Toplumsal çökertme ve Ensar Vakfı

Sema Ramazanoğlu, son dönemlerin en çok konuşulan isimlerinden. Ancak ne bu dönem ne de geçmişte kadın cinayetleri ve toplumsal sorunların ayyuka çıktığı son yıllarda herhangi bir açıklamanın altında imzasını göremedik. Ta ki Ensar vakfı evlerinde vuku bulan kırk beş çocuğun istismarı ve onunun tecavüzüyle su yüzüne çıkan sürece kadar.

Bir kadın bakan olarak en çok konuşulduğu bu zamanda ele alınan konu itibariyle keşke böylesi bir kadınlık yitimine tanık olmasaydık.

Bakanlığının önündeki kadın nitelendirilmesinin düşürülmesi ailecek kurucusu oldukları iktidar döneminde gerçekleşti. Hani kadınlığımız kızlığımızdan başlayıp, çocuklarımızın sayısına, kürtaja, giyim kuşamımızdan, kamusal hayattaki varlığımıza kadar “kocadan çok koca” olan iktidar döneminde.

Pedofili gibi evrensel suç olarak görülen böylesi bir olayda vakfın savunuculuğuna soyunmasını hayretler içinde izlememek elde değil. Aile ve sosyal politikalar bakanı “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz”. diyor.

Bu sözler bir yerlerden çağrışım yapıyor. “Evet, tanırız iyi çocuklardır”  söyleminin sosyal alandaki topuk selamı gibi adeta. Daha kimler “bu iyi çocuklar içinde” olabilir bakmakta fayda var. Vakfın kurucusunun 80 tecavüz dosyası olduğu, “7’sinde kız çocuğuyla evlenilebilir” diyen şahısın da bu vakfın eğitmeni olduğu ifade ediliyor. Yasalarca da yasaklı olan küçük çocukların toplandığı vakıf evlerinde kim bilir daha neler yaşanıyor. Minik bedenlere yapılanlar körpe beyinlere yapmıyor mu sanıyoruz? Tarihsel gelenek yani iğdiş kültürü her açıdan vuku buluyor…

Pedofili evrensel olarak suç kabul edilen, insanlığa ve topluma karşı işlenen en ağır suçlardan biri olduğu tartışmasızdır. Bunu yapan sapık, psikopat toplum dışı falan değil, gayet toplumun içinde ve “normal” insanlar. 12-13 yaşlarındaki kız çocuklarına görücü gidecek kadar “normal”. Hatta vakfın başkanı tarafından tecavüzcü kişiyle ilgili olarak “toplumda gayet itibarlı, saygın biriydi” demesi kadar “normal”. Toplum dışı nitelendirmeler ise kendini temize çıkarmanın bir aracı olarak kullanılmakta.

Oysa toplum gerçek anlamda yaşayan toplum ise eğer, böylesi bir sessizliğin sırasıyla kadınlar, çocuklar ve cinsiyet gözetmeksizin tüm toplumu inleteceğini görmelidir. Anlaşılan  “Çökertme Planı” burada da devrede.

Üsten planlanan toplum modeli adım adım dayatılırken bunun da sürekli “ahlak” adına yapılması ise düşündürücü. En sıradan kadın-erkek ilişkilerindeki bir sosyal davranışın bile şikâyet konusu olduğu ülkede bu kadar sık “ahlaktan” bahsedilmesi ise tesadüf olmasa gerek. Toplum bir taraftan “ahlak” ölçüleri ve sınırlarına sürekli çekilmeye çalışırken kimin “ahlakının” egemen kılınmaya çalışıldığı da adeta bir tabu olarak tartışma dışı bırakılmakta. “kadını neden iradesizleştiriyorsunuz” diyen sesler karşısında “orada dur” diyen bir karşı çıkış ve bu çıkışı da “din” adına maskelemek modern köleliğin vücut bulmuş hali olarak zikretmekte. Din adına 7 yaşındaki kız çocuğunun evliliğini caiz görmek erkek egemen vahşiliğinin kendini ve yozlaşmış benliğini gizlemek dışında bir anlamı bulunmamakta.

Konuşmadan, giyinmekten, nasıl oturup kalkmak konusundaki en ileri örneğin “harem” olarak sunulduğu bir iktidarda nasıl ve kimin ahlakının dayatıldığı ise ortada. Bu “ahlakın” kadınlar için nemenem bir yaşam sunduğu ise yüzlerce örnekle karşımızda. Kadını iradesiz, erkeğin bir uzantısı olarak gören bu “ahlak” savunucuları kadını binlerce kurala boğarken erkek için ise sonsuzluk bahşetmekte. Belki de bu yüzden din üzerinden yapılan tartışma tuzağına düşmeden egemen erkek-köle kadın ve toplum bağlamında konuyu sürekli canlı tutmak hakikat açısından hayati olabilir.

Çünkü bu kadar ahlak havariliğinin dillendirildiği bir ortamda harcananın sadece kadınlar değil çocuklarında nasiplenmesi tek kelimeyle korkunç bir yozlaşmanın ifadesidir. Sapkınlığın “ahlak” adına kutsanması ve milyonların buna inanması ise insanlığın ölümüdür.

İkiyüzlü ahlak anlayışı oldukça ve toplum buna sesiz kaldıkça dönüp dönüp ayrı olaylar ancak aynı olguları tartışırken bulacağız kendimizi. Tıpkı Pozantı cezaevinden bu güne geldiğimiz gibi…Sahi ne oldu Pozantı cezaevindeki çocuklara? Tecavüzcüler nerede? Cezalandırılanı duyduk mu?

Tecavüzün kutsandığı bu cehennemi akla karşı toplum sessiz kaldıkça çökertme herkesi buluyor. Linn Segal “tecavüzcüler ataerkilliğin hücum kıtası gibidirler”. der. Sadece sosyal hayatla sınırlı kalmayan siyasal olarak da her tarafı kuşatmaya almak isteyen bu hücum kıtaları karşısında bir kez daha düşünmek ama düşünmek “insan” olmanın temel şartı olabilir…Ama herkes için…

EN SON EKLENENLER