi o hayaller ülkesine giden güzel çocuklar kervanına katıldı. Belki o güzel çocuklarla o güzelim hayaller ülkesinde, şairin dediği gibi, ‘gökyüzünün o meşhur maviliğini’ paylaşıyordur şimdi. Ama onun yaptığı o büyü bir gün baştanbaşa kaplayacak dünyayı ve onun adı da diğer büyücüler gibi çınlayıp duracak kalbimizin en temiz odasında.

EN SON EKLENENLER