Bu ülke hiçbir zaman laik olmadı

“Bozuk Düzende Sağlam Çark Olmaz.” Pir Sultan Abdal.

Cumhuriyetin ilk yıllarından beri, ‘batılılaşma reformları’, jakoben (tepeden inmeci) bir anlayışla devletin ve toplumun yukarıdan aşağıya doğru ve zorla değiştirme/ dönüştürme şeklinde yapılmıştır. Cumhuriyetin kuruluş döneminde yapılan birçok batılı reform gibi laiklik de Fransa’dan alınmıştır ve 1930 yılında Anayasaya konulmuştur. Laiklik Fransa’dan alınmış ve Anayasaya konulmuş konulmasına da laiklik felsefesiyle yani tam anlamıyla algılanmamış,  dolayısıyla da laikliğin demokrasi ve toplumsal örgütlenmede ve zihinsel yapılanmadaki anlamlarından uzak kalınmıştır. Laiklik İlkesi: Türkiye Cumhuriyeti’nin herhangi bir döneminde adına layık bir şekilde uygulanmadı. Sadece ve sadece anayasada yazılı olarak kaldı. Ta başında beri Cumhuriyet hükümetlerinin uyguladığı laiklik, inançların eşitlik ilkesine, din özgürlüğüne ve din-devlet ayrımına değil, dinin devlet kontrolünde tutulmasına dayandırılmıştır. AKP dönemine kadarki devleti yöneten Cumhuriyet hükümetlerinin tümü laiklik konusunda ne yapmışsa, ne eksik, ne fazla aynısını AKP hükümeti yapmıştır. AKP hükümeti dönemine kadarki hükümetler, bütün güçleri ile Alevileri asimile etmeye çalışmışlardır. Sadece asimile ederek değil, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi Katliamları ile fiziki olarak da yok etmeye çalışmışlardır. Cumhuriyet hükümetleri yıllarca bununla da yetinmemiş, Alevilerin toplumsal, kültürel, inançsal dokusu ile oynayarak, demografik yapısını bozmaya çalıştı. Alevilere yönelik bu politikalar, bir devlet politikası olarak her iktidar tarafından uygulandı. Devlet bugünde AKP hükümeti eliyle Alevilerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim alanlarına mülteci kampları yaparak bu politikasını devam ettiriyor.

1924 yılında Dönemin devlet yöneticileri, dini denetim altına almak ve din üzerinden toplumu kontrol altında tutmak gerekçesiyle 429 Sayılı Kanunla Diyanet İşleri Başkanlığını kurdular. O gün bu gündür devletin dini hayatı kontrol etmesini sağlayan ana kurum Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Devletin yönetim erkini her dönem elinde bulunduranlar, tekçi-inkârcı, baskıcı ve asimilasyoncu sistemini pekiştirmek için diyaneti ve benzeri kurumları oluşturup, güçlendirerek daima yanı başında tuttular. Devletin oluşturduğu diyanet ve diyanet benzeri tüm kurumların görevi de mutlak çoğunluk olan ve devletin öngördüğü “Sünni-Hanefi İslam’a” hizmet etmek olmuştur. Ve yine devlet, diyanet ve benzeri kurumlar aracılığıyla kendisinin öngördüğü “Sünni-Hanefi-İslam” dışındaki Alevilik başta olmak üzere tüm inançları yok saydı, onlara karşı ayrımcılık uyguladı.  Diyaneti kurup, bir inanç kesimini yasaklamak, bununla da yetinmeyip, zorunlu din dersleriyle asimile etmek için elinden geleni yapmak despotizm ve faşizm değildir de nedir? ‘Sorunların, ayrımcılığın, eşitsizliğin, hukuksuzluğun’ kaynağı işte tamda burada yatmaktadır. Son günlerde AKP’li Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın gündemi değiştirmek için, yapılacak olan “yeni Anayasa da laiklik olmasın” “Anayasadan laikliği çıkartalım” demesiyle birlikte “Aslan Sosyal Demokratlar” laiklik elden gidiyor diye hemen ‘şahlandılar’ ve “kurtuluş yok ya hep beraber ya hiç birimiz” Cumhuriyeti ve Laikliği korumak için mücadele etmeliyiz ve “Türkiye Laiktir. Laik Kalacak” sloganlarını atarak, “son CHP’li kalıncaya kadar mücadele edeceklerini” açıkladılar. Tabanının çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu “Aslan Sosyal  Demokratlara” sormak lazım; devletin kendisine resmi bir din seçip, sekiz bakanlığa eşdeğer bir bütçenin Diyanet’e (Sünni-Hanefi-İslam’a) ayrıldığı bir ülke nasıl laik oluyor?  DİB olduğu ve devlet eliyle camilerin yönetildiği sistemin laik olması mümkün müdür?

“Aslan Sosyal  Demokratlar”da biliyorlar ki, Cumhuriyetin kurucusu, tek parti döneminin CHP Genel Başkanı ve Cumhuriyetin ilk Devlet Başkanı Mustafa Kemal tekçi ve inkârcı bir anlayışla Diyanet İşleri Başkanlığı kurdu. Böylece bir inanç sistemine devlet katında resmiyet kazandırmış oldu. Diyaneti kuran M. Kemal, Osmanlı zamanında bile varlığını zor koşullar altında devam ettirmiş olan Alevilerin eğitim yuvası olan Dergâhları kapattı, Alevilerin Yol Önderi Dedeleri yasaklandı, Alevileri dalsız-kolsuz ve eğitimsiz bıraktı. İşin özüne bakacak olursak ‘Laiklik’ daha çok da CHP iktidarları döneminde Alevilerin asimilasyonu için kullanıldı. CHP sadece ve sadece laikliğin anayasada yazılı olması ile ilgilendi ve Alevileri de bununla avuttu. CHP her dönem Alevilere “ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalıştı,” bu durumunu günümüzde de devam ettirmektedir. İşte benim derin manipülasyon (hileyle yönlendirme) dediğim olay tamda buydu. Laikliğin uygulanıp uygulanmadığı, nasıl, kime karşı uygulandığı CHP’yi fazla ilgilendirmedi bugünde ilgilendirmiyor. Eğer “M. Kemal döneminde ve sonrası dönemlerin herhangi birisinde devlette laikliğin” zerresi olsaydı: başta Aleviler olmak üzere diğer inanç grupları inkâr edilmez, yasaklanmaz, ötelenmez, dışlanmaz, zor ve zorbalıkla baskı altına alınmazdı. Ayrımcılığın, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, eşitsizliğin temellerinin atılmasında ve bugüne kadar sürdürülmesinde tek partili dönem CHP’sinin de, çok partili dönem CHP’sinin de çok büyük sorumlulukları ve günahları var.

AKP’li Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a “Aslan Sosyal Demokratların” yanında bir itirazda bazı Alevi kurumlarımızdan geldi ve “Laiklik kırmızı çizgimizdir” denildi.  Haydi, “Aslan Sosyal  Demokratların” sisteme ve konuya bakışlarını biliyoruz diyelim! Alevi Kurum Başkanı ve Yöneticisi Canlarımıza sormak lazım; bugüne kadar Türkiye’de laik bir sistem var mıydı? Hepimiz biliyoruz ki; 1930 yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına laiklik maddesi (ilkesi) yazıldı, bu madde sadece ve sadece kâğıt üzerinde yazılı olarak kaldı, pratikte laiklik ilkesi hiçbir zaman uygulanmadı. Peki, neydi laiklik ilkesi? Laikliğin birincisi ilkesi:  Devletin dini olmaz, devlet inançları tarif edemez, devlet inançlar karşısında kördür yani tarafsızdır… Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dini var mıdır evet vardır, devletin dini İslam’dır. Devlet inançları tarif ediyor mu evet ediyor. Devlet inançlar karşısında kör ve tarafsız mıdır kocaman bir hayır! Laikliğin ikinci ilkesi: Devletin bütün dinlere, inançlara, mezheplere aynı mesafede durması… Devlet bütün dinlere, inançlara, mezheplere aynı mesafede durdu mu kocaman bir hayır! Laikliğin üçüncü ilkesi: Dini inançlardan herhangi birisinin devlet üzerinde egemenlik kurmasını önlenmesi… Devlet bunu önlendi mi hayır, tam tersine kendisi din üzerinde egemenlik kurdu, dininde devlet üzerinde egemenlik kurmasına göz yumdu. Laikliğin dördüncü ilkesi: Farklı farklı inançtaki toplumların (mezheplerin) birbirine üstünlük kurmalarını engellemesi ve onların birlikte yaşamasını sağlaması… Devlet burada da tam tersini yaptı, kendi eliyle oluşturduğu kurumlarla bir inancın diğer inançlar üzerinde üstünlük kurmasını sağladı. Bu dört kural, laikliğin olmazsa olmaz en önemli kuralıdır. Tüm demokrasilerde hatta burjuva demokrasilerinde dahi bu değişmez bir kuraldır. Peki, 1924’ten bu güne kadar ülkemizde bu kurallar uygulamış mıdır? Hepsine birden koskocaman bir hayır diyebiliriz! Hakikat böyleyken; “Bazı Alevi Kurum Yöneticilerinin” Aleviliği inkâr eden, Alevi Yol Önderi Piri (Dedeyi) yasaklayan, Alevi Dergâhlarını kapatan bütün kurum ve kuruluşlarıyla toplumu asimilasyona maruz bırakan resmi ideolojinin eleştirisini aynı güçte yapmamaları çok ciddi bir eksiklik değil midir? Şu hakikat hiçbir zaman unutulmamalıdır;  90 yıllık “Sünni-Hanefi” devlet (Türk-İslam Sentezci)  aklı sorgulanmadan Alevilik ve Aleviler özgürleşemez!

Türkiye’nin tekçi-inkârcı otoriter baskıcı bir laiklik anlayışına değil, din ve vicdan özgürlüğüne dayalı özgürlükçü-eşitlikçi evrensel laikliğe ihtiyacı vardır. Laik devlette devletin dini yoktur. Laik devlette insanlara hangi inancın doğru ya da yanlış olduğunu söylemeye hakkı da yoktur. Hangi inancın doğru ya da yanlış olduğuna karar verme ve herhangi bir inancı tercih etme konusunda tek otorite bireyin kendisinden başkası değildir. Laik Demokratik ve Çağdaş bir Devletin insanlara kimlik dayatmak gibi bir görevi de yoktur. Devletin birey adına bireyin yerine geçerek ona bir din, inanç ya da ideolojiyi dayatması din ve vicdan özgürlüğüyle bağdaşmaz. Devletin siyasal, toplumsal, hukuksal düzeni dinden soyutlanmış olduğu için bütün dinlere, mezheplere eşit uzaklıkta durur. İnançlar karşısında; “kör, sağır ve dilsizdir.” Laikliği uygulayan devlet, belirli bir inanca ayrıcalık tanımayı reddederek tüm yurttaşların eşitliği ilkesine saygı gösterir, bunu güvence altına alır, hiçbir inanca özel ayrımcılık yapmaz. Bu yaklaşıma uyun olarakta laik demokratik bir ülkede Diyanet İşleri ve zorunlu din dersi eğitimi olmaz. Din ve vicdan özgürlüğü, eşitlik ve çoğulculuk açısından bakarsak Türkiye’de bir laiklik sorunu vardır. Çünkü mevcut laiklik anlayışı tekçidir, dayatmacıdır, otoriterdir ve baskıcıdır. Din ve vicdan özgürlüğüne dayalı, çoğulculuğu koruyan bir evrensel laiklik açılımına ülkemizin ihtiyacı vardır. Devlet mevcut yapısıyla, demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün ve barışın önünde engeldir. Mevcut tekçi, inkârcı, asimilasyoncu devlet yapısı, demokratikleşmenin de önünü tıkamaktadır, bu nedenledir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin her alanda yeniden yapılanması kaçınılmazdır. Mevcut anayasa ile eşitlik ve özgürlük mümkün değildir. Devlet yeni, sivil, eşitlikçi, özürlükçü, çoğulcu, laik, demokratik ve çağdaş bir anayasa ile yeniden yapılandırılmalıdır. Alevi kumları buna öncülük etmeli ve bu yönde yoğun bir şekilde talepte bulunmalıdır. Yazımı Dedeoğlu’nun şu üç dörtlüğüyle sonlandırıyorum, Aşk İle Sevgili Canlar.

“Uyan gafil sözüm sana
Hürmet et kâmil insana
İnsan gezen kütüphane
Oku okuyabilirsen

Cehalet en büyük derttir
Gaye kendini bilmektir
İlim tükenmez servettir
Oku okuyabilirsen

İnsan Hakk’a açılan kapı
Özünde ara bul HAKK’I
Dedeoğlu sen de oku
Oku okuyabilirsen.”

Mehmet_k.34@hotmail.com

 

 

 

EN SON EKLENENLER