Suni mültecilikten Sünni-Türk kuşağa…

RIZA ALTUN

Suriye savaşı ile ortaya çıkan mülteci krizini, salt bir mülteci sorunu olarak ele almamak gerekiyor. Sadece rejime karşı ortaya çıkmış bir ayaklanma ve saldırılar sonucu mağdur olmuş bir mültecilik varmış algısı hakim. Bu algı, içinde belirli doğruları barındırsa da bir yanıyla eksiktir.

MÜLTECİLİĞİ OLUŞTURAN ESASLAR

Mültecilikte belirleyici rol oynayan iki temel faktör var:

* Daha çok dışarıdan beslenip Suriye’ye sokulan selefi hareketi dediğimiz DAİŞ, Nusra, Ehrar El Şam vb. hareketlerin geliştirmiş olduğu politikanın bir ürünü olarak görmek çok önemlidir. Rejime karşı mücadelesinde/savaşında mülteciliği ortaya çıkarmayı kendisine bir siyasal avantaj olarak görüyor. Yaratmış olduğu mülteci dalgası ile aslında rejime karşı savaşını meşrulaştırmak ve yine mülteciliğin ana kaynağı rejim olduğu görüntüsünü vererek, yani adeta uluslararası bağlantılarına belirli bir güç kazandırmak istiyor. Olayların gelişimi iyi takip edilirse mülteciliğin büyük bir bölümü bu politikalarla ilgilidir. Her ne kadar rejimin bunda payı olsa da esas olarak bunlarla ilgilidir. Dikkat edilirse DAİŞ, Nusra gibi örgütlerin ele geçirdiği yerlerde, daha çok bunların taktikleri ve yöntemleri bu sonuca yol açtı. Altını çizmek gerekiyor, bölgedeki etkinliği için bu tür yöntemleri uyguluyorlar.

* Türkiye, Suriye’de mülteciliğin oluşmasında temel rol oynayan; uluslararası cihadın buraya taşınmasında belirgin politikalar geliştiren bir devlettir. Daha çok selefi hareketlere dayanarak kendi Sünni mezhepçi politikalarını Ortadoğu’da etkin kılmak için bunu yaptı. Diğer taraftan Suriye rejimini yıkarak, kendisi ile stratejik işbirliği içerisinde olabilecek yeni bir rejim kurma politikasıyla hareket ett. Türkiye’nin bu politikası mülteciliğin Suriye’de ortaya çıkmasında belirleyici rol oynadı.

TÜRKİYE’NİN ÖZEL AMACI

Fakat Türkiye ve iktidar partisi AKP, sadece bununla yetinmedi. Mülteciliğin ortaya çıkmasında özel olarak bir amaç da takip etti. Hem rejimi sıkıştırma hem de Suriye’deki krizi bölgesel ve küresel politikalarında hissettirmek için araçsallaştırdı. Bunun için Suriye’de adeta mülteciliği teşvik etti. Hem desteklediği selefi grupları körükledi hem de rejime karşı geliştirmiş olduğu politikalarla derinleştirdi. Adeta şuna davetiye çıkardı; Suriye’de ne kadar mültecilik ortaya çıkarsa, ve Türkiye’ye gelirse, Türkiye mültecilere dayanarak Suriye politikalarına meşruiyet sağlayabilir.

Türkiye başka yerde mağdur olmuş insanların sığındığı bir ülke değildir. Tersine Türkiye daha çok yürütmüş olduğu siyaset ile adeta davetiye çıkararak gelmesini sağlamış ve mültecileri kendi politik emelleri için kullanmayı esas almıştır. Yani selefiler ile birlikte oraları yaşanmaz hale getirirken, diğer yandan mültecilerin kurtarıcısıymış gibi onu kendi içine çekmek için zemin yaratıyor. Kendi içine çektiği bu mültecileri, hem dünya siyasetinde pazarlamak hem de bölgede kurulacak yeni dengelerde ve özellikle Suriye’de kurulacak rejimde kendisine dayanak yapmak için araçsallaştırıyor. Bu noktayı görmemiz gerekiyor. O zaman şunu açık söyleyebiliriz; Suriye’de oluşan yoğun mülteciliğin önemli bir parçası, Türkiye’nin takip ettiği Suriye ve bölgedeki siyasetidir. Bu politikalar sonucunda bu mültecilik ortaya çıkmıştır. Türkiye gelen veya getirtilen mültecileri ise kendisine siyasi bir malzemeye dönüştürüyor.

TÜRKİYE’NİN KONUMLANMALARI

Türkiye’deki mültecilerin durumuna baktığımız zaman, Suriye’den savaş ortamından kaçan, kendini kurtarmak isteyen görüntüyle gelmelerine rağmen onların konumlandırılmaları ve kurulan kamplardaki faaliyetlere dikkat edildiğinde söylediğimiz kanıtlanıyor.

Yakın bir zamanda açıklanan resmi rakamlara göre Türkiye’deki Suriyeli göçmen sayısı 2 milyon 733 bin. Fakat bunların ise ancak onda biri mülteci kamplarında olduğu söyleniyor. Bu kamplar AKP’ye bağlı AFAD denetimindedir ki, örneğin buralara gazeteciler bile giremiyor. Kimlerin bu kamplarda kaldığını, ne yaptıklarını öğrenmek başlıca bir sorundur. Çünkü varolan kamplar, selefi örgütlerin örgütlenme merkezi halinde. DAİŞ, Nusra ve benzeri selefilerin mücadelesinde kadro kaynağı haline getirildi; bunlar kullanıldı.

AFAD KAMPLARI ÜSTÜR

Görüntüde mülteci kampıdır ama esas olarak bunların yürüttüğü çalışmaları, örgütlenmeyi, askeri eğitimleri, gidiş-gelişlerde oynadığı rolleri, personel temini açısından üstürler. Urfa ve Antep’teki, sınır boyundaki bütün kamplar deşifre oldu, basında yoğunca işlendi. Bu anlamda AFAD kampları kesinlikle Suriye’deki kaosta daha çok selefi çizgisinin beslendiği, örgütlendiği alanlardır.

AVRUPA SİYASETİNİ TESLİM ALDI

Suriye’den aldığı yoğun mülteciler ile adeta Avrupa siyasetini teslim almak için bir politik malzemeye dönüştürdü. Ya kendisinin Ortadoğu ve Suriye politikalarını desteklemelerini ve mali yardım sağlamalarını ya da bütün mültecilerin yönünü Avrupa’ya çevirip bir mülteci akını ve kaosu ile karşı kalmasını hedefledi. Bunu dayattı ve belirli oranda da başarı sağladı. Dolayısıyla bir taraftan büyük bir mali destek aldı; diğer taraftan Avrupa’nın kendi Suriye ve Kürdistan’da yürüttüğü politikalar ve savaş karşısında sessiz kalmasını sağladı. Dolayısıyla Batı’nın TC ordusunun Sur, Cizre, Silopi gibi Kürdistan’da yürüttüğü katliamlara sessiz kalmaları bununla bağlantılıdır. Bir nevi yürüttüğü şantaj politikası tuttu. Bugün bütün başvurulara ve oluşan kamuoyuna rağmen Avrupa’nın Kürdistan’daki katliam ve devlet terörüne karşı sessiz kalması ve Türkiye’yi destekliyor gibi açıklamaları bununla bağlantılıdır.

TÜRKİYE İÇİNDEKİ ROLLERİ

AKP eli ile Türkiye içerisinde de mültecilere oynatılmak istenen bir rol var. 3 milyona yakın mülteci varsa, bunların önemli bir kısmına, mülteci statüsü karşısında iktidar partisinin kendilerini erken seçimde, eğitim ve benzeri alanlardaki çalışmalarda kullanması söz konusudur. Erdoğan’ın 20 Mart günü TRT’de “Suriyelilere vatandaşlık” açıklamasından sonra da Kürtleri vatandaşlıktan çıkarmakla tehdit etti.

AKP, Türkiye ve Kürdistan’da bunların hem Kürt mücadelesine karşı kullanılması hem de Anadolu ve Mezopotamya’nın Sünnileştirilmesi yönündeki ideolojik çalışmanın malzemesi haline getirmek istiyor. Suriye’deki çatışmalarda hakim olmak isteyen selefiliğin, Türkiye’de de AKP’nin ideolojik yaklaşımları paralelinde benzeri rol oynatılmak; Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı güce dönüştürülmek isteniyor.

PAZARCIK SOMUT ÖRNEKTİR

Maraş’a bağlı Pazarcık’ta kurulmak istenen ‘mülteci kampı’yla ilgili gelişme, bunun en somut örneklerindendir. Maraş’ın zaten jeopolitik bir durumu var:

* Bir yanıyla Sünni ve faşist eğilimin ağırlıklı olduğu merkezdir. Geçmişten beri de bu temel esas üzerinde hakimiyet kurulmaya çalışılıyor.

* Diğer yandan da Pazarcık ve Elbistan merkezli olan Kürt Alevi topluluğu bulunuyor. İnançsal ve mezhepsel açıdan Sünniliğin kendisini hedef aldığı, asimile edilmesi ve hatta imha etmesine kadar varacak politikalar söz konusudur. Bu politika zaman zaman katliamlar ve göçertme biçiminde kendisini dışa vurdu. Şimdi de Pazarcık’ta böyle bir kamp kurulması ve Sünni ağırlığın, selefi hareketlerinin ortaya çıkması ve örgütlenmesi bununla birleşince, Alevilerin burada yaşayamayacağı durumunu ortaya çıkaracaktır.

KÜRT ALEVİLİĞİN HAVZASI

Kürt Aleviliğinde Dersim bir merkezdir. Ama Dersim’in, Aleviliğin tarihsel gelişimdeki önemi ne kadar büyükse Güneybatı Kürdistan dediğimiz bölgenin de bir o kadar Kürt Aleviliğinin oluşmasında rolü vardır. Bağlantıları açısından düşündüğümüzde; Antep’e, Adıyaman’a, giderek Malatya’ya, Kayseri’nin Sarız ve oradan Koçgiri’ye uzanan hat olarak etkisi vardır. Dolayısıyla bu bölge Alevi inancı için için ne kadar önemliyse Kürt ulusu için de benzer öneme sahiptir. Burada sadece Aleviliği ortadan kaldırılmasıyla sorun bitmiyor. Aleviliğin etnik kimliği olan Kürtlüğün de burada temizlenmesi sonucunu beraberinde getiriyor. Alevilerin bu topraklardan sökülmesi Kürtlerin de sökülmesidir. Kürdistan’ın diğer bölgelerinde yaptıkları katliam politikalarını farklı biçimde bu bölgesinde uygulanması anlamını taşıyacaktır. Dolayısıyla Alevilik ve Kürtlük temel hedef haline getirilmiştir.

CİDDİ KATLİAM TEHLİKESİ

Kürdistan’ın değişik şehirlerinde hendek, barikat gerekçeleriyle devlet terörünün hedefi haline getirdi. Fakat aynı yıkım politikasını bu anlamda hiçbir şeyi olmayan Maraş’ta geliştirmeye başladılar. Orada bu kamp kurulduğunda Alevilik kalmayacak, Kürtlük de kalmayacaktır. Kürdistan’da genelindeki göçertme politikası orada da devreye konulacak. Mevcut Erdoğan-AKP iktidarının uzun vadeli politikaları arasında Kürt tasfiyesi geliyor. Yani devlet terörüne dayalı katliamlar, şehirlerin yıkımla göç ettirme siyasetine dayalı bir ajandaya sahiptir. Bunu, aynı zamanda Alevilerin de tasfiye etme politikalarının önemli bir adımı olarak görmek gerekiyor.

Kamp adı altına bu politikaların Maraş ve ardından Koçgiri’ye taşınmak istenmesi, Kürt Aleviler için ciddi katliam tehlikesini ortaya çıkarıyorsa, Türkiye genelinde de bütün Aleviler için aynı oranda bir tehlike teşkil ediyor. AKP, iktidarını korumak için ideolojik olarak inançsal ve mezhepsel merkezini kurmayı da hedefliyor. Bu yüzden kamplar, bölgedeki insanlar için varlık yokluk meselesidir. Bu proje gelişirse o coğrafyada yaşamak da mümkün olmayacak; katliamlar, asimilasyon geliştirilecektir.

BÜYÜK DİRENİŞ GELİŞTİRİLMELİ

Bu proje başta olmak üzere benzer girişimlere karşı ciddi tutum geliştirilmelidir. Buyük bir direniş geliştirilmelidir. Fakat şunu da görmemiz gerekiyor, o bölgeden olan Kürt ve Alevi topluluklarının hem bölgedeki varlıkları hem de dünyanın bir çok yerine dağılmaları, avantaj ve dezavantajları ortaya çıkarıyor.

Şimdiye kadar ki örgütlülükleri gerçekten de ne kadar yeterlidir; mevcut imkanların ne düzeyde kullanılıp kullanılmadığı tartışmalıdır. Bölgenin şimdiye kadarki yaklaşımlarıyla daha çok vakıf, köy dernekleri biçimimde örgütlenmesi vardı. Kendi kimliğini, kültürünü, birlikteliğini bunlarla ifade etmesi için önemliydi. Artık AKP’nin mülteci politikası karşısında bununla karşı durmak yeterli değildir. Bugünkü örgütlülük düzeyi, direniş yöntem ve taktikleriyle bu politikaların önünde durulamaz. Sıradan protestoyu aşan durum gerekiyor. Çünkü gelişmeler çok köklüdür. Çok daha ileri düzeyli protestolar ve örgütlülüğe gitmek gerekiyor. Hem bölgedeki parça parça örgütlülüklerin birleştirilerek buna karşı tavra dönüştürülmesi hem de kendilerini savunabilecekleri -bizim ‘öz savunma’ dediğimiz- savunma sistemlerine kavuşmaları gerekiyor.

Sıradan protestolarla AKP’yi politikalarından vazgeçirmek mümkün görünmüyor. Ciddi direniş içine girerek bu politikalar boşa çıkarılabilir.

ÜLKE DIŞINDA YAŞAYANLAR

O bölgedeki insanların dünyanın her yerine yayılması, bu bakımdan avantaj da oluşturabilir. Bölgedeki direnenler kadar aktif olabilecekleri direniş süreci ve siyaset ile diplomasisini yürütecek çizgiye sahip olmaları gerekir. Neye mal olursa olsun, direniş merkezine; Kürdistan’a, Pazarcık’a, Koçgiri‘ye giderek varlıklarını orada ifade etmeleri gerekiyor. Avrupa’da yaşayabilirler ama Pazarcık’taki  direnişin içerisinde yer almaları birincil görevleridir. Direnişi kendi merkezinde geliştirmek önemlidir; bu olmadan, Avrupa’da yaşayan Maraşlılar, Kürdistanlılar rollerini oynayamazlar. Avrupa’daki demokratik eylemlerini de sürekli ifade ederek olayı gündemde tutmaları gerekiyor. Avrupa’da ciddi siyaset ve diplomasi yapmanın imkanlarını geliştirip kurumsallaştırabilirler. Çünkü bunun imkanları da var. Yerel derneklerin hepsi böyle bir faaliyete girerse, o zaman sonuç alınabilir. Direnişle, eylemlerle, diplomasiyi birleştirmek gerekiyor. Bunun için de Avrupa belirleyici rol oynayabilir.

ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİYLE BAĞ

Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle bağını da kurmak gerekiyor. Aleviliğin kısmen ayakta kalmasının, 40 yıldır sürdürülen özgürlük mücadelesiyle bağı kurulmalıdır. Alevilik ya da Kürtlük bu bölgede kendini ifade edebiliyorsa bu mücadeleyle bağı iyi değerlendirilmelidir. Kürdistan’daki özgürlük mücadelesiyle ilişki içinde böyle bir direniş geliştirilebilir; yaygınlaştırılabilir.

MARAŞ İLK ADIMDIR

Türkiye’deki mevcut mültecilik üzerinde iktidarın yürüttüğü politikanın Aleviler için tehlike arz edeceği konusunda uyarmıştık. Sanki sadece Kürtlere karşıymış gibi gösteriliyor ama Aleviler içinde büyük bir tehlikedir. Maraş bunun ilk adımıdır. Maraş’a yapılmış kampın çevre ilişkisine bakınca, selefilerin yapacağı örgütlenme, kendisini belirttiğimiz tüm bu alanlara taşıyıp varlık haline getirecektir. Bu da inkar ya da katliamdır. Mültecilere insani açıdan bakıp “yer açıyoruz” demek, kendilerini gelecekte mülteci haline getirmeye yol açacaktır. Bunun arkasında ciddi demografi mühendisliği yattığını görmemiz gerekiyor.

TÜRK ALEVİLERİ DE DUYARLI OLSUN

Herkesin direnişte daha aktif olması, güç birliğine gitmesi gerekiyor. Bunun için kadınlar, gençler ve çocuklarda yer almalı ve mücadele etmeleri gerekiyor. Dikkat edelim, devletin tüm inkar ve imha politikalarına rağmen Kürtler tasfiye olmuyorsa geliştirdikleri topyekün direniş haliyle ilgilidir. Bu yüzden yenilmez güç olmuşlardır. Türk Alevileri, farklı Alevi inançlarının; Türkiye’deki devrimci, demokrat, sol kesimlerin de duyarlı olması gerekiyor. Maraş’ta yapılan Kürt Aleviler için bir adım olarak ortaya çıksa da Anadolu’da Türkmen Aleviliğin tasfiyesine de yol açacak durumdur.

MARAŞ KATLİAMI UNUTULMAMALI

1978’de Maraş Katliamı’yla katlettiğini katletti, kalanları ya sindirmeye çalıştı ya da değişik teşviklerle göç ettirdi. Katliam ile Kürtsüz ve Alevisizleştirmeye çabaladığını unutmamak gerekiyor. Pazarcık’taki Kürt Alevi köylerinin ortasına; nüfuslarının neredeyse on katı düzeyinde Suriyeli mülteciyi yerleştirmeyi hedeflediği kampın kurulması bu politikanın devamı niteliğindedir. Yarım kalmış projelerini tamamlama girişimidir. Yani mültecilerin oraya yerleşmesi Kürt Aleviliğin sonu ve tasfiyesi demektir. Pazarcık’ta kampın kurulması demek Elbistan, Malatya, Adıyaman, Antep, Kayseri-Sarız ve giderek Koçgiri’ye kadar uzanan hattın bütünü olarak hem Türkleştirişmesi hem de Sünnileştirilmesini ortaya çıkarır. Tehlike bu boyuttadır.

BU GİDİŞATI DURDURALIM

Maraş Katliamı sürecinde de ciddi bir direniş yürütüldü. O direniş ruhu şimdi özsavunma temelinde canlandırılmalıdır. Özgürlük Mücadelesi içerinde vermiş oldukları değerli katkıları, örgütlülüğe dahil olmaları, bedel vermeleri bugün bunu daha üst bir boyuta taşınmassını gerektiriyor. Bese Anuşlar, Ayşe Göçerler, Cennet Dirlikler, Mustafa Yöndemler, Şıho Dirlikler, Erdal Sincerler, Hasan Kızılerler, Mustafa Candemirler, Hüseyin Maturlar ve tüm diğer Özgürlük Şehitlerinin direniş ve mücadele geleneği buna davet ediyor. Eğer direniş gelişmezse kurbanlık koyun muamelesi yapılacaktır. Gelişmeler, DAİŞ’in Suriye ve Irak’ta kafa kesmeye görüntülerine kadar ilerleyebilir. Finalini böyle uygulayabilirler.

EN SON EKLENENLER