Bölge ve kültürleri farklı ama acıları aynı: O’nsuz

7 farklı bölgeden çocuklarını kaybetmiş annelerin izini süren O’nsuz belgesel filmi, aynı zamanda farklı tarihlerde yaşanan 7 farklı olayı da ele alıyor. Yönetmen Ufuk Erden, filme başlamasındaki en büyük etkenin vicdanı olduğunu belirtti.

Türkiye’nin 7 farklı bölgesinde, farklı kültür ve inançtaki annelerin hikayesi O’nsuz belgeseline konu oldu. Yaşadıkları bölgeler farklı annelerin ortak özelliği ise gözaltında, polis kurşunu, madenlerde ve Roboski’de kaybettikleri evlat acısı. Belgeselin yönetmeni Ufuk Erden ile belgesel hakkında konuştuk.

Erden, belgeseli çekerken “Anneler ağlamasın” diyerek yola çıktıklarını ancak bugün yaşanan savaş ortamında en fazla acıyı annelerin çektiğini söyledi.

Belgeselde Türkiye’nin 7 bölgesinde evladını kaybetmiş 7 annenin hikâyesini anlattıklarını vurgulayan Erden, belgesel film ile bir farkındalık yaratmak istediklerini söyledi. Projeye başlarken acıların farklı olduğu anneler seçmeye çalıştıklarının altını çizen Erden, “Farkındalık yaratmak için bu projeye başladık ama proje bitmeden önce Suruç’ta sonra Ankara’da bombalar patladı. Geçmişten süregelen acılar devam etti. Acı çeken annelerimizin sayısı git gide artıyor. Anneler toplumun her kesimi tarafından acıları kabul gören insanlardır. Her ne kadar bu söz havada kalsa da çok fazla duymuşsunuz ‘Analar ağlamasın’ kelimesini, bizde yaşanan ölümleri ağlayan annelerin perspektifinden yansıtmaya çalıştık. Yürütülen savaş en fazla annelerimizi etkiliyor” dedi.

‘O’NSUZ YAŞAMAK ZORUNDA BIRAKILAN ANNELERİN SESİ’

Belgesel çekilirken çözüm sürecinin devam ettiğini kaydeden Erden, çözüm süreci bittikten sonra yaşanan savaş süreci ve akabinde gelen OHAL ile birlikte sanat dünyasına yönelik baskı ve sansürü hatırlattı. Sansüre ve baskılara rağmen sanatın annelerin sesi olduğunu söyleyen Erden, şunları aktardı: “Sistemin tüm engellemelerine, baskısına ve sansürüne rağmen yazılan her kitap, edebi eser, sinema, tiyatro, müzik yani kısaca sanatsal her üretim, O’nsuz yaşamak zorunda bırakılan ailelerin ama en çok annelerin sesidir. Umarım yaşanan bu acılar, bu gözyaşları hemen biter ve gelecekte benim gibi kendisini bunu belgelemeye adayacak sinemacılar hiç olmaz. Kameralarını aşka, doğaya, sevince, mutluluğa, dostluğa, kardeşliğe ve barışa yöneltir.”

Kürtlerin yaşadığı acıların geçmişten bu yana bazı art niyetli kesim tarafından kullanıldığını Erden, Kürt halkının dayanışmaya en çok ihtiyaç duyduğu dönemde ise bu kesimin kabuğuna çekildiğini ifade etti. Erden; “Evleri yıkılan sokaklarda çadır da kalmak zorunda kalan Kürt halkı ile dayanışmanın en fazla olması gereken günlerde bu nemalanan kesim kendi kabuğuna çekilmiş durumda. Kürt illerindeki yurttaşlarımızın maneviyatı ve samimiyeti ne yazık ki her zaman olduğu kullanılıyor” diye konuştu.

BELGESELDE YER ALAN ANNELER

Oğlunu Soma faciasında yaşamını yitiren Gülsüm Çolak, birisi üç, diğeri bir buçuk yaşındaki iki torunu ve 25 yaşındaki geliniyle kaldı. Bu katliamı kader olarak görmeyen anne, yaşadıklarına her gün isyan ediyor ve oğlunun kafasında baret, ayaklarında sarı çizmeleriyle karanlıklar içinden bir gün mutlaka çıkıp geleceğine inanıyor.

Çernobil faciası sonrası Karadeniz’de özellikle Hopa’da her üç ölümden birisinin kanser yüzünden olduğu düşünülüyor. Anne Hüsniye Koyuncu, hergün oğlunun anıt mezarında “…Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.” diye biten yazısının tozunu siliyor. Kalan zamanlarında Hopa’ya Onkoloji Hastanesi yapılması için mücadele veriyor.

Üniversite öğrencisi daha 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’de Gezi Parkı protestoları sırasında, eli sopalı sivil kişiler tarafından feci şekilde dövülerek öldürüldü. Anne Emel Korkmaz, kucağında oğlunun fotoğraflarıyla, katillerin gözlerinin içine baka baka mahkeme köşelerinde hesap sormaya çalışıyor.

Yeni bir yıla sadece 3 gün kala 28 Aralık 2011 akşamında, Şırnak’ın Uludere ilçesi Roboski köyüne Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-16 savaş uçaklarınca yapılan bombardıman sonucu 35 kişi hayatını kaybetti. O kara günden sonra hep siyah giyinen Roboskili annelerden Leyla Encü, 19 yaşında hayatının baharında kaybettiği oğlunun bir gün dağların, tepelerin arasından çıkıp geleceği günü düşlüyor.

Sivas’a şenliğe giden ve yakılarak katledilen 33 insanın içinde iki kızını birden kaybeden anne Yeter Sivri, Ankara’daki evlerinde kızlarının odasını o günden sonra hiç değiştirmedi. Her dışarı çıktığında boş odayla vedalaşan anne, yıllarca altında kebapçının işletildiği, sonra duvarında göstericilerden ölen iki kişinin de adının yazıldığı Madımak Bilim ve Kültür Evi’nin, devlet tarafından Utanç Müzesi olarak değiştirilmesi için mücadelesini yıllardır sürdürüyor.

Er Sevag Şahin Balıkçı, henüz 25 yaşında, Batman’da vatani görevini yaparken, terhisine sadece 23 gün kala, 24 Nisan 2011 Ermeni Soykırımı Anma Günü’nde asker arkadaşı tarafından tüfekle vurularak öldürüldü. Yıllardır sonuçlanmayan mahkeme sürecine karşı “AİHM’e gidersem utanırım” diyen anne Ani Balıkçı, İstanbul’daki evlerinde oğlunun tezkeresini alıp eve geri dönmesini bekliyor.

Doksanlı yıllarda Kürt kentlerinde hüküm süren kontrgerilla binlerce insanı katletti. İki oğlunu kaybeden anne, üzerine bir de eşinin kaçırılarak öldürülüp cenazesi kaybedilmesi ve evlerine üç kez bomba atılması, bir kez de yakılmasına rağmen umudunu hiç kaybetmedi. Hayatta tek varlığı olan oğlu ve gelini de yıllarca işkencelerden geçirildi. Şimdi iki torunu, oğlu ve geliniyle birlikte kalan anne Dilşah Özgen tüm yaşadıklarına rağmen inatla Diyarbakır Barış Anneleri Meclis üyeliğini sürdürüyor ve 80 küsür yaşına rağmen her Cumartesi eylemini düzenliyor.

EN SON EKLENENLER