Karasu’dan Erdoğan’ın “bizim kültürümüzde başkanlık vardır” sözlerine yanıt

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Türkiye’de sistem sorunlarının değil demokratikleşme sorunlarının olduğunu söyledi

“Hüseyin Ali” mahlasıyla yazan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, ‘başkanlık sistemi’ tartışmalarının yanlış yerden karşı çıkıldığını savunarak “Türkiye’nin sorunlarının tümüne yakını demokratikleşme sorunlarıdır. Bu açıdan sistem tartışmaları çözümsüzlükte ısrardır” dedi.

Karasu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bizim kültürümüzde başkanlık vardır” sözleriyle Erdoğan’ın otoriterleşme peşinde olduğunu iddia etti.

Mustafa Karasu’nun Yeni Özgür Poltika’da yayımlanan “Sistem sorunu mu, demokratikleşme sorunları mı?” başlıklı yazısı şöyle:

Tayyip Erdoğan Türkiye’de nerede bir eksiklik varsa sistem sorunudur diyerek kendisinin düşündüğü otoriter faşist başkanlık sistemini meşrulaştırmaya çalışıyor. Mecliste AKP’liler HDP’lilere saldırıyor, başkanlık sisteminde bunlar olmazdı diyor. Sonunda baklayı ağzından çıkardı; bizim kültürümüzde başkanlık sistemi vardır, dedi. Cumhuriyetin tek parti ve milli şef dönemini eleştirdiğine göre, kast ettiği Osmanlı dönemindeki padişahlık sistemidir. Belki de “devlet baba” kültürünü kast etmiştir. Baba sever de döver de!

Türkiye’de Erdoğan’ın başkanlık isteğine karşı çıkan çok önemli bir kesim var. Son dönemdeki uygulamaları dikkate alındığında bunun fazlasıyla haklı nedenleri ortaya çıkmıştır. Ancak başkanlık sistemine karşı çıkışlar yetersiz noktalardan ele alınıyor. Türkiye’de sistem tartışması özünde bir saptırmadır. Bu tartışmalar, Erdoğan’ın başkanlık projesine hizmet ediyor. Çünkü sanki sorunların kaynağı sistemdeymiş gibi bir algı yaratıyor. Türkiye’de sorunların kaynağı esas olarak sistemden kaynaklanmamaktadır; demokratikleşme sorunları vardır. Sistem sorunu olarak ifade edilen şeyler de demokratikleşme sorunlarıdır. Tabii ki aynı zamanda zihniyet sorunlarıdır. Türkiye’nin en temel sorunları en başta da Kürtlerin ve Alevilerin çözülmeyen sorunlarıdır. Bunlar sistem sorunu değil, zihniyet ve demokratikleşme sorunlarıdır. Kadın sorunu, emekçilerin sorunu, hak ve adalet sorunları demokratikleşme sorunlarıdır. Bu temel sorunlar parlamenter sistemde çözülmüyor da başkanlık sisteminde çözülür diyen var mı? Tabii ki yoktur. Demokratikleşmenin olmadığı bir ülkede başkanlık sistemi daha da otoriter ve antidemokratik olur. Dolayısıyla temel sorunların çözülme olasılığı daha da zayıflar.

Türkiye’nin sorunlarının tümüne yakını demokratikleşme sorunlarıdır. Bu açıdan sistem tartışmaları çözümsüzlükte ısrardır. Hatta demokratikleşmeyle birlikte ele alınmayan bir sistem tartışması daha baskıcı ve sorunları ağırlaştıran durumlar ortaya çıkarır. Sorunları demokratikleşme temelinde ele alıp çözmeyenler sorunları hep sistem sorunu olarak görmüşlerdir. Bundan da kast edilen, sistemin daha katı hale getirilmesidir. 12 Eylül askeri faşizmi iktidara gelince hemen sistemin daha sıkı ve daha otoriter hale gelmesi üzerinde çalışmıştır. Demokratikleşme üzerinde değil de şu kurum, bu kurum işlevli hale getirilsin konuları üzerinde durulmuştur. Bu konularda da hep daha fazla otoriterleşme önermişlerdir. Kuşkusuz demokrasilerde de sistem sorunları vardır. Demokratik ülkelerin sistemleri demokratikleşmeye uygun hale getirilerek sorunlar çözülür. Otoriter zihniyet ve ülkeler de sistemlerini kendi çözüm zihniyet ve tarzlarına göre dizayn ederler.

Tayyip Erdoğan’ın zihniyeti demokratik olmadığından düşündüğü tüm sistem değişiklikleri otoriterleşmeye yöneliktir. Başkanlık sistemi olsaydı şunlar olmazdı sözü aslında halk içinde dillendirilen “birkaç kişiyi sallandır da bakalım bunlar oluyor mu” sözünün örtülü halidir. Zaten Tayyip Erdoğan kürsüye her çıktığında birilerini azarlıyor. İşte düşündüğü sistem bu azarladıkları üzerinde baskı kurma ve yaptığı sistem değişikliğiyle bunları susturmayı hedeflemektedir.

Tayyip Erdoğan “bizim kültürümüzde başkanlık vardır” diyor. Aslında merdi Kıpti gibi “şecaat arz eylerken sirkatin söylüyor”; yani otoriter bir rejim istediğini itiraf ediyor. Doğrudur, Osmanlı’da ve daha öncesinde tek adama dayalı padişahlık, sultanlık, başbuğluk ve hanlık vardır. İlk ve ortaçağın siyasal sistemlerinin esası otoriter ve tek adamlığa dayanmaktadır. Ancak bu sadece Türklere ya da Müslüman topluluklara has bir durum değildir. Avrupa ülkeleri krallıkla, Rusya çarlıkla, Araplar emirliklerle, İranlılar Şahlıkla, Çinliler hanlıkla yönetilmiştir. Tayyip Erdoğan tamamen böyle tek adamlığa dayalı sistem istiyor. Bizim kültürümüzde var diyerek savunduğu ilk ve orta çağda dünyanın tüm devletlerinde hakim olan yönetim anlayışıdır.

Aslında doğal toplumlarda esas yönetim biçimi yasama, yürütme ve yargı denen fonksiyonların aynı kurumda olduğu bir sistemi ifade eder. Bu fonksiyonların tümü de mecliste ifadesini bulur. Ancak sınıflaşma, sömürü ve baskı ortaya çıkınca ilk önce yürütme, sonra yargı giderek toplumların elinden alınır. Toplumlar her zaman meclisin yetkilerinin kısılmasına ve tümden ellerinden alınmasına direnmişlerdir. Meclisler toplumların ve halkların otoriterleşmeye karşı direndikleri son mevziler gibi olmuştur. Otoriter rejimler tam hakim olmak için yargıyı kendilerine bağladıkları gibi, Meclisleri de işlevsizleştirip kendi kontrollerine almışlardır. İşte bu nedenle Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketi başlayıp özgür düşüncenin mayalandığı topluluklar gerçeğinin ortaya çıkarılması çabaları artınca, Avrupa’da halk devrimleri başlayınca ilk önce Meclisler güçlendirilmiştir. Avrupa’da halk devrimleriyle altüst oluşlar yaşandıktan sonra egemen sınıfların ağırlığı altında bir sistemleşmeye yönelme olunca eski kral ve padişahlardaki gibi yetkiler bir kişi ya da bir zümrenin elinde toplanmasın diye kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenmiştir. Bu sınıflı, sömürücü ve baskıcı sistemler için kendi içlerinde bir istikrar, denge ve barış yaratmak için kurulmuştur. Tarih içinde halk açısından bu kuvvetlerin parçalanma ve dağılması olumsuz bir durum yaratırken; bugün sınıflı, sömürücü ve egemen sistemler için bir denge yaratmayı ifade etmektedir.

Bu dengeler içinde halk güçleri her zaman yasamanın, yani Meclisin yetkilerini güçlü tutmak istemişlerdir. Egemenler ise yürütmenin yetkisini arttırarak daha otoriter bir sistem yaratmaya çalışmışlardır. Bu açıdan halklarla egemenler arasında meclis ve yürütmenin yetkilerini arttırma mücadelesi her zaman olmuştur. Bilinçli, örgütlü ve demokratik toplumlarda meclisin yetkisini genişletme esastır.

Şu anda Erdoğan da yürütmenin yetkisini arttırarak sistemi daha da otoriterleştirmek istemektedir. Bu durum, amiyane deyimle 2×2=4 gibi bir gerçekliktir. Tayyip Erdoğan, Kürtlere karşı, Alevilere karşı, demokrasi güçlerine, emekçilere ve kadına karşı böyle bir sistemle daha etkili mücadele edilir demekte ve çevresinde Kürt, Alevi ve demokrasi düşmanlarını toplamaktadır. Türkiye’de başkanlık sistemi ve sistem tartışmaları bu çerçevede gündemleştirilmiştir.

Türkiye’de tüm demokrasi güçleri sorunların kaynağını sistem sorunu olarak değil de, sorunları çözecek bir demokratik ülke olmamak olarak ortaya koymalı ve mücadelelerini bu çerçevede yürütmelidirler.

Kaynak: Yeni Özgür Politika

EN SON EKLENENLER