Sürgünde bir halk ozanı: Emekçi

OSMAN OĞUZ

Özgürlük Mahkumları, Maden Ocağı, Kırmızı Gül, Ben Derdimi Kime Yanam, Yıkılası Zulüm Seni ve daha nicesi… Bir döneme türküleriyle damga vurmuş isimlerden biri Ozan Emekçi… Bağlaması sırtında köy köy gezerek başladığı müzisyenliğini, bugün 43. sanat yılında, sürgün yurdu Almanya’da sürdürüyor. Emekçi’yi ziyaret edip 43 yılın hatıralarını dinledik…

Tarihin birinde, halk ozanları varmış. Bağlamaları, kavalları heybelerinde, bir köyden öbürüne yola çıkarlarmış. Birçok şarkıları da yolun izini taşırmış. Bir köyde aşık olur, diğerinde bu aşkın türküsünü söylerlermiş. Yolda jandarma çevirir, köye ulaştıklarında jandarma, türkünün yargısında mahkum olurmuş. Kıtlık ve bolluk, savaş ve barış, softalık ve dervişlik, doymazlık ve açlık… Orada, köyde, insanların arasında olan biten ne varsa… Türküler, halkın bağrında üretilir, halka seslenir, halkça söylermiş. Halk ozanı da, türküsü sırtında, kimi zaman iki metre karın, kimi zaman elli derece güneşin altında çıkarmış yola. Yüzlerce yıl boyunca…

Bugün bu anlatı, bir masaldan parça gibi… Halk ozanları, hele de 80 sonrası nesil için, büyüklerin dilindeki bitmez nostaljik hikayeden biri. Köye gelirlermiş de, bütün evler toplanıp saatlerce kâh coşku, kâh hüzün, kâh sevinçle dinlermiş. Hani, nerede videoları, fotoğrafları? Şimdi neden gezmiyorlar? Sosyal medya, neden bahsetmiyor onlardan? Twitter’da hiç öyle şey görmedim!

Öyle ya, anlatılar, bir çağın ruhuna olduğu kadar ona can veren iktisadi ve politik temellerine dair de ipuçlarıyla doludur. Ölmüş, tılsımını yitirmiş ya da giderek güçten düşmüş bir anlatı, toplumsallıktaki köklü dönüşümlere işaret etmeye başlar artık. Yani, artık “biten” halk ozanları değildir; halk ozanlarının yaslandığı toplumsallık, siyasallıktır.

Mikrofonsuz, sahnesiz konserler

Ozan Emekçi, o dönemden, “masal diyarından” bugüne kalmış bir sanatçı. Köy köy gezmiş vaktiyle, türküler söylemiş. Para istememiş, dinlesinler istemiş. “Sönmüş külleriyim yangın yerinin/ Sırrı sorulur mu gönül erinin/ Usulüne göre uçan arının/ Her çiçekten bal alması zor değil” demiş, usulüne uygun halde, gezmiş çiçek çiçek… Anlatıyor:

“Bir kere köyde kim var, kim yok, herkes geliyordu. Okulun en büyük sınıfı hangisiyse, oraya gidiyorduk; okul yoksa, en büyük ev kimin eviyse o ‘Buyrun, gelin’ diyordu. Sınıf ya da oda tıklım tıklım doluyordu. Millet üst üste binip dinliyordu. 50 kişi, 60 kişi, 100 kişi… Büyük köylerde daha fazla. Yaz oldu mu, açık alanda yapıyorduk.

Mikrofon yok, sahne yok. Yaşlısı, genci herkes geliyordu. Karnımıza kadar kar yağdığını biliyorum. Hozat’tan Çemişgezek köylerine kar içinde yürüyerek gidiyorduk. Bazen 5-6 arkadaş oluyorduk, ben hafiftim, çok zayıftım, en öne beni koyuyorlardı, arkadan izime basarak geliyorlardı.”

Toprak altına gömülemedi

Emekçi’yi sürgün yurdu Almanya’daki evinde ziyaret ettiğimizde anlattı bunları. Onu, halk ozanlığı geleneğini sürdürmüş son neslin yaşayan son temsilcilerinden biri olarak tanımlayabiliriz herhalde. O nedenle, hakkında söylenecek söze halk ozanlığı övgüsüyle başlamakta tuhaflık yok. Emekçi’nin sanatını kabaca iki damara/döneme ayırmakta da: Köy köy gezerek icra ettiği halk ozanlığı ve plaklar/kasetler/CD’ler aracılığıyla sözünü yaydığı sanatçılık. İkisini de başarıyla icra eden bir sanatçı olarak Emekçi, bugün milyonlarca insanın tanıdığı, birçoğunun “şarkılarıyla büyüdüğü”, bazılarının devrimci mücadeleyi şarkılarından esin alarak öğrendiği bir isim. “Toprak altına gömülmek” istenenlerden o da; ama kasetleri, hiçbir zaman toprak altında uzun süre kalmadı; cunta yıllarında bile gizli gizli dinlendi, yaygınlaştı.

12 yaşında bağlama

Bağlama çalmayı daha 12 yaşındaki bir küçük çocukken, memleketi olan Maraş’ın Afşin ilçesine bağlı Haticepınar köyünde öğrenmiş Emekçi. Diyor ki, “Bizim köyde bağlama çalmayana kız vermezlerdi. O yüzden köyde çok bağlama çalan var. Babam da mahalli bir sanatçıydı. Mahsuni bize sık sık gelirdi. Bağlamayı ilk babamdan dinledim, sonra Mahsuni’nin ve bizim köylü Aşık Meçhuli’nin etkisinde kaldım.”

14-15 yaşlarına geldiğindeyse, artık Pazarcık köylerine küçük konserler vermeye gidenlerin arasına karışmaya başlamış. Hemen dikkat çekmiş. 18’ine vardığında, 1972’de, Mahsuni Şerif, Nesimi Çimen ve İsmail İpek’le birlikte Akdeniz turnesi yapmışlar. O turneden hemen önce ilk kaset, 1974’te ilk 70’lik plak: Ben Ne Biçim Vatandaşım.

Hile ile utulmuşum,

Her belaya katılmışım,

Ben doğmadan satılmışım,

Ben ne biçim vatandaşım.

Ben ne biçim vatandaşım,

Vatanımda yok bir taşım,

Beladan kurtulmaz başım,

Neden yoldaşım?

(…)

Her konforu var beylerin,

Nikah bende, yar beylerin,

Emek benim, kar beylerin,

Ben ne biçim vatandaşım,

Söyle gardaşım. (…)

CHP’den Kaypakkaya geleneğine

O yıllarda Mahsuni Şerif’in öncülüğünde kurulan “Devrimci Ozanlar” isimli bir grup vardır; Emekçi de ona üyedir. Bu grupla, İzmir, Konya, Seydişehir, Düzce, Adapazarı gibi birçok yerde konserler verirler. Sonra birkaç genç ozan, “Emekçi Ozanlar” isimli başka bir grup kurar. Bu grupla da TÖB-DER, DİSK gibi örgütler yararına, Türkiye’de halk ozanlarının ilk kez gittiği yerlerde konserler düzenlerler: Çorlu, Bigadiç, Uzunpınar, Sandıklı, Muğla, Uşak…

Bugün Kaypakkaya geleneği ile hatırladığımız Emekçi, 1974 yılında, CHP Gençlik Kolları üyesi ve merkez delegesidir. Bülent Ecevit’in başkan seçildiği kongrede oy hakkı vardır. Hatta Kıbrıs işgali sırasında övgü dolu bir şiir yazar; şiirini Cumhuriyet gazetesi yayınlar. Anlatıyor:

“O sıralarda Maraş’ta Kaypakkaya adını da duydum. ‘İşkencede direnmiş, öldürülmüş‘ diye geziyordu. Bir süre hem CHP’li hem CHP karşıtı bir durumum oldu. 1976’da Adapazarı’nda tutuklandım. Ankara Merkez Cezaevi’nde TKP/ML’nin ilk kadrolarından Mehmet Zeki Şerit ve başkalarıyla beraber hapis yattım.

Cezaevinden çıktığımda artık CHP’yle ilgim kalmamıştı. Hatta CHP’nin tam karşısında bir adam oldum. Kaypakkaya’nın çok etkisi var. Cezaevinde de çok öğrendim. Kitaplarımız vardı, ziyaretçilerimiz geliyordu, eğitim yapıyorduk. İçeride yürüyüşler, kutlamalar, anmalar da yapıyorduk. En fazla 40 metrelik bir alanımız vardı ama yine de yürüyorduk.”

Yaktı Beni Patron Ağa Devleti

Bu dönüşüm, Emekçi’nin albümlerine de yansır. Eskiden de protest bir müzik icra eden Emekçi, artık “kurtuluş“ için adres vermeye, halkı devrimci mücadeleye çağırmaya da başlar. Cezaevinden çıktıktan sonra yaptığı ilk albümün ismi, “Selam Olsun Halk İçin Ölenlere”dir. Bu albümde, halen dinlenen Sami’ye Ağıt, Yaktı Beni Patron Ağa Devleti gibi şarkılar vardır. Ardından Kaypakkaya’nın işkenceyle katledilmesine ilişkin bir 45’lik plak gelir: “Yürüyorum karlı yolda/ Yalınayak yayayım ben/ İşkence yıpratmaz beni/ Çünkü Kaypakkaya’yım ben.”

“Artık Kaypakkayacı olarak tanınmaya başladım yani. Bir de şöyle bir hedefimiz vardı: ‘İbrahim’i tüm Türkiye’ye duyuracağız’ diyorduk. Böyle bir adam yaşadı, böyle bir mücadele yürüttü ve katledildi… Başarılı da olduk zannediyorum. İbrahim’le ilgili o dönemki türküler halen her tarafta söyleniyor.”

‘Bilgi, paylaşılmıyorsa yoktur’

Bu dönüşüm, devletin ilgisine de daha fazla mazhar olmasına neden olur tabii. Emekçi, artık kendi memleketinde türkü söyleyemez hale gelmiştir. Ağırlıklı olarak Dersim’de kalır; arada sırada ise İstanbul’a gider. Daha önce Maraş köylerinde yaptığı halk ozanlığının mekanı, şimdi Dersim’in köyleridir. “İnsanları uyandırmak” maksadıyla yollara düşerler. Emekçi, o dönemki motivasyonlarını, “Bilgiyi toplumla paylaşmak istiyordum. Bilgi, eğer halkla paylaşılmıyorsa, yok demektir” cümleleriyle açıklıyor.

“Yıkılası İstanbul” bu dönemde çıkar; Maden Ocağı şarkısı, artık dillerdedir: “Emekçi’yim bu son karar/ Yılgınlık yok, direniş var/ Patronlara birer mezar/ Kazdık maden ocağında.”

Özgürlük Mahkumları…

Dönem, Emekçi’nin şarkılarına da yansıyan, devrimci kalkışma dönemidir; devrimci örgütlerin toplumla kurduğu güçlü bağ ve biriktirdikleri enerji, en önemli gündemdir. Zafer kazanamayan, sökülüp atılamaz kurumlar yaratamayan devrimci hareket, 1980’de askeri cunta eliyle sindirilir. Emekçi bu dönemde tutuklanmasa da, ortalarda görünemez. Fakat bir yandan, yerinde de duramaz. Zindanlarda devrimci tutsaklar, tarihin en vahşi işkence tezgahlarıyla muhatap olmakta ama direnmektedir. Devrimci harekete destek veren toplumsal kesimlerde korku egemendir. “Özgürlük Mahkumları”, bu dönemde yazılır. Yazılır ama…

“‘Özgürlük Mahkumları’nı 12 Eylül’den sonra İstanbul’da yazdım. Sonra abim rahmetli Vicdani’yle beraber stüdyo aradık. Kimse stüdyosunu vermiyor. En son gittik, zar zor bir stüdyo bulduk, adam “Sadece 2 saat” dedi. ‘Hemen söyleyip çıkacaksın, hiçbir yerde de benim adımı anmayacaksın.’ O kasetteki eserlerin hemen hemen hepsi, hiç prova yapılmadan girdi kasete. Kaydı yaptık, aldık ama üretimi nasıl yapacağız? O zamanki müzik yapımcım Siverekli, yurtsever ve insani karakterini yitirmemiş biriydi. ‘Yaparız’ dedi. Üretim firmaları yoktu tabii. Dükkanların arkasında 30-40 teyp birbirine bağlanıyordu, öyle çoğaltılıyordu. Ama cunta var, benim kaset tehlikeli, nasıl yapacağız? O zamanın meşhur isimlerinin günü geçmiş kasetleri vardı: İbrahim Tatlıses, Emel Sayın, Zeki Müren, Recep Kaymak… Kutuya o kapakları koyuyorduk, içine de Özgürlük Mahkumları… Böylece dinleyici de korunmuş oluyordu. “Yahu ben Zeki Müren diye aldım, içinden bu çıktı, nereden bileyim” diyebilirdi. O şekilde İstanbul, Ankara, Sivas ve Dersim’e dağıtım yaptık. Oralardan da tüm Türkiye’ye ve Avrupa’ya yayıldı. Şimdi milyonlarca insan biliyor.”

Temele oynuyorlar Kamil!

Albüm ardından Emekçi’ye artık sürgün yolu görünmüştür. 1980 yılının 27 Aralık günü, Almanya’dadır. Ama hiç ara vermeden sürdürür müzik çalışmalarını. Daha sürgündeki 6. ayında yeni albümü çıkar: Alev Alev Yandık İşkencelerde.

Bu yılların en meşhur, “kült” şarkısı ise “Kamil”dir. Şarkı, bir çağrıyla başlar:

Kamil, beni duyuyor musun?

Şimdi nerelerdesin Kamil!

Beni duymak zorundasın.

Sana seslenmem yakarma değil,

yalvarmak hiç!

Bunu iyi bil Kamil:

Ya örs olacaksın, ya örse çekiç!

Ardından hareket, “evimiz” olarak resmedilip yaşanan örgütsel bunalımlar, çatışmalar, teşbihlerle anlatılır:

Bir evimiz vardı hani, temeli granitten,

Munzur’dan taşımıştık harcına suyu

Ustalar getirmiştik ta hudutlardan

İşçileri gönüllü, kan pahasına yani.

(…)

Kamil, Kamil, nerdesin, evi mekan eylediler,

Kargalar, kazlar, yuvalandılar, yuvalanıyorlar,

Çatıdan başladılar, çatıyı oynattılar!

Bizim çatı ki, tipilere meydan okurdu,

Ferman çıkarırdı kasırgalara.

Çatıyı taşladılar, çatı delindi

Yuvalandılar, yuvalandılar.

Şarkı halen, Kaypakkaya geleneğinden birçok kişinin, özellikle biraz daha eski neslin dilinden düşürmediği, mutlaka satır satır bildiği bir şarkı… Sözleri oldukça doğrudan; bir şiir olarak belki hayli “basit” görülebilir; ama protest müzik damarındaki en etkili, en çok tartışılan içe dönük eleştirel üretimlerden biri olduğu kesin. Öyle ki Kamil, bir teorik dergideki sert polemik yazısından çok daha fazla yaygınlaşmış, tartışılmış. Emekçi, “Kamil”in hala haklı olduğunu söylüyor ve devam ediyor:

“Keşke her gün haklılığını ispat etmiş olmasa. Kamil, Kaypakkaya’nın tam merkezini savunan bir karakterdir. Kamil’in ikliminde Kaypakkaya bulunur, başka bir şey bulamazsın. Şarkıya olumsuz tepki gösteren olmadı. Hoşuna gitmeyen varsa bile beyan edemediler. Ben bazı kötü karakterli insanları, Kamil’de teşhir ettim. Teşhir ettiklerimin hepsi de bugün işadamı statüsünde yaşıyor. Çünkü kötü karakterliydiler. Örgütü harcama, kendi amaçları için kullanma pahasına her şeyi yaptılar. İşte Kamil’de onun için ‘Çatı delindi’ dedik, ‘Giren girene içeri’ dedik. Bazı insanlar kast ediliyordu.”

Emekçi halen yasaklı!

Ozan Emekçi, halen Almanya’da yaşamayı sürdürüyor. Ülkeye gidemiyor. Sebebi, trajikomik. 27 yılın ardından ilk defa 2007’de gitmiş. Almamışlar. Hakkında hiçbir mahkeme kararı veya arama emri olmamasına rağmen “kamuya zararlı” bir kişi olduğu gerekçesiyle gerisingeri göndermişler. Bu “sınırdışı” kararından bir hafta sonra 8 günlük bir özel izinle girmiş memlekete. Mersin’de, Alevi Bektaşi Federasyonu’nun düzenlediği bir etkinliğe katılmış. Bundan sonrasındaki ikişer haftalık izinlerle iki kez daha gitmiş. Şimdi, yine yasaklı. O küçük özel izinler de verilmiyor artık. Sanatçının hukuk nezdindeki bütün girişimleri de sonuçsuz kalıyor.

Zamani’yle üç hatıra

Emekçi’nin Almanya yıllarında uzun süre birlikte zaman geçirdiği, memleketten taşınan neşeli bir dostluğu sürdürdüğü isimlerden biri, Zamani. O da halk ozanlığı geleneğinin son temsilcilerinden biri. Söyleşi sırasında Zamani’yle üç komik anılarını da anlattı.

Almanca kursu

“Zamani’yle Almanca kursuna başladık. Tam o sıralarda, bir gün rüyamda Yılmaz Güney’i gördüm. Geldim kursta Zamani’ye söyledim. O gün de tesadüf, haberleri dinledik ki, Yılmaz Güney ölmüş. Sonra dedik, Zamani’ye bir oyun yapalım. Cegerxwîn’in öldüğünü duydum, hemen planı yaptım. Zamani’nin haberi yok tabii. Kursta yanına gittim, dedim, ‘Zamani bugün rüyamda Cegerxwîn’i gördüm.’ Tabii sonra Zamani eve gidince, Cegerxwîn’in ölüm haberini alıyor. Diğer gün kursta benimle hiç konuşmuyor. Aradan birkaç gün geçti, benden uzak duruyor. Bir hafta sonra yanına gittim, ‘Zamani dün rüyamda seni…’ der demez hopladı: ‘Yok, aman, beni görme, kimi görüyorsan gör, beni görme!’”

Uyan alçak, şerefsiz!

“Zamani’nin eğer bir yere arabayla gitmesi gerekiyorsa, mecburen en öne oturması lazım, başka türlü binmez. Hatta gerekirse yürüyerek gider ama yine de binmez. Çünkü korkar arabadan. Bir keresinde İsveç’e gittik, İsmail Beşikçi’yle Dayanışma Gecesi yaptık, geri dönüyoruz. Şerafettin Kaya vardı, bana dedi, ‘Gel şu şoförü ayarla, biraz gittikten sonra sağ gözünü kapatsın, direksiyonu da biraz sallasın.’ Şoförü zar zor ikna ettik. Ben iki üç sefer öksürürsem başlayacaktı. 5-10 kilometre gittik, Zamani şoförle konuşuyor, arada da eğilip ‘Uyumuyorsun değil mi’ diye kontrol ediyor. Bir 3-5 kilometre daha gidince ben öksürüp şifreyi verdim. Direksiyon sallandığı gibi Zamani yerinden zıpladı, bağırmaya başladı: Uyaan, alçak şerefsiz, uyaan! Bir tane vurdu şoföre, adam gerçekten kaza yapacaktı.”

Ağaç ayak!

“Zamani 20-25 yıldır aynı pantolonu giyer. Ağaç kırıkları pantolonun üstüne yapışmış, artık pantolon da ağaç gibi olmuş. Bir keresinde kendisi bir şey anlattı. Yürürken trafik lambasında kırmızı yanıyormuş, beklemeye başlamış. O sırada ‘Bir baktım’ diyor, ‘Alttan bir sıcaklık gelmeye başladı.’ Bir köpek, tuvaletini ayağının dibine yapıyor. Zannetmiş ki, Zamani bir ağaçtır.”

34 sanatçıdan Emekçi albümü

Ozan Emekçi’nin ilk kasetini çıkarmasından bu yana 43 yıl geçmiş. Bunca yılın ardından sanatçılar, Emekçi’nin şarkılarının bir araya getirildiği bir albüm projesinde buluştu. Şu sıralarda piyasada olan albümde, Emekçi’nin çok sevilmiş 34 şarkısı, 34 isim tarafından seslendiriliyor.

Albümde müziğe henüz başlamış isimler ve İlkay Akkaya, Erdal Erzincan, Feryal Öney gibi herkesin yakından tanıdığı sanatçılar var. Ozan Emekçi’nin müzikle uğraşan oğlu Fırat Bender de “Maden Ocağı” şarkısını babasıyla birlikte söylüyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika

EN SON EKLENENLER