Çıplaklık ve Özgürlüğümüz

Bir dönemler sayısı bilinmemekle birlikte binlerce Kürt kadını TC zindanlarından geçti. Özellikle de 1990 ile 2000’li yıllar arası bir çok kadın ve çocuk düştü zindanlara. Bunların kimisi ana, kimisi öğrenci, kimisi gerilla diyebileceğimiz kadınlardı. Hepsinin anlatacak veya anlatamayacak kadar derin hikayeleri vardı. Kimisi tüm cesaretini yüklenip dile getiriyor, kimisi de tarihin bütün yükünü omuzlamışçasına içine gömüyordu. Ancak ister ana, ister bir çocuk, ister genç bir kadın, ister bir gerilla kadın olsun. Hepsinin hikayesi bir birine benziyordu. Ve yaşadıkları onca acı, işkence sadece Kürt olmalarından kaynaklı değildi. Çünkü bütün Kürtler cinsiyetlerine bakılmaksızın işkence ve zulüm görüyordu. Ancak onlar zulmü  kadın kimliklerinen dolayı iki kat fazla yaşıyordu.

1993-94 yıllarında Türk devletinin emniyetinde sorguya giripte tecavüz yaşamayan, cinsel tacize uğramayan hiçbir kadın yoktu. 70’lik analar, henüz on sekizini doldurmamış çocuk kadınlar bu faşizmden nasibini aldı. Polisin tecavüzüne uğrayıpta hamile kalan kadınların durumunu anlatmaya ise hiçbir kelimenin gücü yetmez.

Bedenlerine dokunamayan binlerce kadının çığlığı kendinde saklı kaldı. Çok sonraları birer kadın olarak yaşadıklarını birbirine anlatabildiler. Çünkü yaraları aynıydı. Ağrıyan ruhları aynıydı. Her kadın diğer kadında kendini gördü. Birbirinin ruhuna dokunarak acılarını ve kanayan taraflarını onarmaya çalıştılar. Zor oldu. Gece boyunca süren kabusları, çığlık çığlığa uyanan kadınları, banyoya giremeyen hallerini, kendi bedenine dokunmayan anları, aynada kendine bakamayan psikolojileri yıkmak, aşmak zamanlarını aldı. Ağız dolusu gülebilmek, birazda olsun geçmişin gölgesinden çıkıp bu ana ve geleceğe odaklanabilmeyi yıllar sonra yoğun mücadeleler sonucu başarabildiler.

Binlerce özgürlük savaşçısı kadın olarak zindanlarda bu işkenceleri görürken aynı yolun yolcusu olan binlerce mücadeleci kadın da Türk devletiyle savaşırken, aynı zihniyetin sonuçlarını yaşıyordu. Katledilen onlarca kadının bedenine aynı şeyler yapılıyordu. Çırıl çıplak soyularak, tankların arkasına bağlanıp sürüklenerek, bedenleri parçalanarak, rahimlerine kurşun sıkılarak, memeleri bıçakla kesilerek tecavüz ideolojisi hayat buluyordu. Ele geçirilemeyen özgür kadın ruhunun intikamı kadın bedenlerinden alınıyordu. Bu öylesine bir intikamdı ki beş bin yıllık erkek egemen sistem adına saldırılıyordu. “bu sisteme başkaldıran kadınlar mısınız?” dercesine insanlık tarihinin en onursuzca saldırıları gerçekleştiriliyordu. Bütün bu vahşeti yapanlar tekil birer erkek olarak değil, erkek egemen ideolojinin gücüne dayanıyorlardı. Sadece devlet ve iktidarda vücut bulmuş egemen ideolojiye değil, toplumun içine sinmiş kadın-beden-namus üçlemesinin gücüne inanıyorlardı.

Kadın kimliği ve bedenine saldırılar sistematik olarak günümüze kadar hızından bir şey kaybetmeden devam etti. Sadece siyasal düşünceleri olan ve bu uğurda mücadele eden kadınlara değil bütün kadınlara dönük saldırılar topyekünleşti. Bu hayata ve erkek egemen zulme küçücük itirazı olan milyonlarca kadın şiddet gördü. Öldürülmüş kadın bedenleri binlerce kadının omuzunda taşındı.

Ve sonra tarih 2015’in temmuz ayını gösterdiğinde yine çırıl çıplak soyulan, sokak ortasında teşhir edilen, vücudu parçalanmış bir kadın daha gördük. Kevser Eltürk, yani Ekin Wan’ı. O mücadeleci bir kadındı. Özgürlük uğruna mücadele veren milyonlarca kadından biriydi. Bütün dünyada yaşayan milyonlarca kadının özgürlük sorununu yüklenmiş ve bu uğurda canını feda etmişti. Ekin Wan’da bize tanıdıktı, ona yapılan vahşette. En son yine Cizre’de aynı çıplak bedenleri gördük. Adını henüz bilmediğimiz bir kadın yerlerde çırılçıplak soyularak teşhir ediliyordu. Hafızamızda yılların biriktirdiği aynı kareler yeniden canlandı. Çırılçıplak bir kadın bedeni yine bir  meydandaydı. ve yine başında poz veren, bedenimiz ve çıplaklığımız üzerinden vurmaya çalışan erkekler. Görünüşe bakılırsa tarih tekerrür ediyordu. Oysa ki hiç bir şey tekerrür etmez. Sadece ettirilmeye çalışılır. Gaflette buradadır işte.

Çünkü bunu yapan erkek egemen aklın unuttuğu bir şey var. Zindanlarda tecavüze uğrayan, cinsel tacizin bin bir türlüsünü yaşayan, çırılçıplak sokak ortasında teşhir edilen binlerce kadın yaşadıklarından çok şey öğrendi. Erkek egemen sitemin kadın bedeni ve kimliğini köleleştirmek üzerinden nice uygarlıklar inşa ettiğini, kadının köleleşmesi ve bedenlerinin işgal edilmesi pahasına bu ataerkil kimliğin şekillendiğini biliyor. Kadınlar kendilerini  nasıl boyunduruk altına alındığını, beş bin yıldır insanlıktan sapma pahasına nasıl yaşatıldığını da biliyor. Peki erkek egemen akıl kadın bilincinin ne olduğunu biliyor mu? Tarihin ürettiği bütün ateşli silahlardan daha etkili bir şeyin farkına vardı kadınlar. Cins bilinci, yani kadın kimliğinin özgürleştirici farkındanlığı….

Ve bu kadınların hepsi topyekün mücadeleye dönüştü. Özgürlük uğruna savaşan kadınlar toplumun geleneksel olarak onların kimliklerine, cinselliklerine, bedenlerine yüklenen namus anlayışını, geleneksel algıları yerle bir ettiler. Bedene yüklenen cinsiyetçiliği paramparça ettiler. Kadınlar kendilerinde bütün sistemi yıktılar ve kendilerini aştılar. Ve bu ateş topuna dönüşen kadınlara dokunan herkesi, bütün egemen anlayışları yakıp geçtiler. tam da bunun için sanılmasınki ölen, yerde yatan çıplak kadın bedenidir.  Bilakis ölen onun başında bekleyen, can çekişen, çirkinlikte sınır tanımayan erkekliğin kendisididir. İşte bu yüzden tarih hiçbir zaman tekerrür etmez. Bir tek özgürlüktür baki olan. Oda kadınlar şahsında çoktan kazanıldı bile….

EN SON EKLENENLER