Şer’i Kemalizmin öç alma yöntemleri!

Hafızamızı yoklarsak; “PKK’lıların mezarları tahrip edilidi. PKK’lının mezar başna Türk bayrağı dikildi. PKK’lı kadının çıplak bedeni sokaklarda gezdirildi. PKK’lının cesedi askeri araçla yerlerde sürüklendi. İmam, PKK’lı teröristin cenaze namazını kılmadı. PKK’lı teröristin cenazesi camii’e alınmadı. PKK’lıların cenazeleri, günlerdir sınırda bekletiliyor“ ve benzeri bir çok haberin, medyaya yansıdığını anımsarız.  Bunun en son örnegi ise geçtigimiz günlerde yaşandı. Medyaya düşen haber, kısaca şöyle;

Dersim’in Bali Deresi Mevkii’ne 7 Kasım 2016 günü düzenlenen hava operasyonunda 14 PKK gerillası yaşamını yitirdi. İçlerinden ‘Roj Gabar’ kod isimli 22 yaşındaki Recep Karataş’ın cenazesi, aslen Erzurum’lu olan ailesinin oturduğu İzmir’e gönderildi. Ailesi Buca ilçesinde oturan Karataş’ın cenazesi, Buca’da mezar yeri olmadığı (!) gerekçesiyle Torbalı ilçesinin Ayrancılar mahallesindeki mezarlıkta toprağa verildi.

Defin sırasında olay çıkmazken, olayın duyulmasının ardından protestolar başladı. Toplanan kalabalık grupların “Ölünüzü dirinizi istemiyoruz“ pankartı açarak başlattığı gösteriler, 3 gün devam etti. En son bulunan çözüm ise, PKK gerillası Recep Karataş’ın cenazesinin Ayrancılar Mezarlığı’ndan alınarak, il dışında toprağa verilmesi kararlaştırıldı. Cenazenin toprağa verildiği yer, güvenlik gerekçesiyle açıklanmadı“(yazılı, görsel ve sosyal medya  27.11.16). Toprağa verilmiş bir cenazeyi, ailesine baskı uygulayarak günler sonra topraktan çıkarıp ve resmi yetkililerin vasıtasıyla başka bir yere naklettirmek, nasıl vicdani bir duygudur? Bunu anlamak çok zor! Fakat bu türden olaylar, Cumhurriyet tarihinde hep olagelmiştir.

Fazla uzaklara gitmeye gerek yok! Sadece Cumhurriyet tarihine bakıldığında, Kemalist ideolojinin kendine özgü geliştirdigi Şeriat’ı dahilinde, karşıt görüşlere en ufak bir töleransının olmadığı anlaşılacaktır. Öyleki; ideolojisi doğrultusunda düşünmeyenlerin cenazelerine bile kin ve öfkeyle davranmaktadır. İslami, ve insani nitelikler tümden yok sayıldığı gibi, özellikle İslami söylemler bile devletin bekâsı için rahatlıkla kullanılmaktadır. “Şer‘i Kemalizm“ diye de adlandırabilecegimiz bu tepeden inmeci/jakoben, tekçi düşüncenin   geleneksel mantelitesi, yaşadığımız bu 21.yüzyılda dahi en ufak bir değişime uğramamıştır.  Mozaik bir coğrafyada tekçi düşünceyi savunan Osmanlının son, Cumhurriyetin kurucu kadroları olan Kemalistlerin hukukunun aktuelize edilmilş tanımına denk gelen “Şer’i Kemalizm“; düşman belledigi karşıt düşüncenin cenazelerine bile  eziyet etmektedir. Bunu örneklemek bakımından, tarihten bir kaç satırbaşını hatırlamakta fayda var!

Said-i Kurdi (Bediüzzaman Said-i Nursi, d.1878); 13 Mart 1960’da, 82 yaşındayken Urfa’da vefat etti. İsteği üzerine; Halliürrahman Camii haziresinde toprağa verildi. Ölümünden tam 14 gün sonra, yani 27 Mayıs 1960’da bir askeri darbe yaşandı. Said-i Kurdi hakkında Askeri mahkemece verilen bir kararda, “Mezarı siyasi sembol haline getiriliyor“ iddiasıyla, ölümünün üstünden tam 111 gün geçmişken, 12 Temmuz’da cesedi mezarından çıkarıldı ve bilinmeyen (!) bir yere götürüldü. Halen mezar yeri bilinmemektedir.

Cumhurriyet tarihinin “Kürt isyanları acentasında“ önemli bir yer tutan ve bir Seyyid ailesine mensup Şeyh Said’in hayatı; “Şeyh Said İsyanı, Şeyh Şaid Kalkışması, Şeyh Said Ayaklanması“ ve benzeri tamlamalarla anılır. Şeyh Said (1865); bacanağı Kasım Bey (Kasım Ataç) tarafından, devlete ihbar edilir. 29 Haziran 1925’te, henüz 60 yaşındayken Şark İstiklal Mahkemesi tarafından, Diyarbakır Dağkapı Meydanında idam edilir. Şeyh Said’in cenazesi ailesine verilmedi. Aradan geçen 91 yıldan beri Şeyh Said’in mezar yeri halen bilinmemektedir.

Seyyid Rıza (1863) adı, yine Cumhurriyet tarihinin “Kürt isyanları acentasında“ Dersim tertelesi, Dersim 1937-38 İsyanı, Dersim Katliamı-Soykırım“ ve benzeri isimlerle anılır. Erzincan valisi ile yapacağı bir görüşmeye giderken, 5 Eylül 1937 tarihinde yolda tutuklanmıştı. 5-13 Eylül 1937’de Elazığ‘da özel olarak kurulan askeri mahkemede 72 arkadaşıyla yargılanarak, 74 yaşındayken idam cezasına çarptırılmıştı. 15 Kasım 1937 tarihinde; kendisi ve  oğlu ile birlikte toplamda 7 kişinin Elazığ Buğday Meydanı’nda infazı gerçekleştirilmişti. Başta Seyyid Rıza olmak üzere idam edilenlerin hiç birinin cenazesi ailelerine verilmedigi gibi, aradan geçen 79 yıldan beri mezar yerleri de bilinmemektedir.

Arap kökenli olduğu sanılan, Erzincanlı Mevlevî Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi (1850), Mevlevi tarikatının faaliyetterinde bulunduğu, ögrenci yetiştirdigi ve kitaplar yazdığı gerekçesiyle İstanbul’dan, 1911’de Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından Kemah’a sürgün edildi. Sürekli gözetim ve kovuşturma altında tutulan İsmail Hakkı Efendi; Şark Istiklal Mahkemesi tarafından, 1924 yılı sonlarına doğru hakkında gıyabî olarak “idam kararı“ verildi. Ancak O, bu kararın verildiği sıralarda, yani 14 Ekim 1924 tarihinde hayata gözlerini kapamıştı. Dolayısıyla, ölüm haberi İstiklal Mahkemesine iletildi. Mahkemenin gönderdiği bir heyet, İbrahim Hakkı Efendi’yi, mezarından çıkarıp, kefeniyle birlikte idam sehpasına çekmek suretiyle hükmü infaz edildi. Toplanan köylülerin bu yapılan işleme; itirazı üzerine mahkeme heyeti; “Mahkeme asılarak idamına karar vermiş. Biz de bu kararı yerine getiriyoruz.” cevabını vermişti. Benzeri örnekleri çoğaltmak elbette mümkün!

Nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olmasıyla (!)  övünen bir devletin, sırf Şer’i Kemalizme mualif olanların cenazelerine gayr-i insani bir tavır takınması, akıllara durgunluk vemiyor mu?

EN SON EKLENENLER