AKP ve Türk devleti kaybedişin çılgınlığıyla saldırıyor

Bilindiği gibi 7 Haziran seçim sonuçları Türkiye siyasal hayatında yeni bir dönemin ifadesi olarak tarihe kaydedildi. Seçimde elde edilen sonuç, her şeyden önce Türk devletinin başından beri sürdürdüğü imha ve inkâr politikalarının artık sürdürülemez olduğunu ortaya koymuştur.
7. Haziran seçim sonuçlarıyla açığa çıkan Türk devletinin klasik politikalarıyla devam edemeyeceği gerçeği, devleti yöneten hiziplerin tamamı tarafında görülmüş ve değerlendirilmiştir. Bunun üzerine Türk devleti ve AKP “devletin bekasının tehlikeye girdiğinden” hareketle politikalarını değiştirmeye başladı. Aslında bir anlamda Türk devleti, demokratikleşme ve Kürt sorununda fabrika ayarlarına dönmeyi tercih etti. Çok uluslu ve çok dinli toplumsal bir zemin üzerinde zor yöntemiyle oturmuş olan Türk devletinin demokratik bir gelişmeye kolay evirilemeyeceği gerçeği, bütün çıplaklığıyla kendisini dayatmış oldu böylece.
Devletin imha politikalarının sürdürülemezliğinin açığa çıkmasıyla birlikte, geliştirilen yeni politik konsept, savaş ve katliam politikalarının pratikleştirilmesi oldu. O günden bu güne halklara yaşatılan büyük acılar ve katliamlar, bu politik değişikliğin sonuçlarıdır. Dahası yaşanan bu değişiklik, konjonktürel, geçici, sadece bir soruna bağlı bir değişiklik değil, köklü bir değişikliktir.
Bir buçuk yıldan beri, en kuralsız haliyle sürdürülen katliamcı-savaş politikaları, o günden beri bütün toplumun hayatını en derinden etkileyen olgu haline geldi. Bu gelişmeyle birlikte daha çok kaygı, karamsarlık ve benzeri negatif duygularla yüklü “ne olacak” sorusu, siyasal- toplumsal hayatın en çok sorulan sorusu oldu. Bu soru etrafında yaşanan yoğun bir tartışma günlük hayatın parçası durumundadır.
Şüphesiz 7. Hazirandan sonra Kürtlere ve tüm demokrasi güçlerine yaşatılan acıların korkunç ve derin olduğu şüphe götürmez. Bu vahşet tablosunu 12. Eylülle kıyaslayarak anlatanlar bulunmaktadır. Aslında 12. Eylülün zulmünden daha yoğun bir zulüm ve zorbalık yaşatılmaktadır bugün. Bu gün yapılan zulüm, daha önce yapılmamıştır. Zorbalıktaki bu farklılık, temel politikalardaki değişikliğin ifadesidir. Çünkü bugün Türk devleti 12. Eylülde olduğundan daha fazla zor durumdadır.
Bugün başta Kürtler olmak üzere tüm demokrasi dinamiklerine karşı ve ülkenin dışına çıkılarak sürdürülen bu savaş, Türk devletinin Kürtlere karşı sürdürmekte olduğu son savaşıdır. Bu nedenle uygulanan zulüm ve zorbalık, Türk devletinin gücünden değil, güçsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Tam da bunun için Türk devleti bu savaşı kaybedecektir. Hem de stratejik anlamda veya belirsiz bir gelecekte değil, yaşanan an’ın bir yerinde kaybedecektir.
Türk devleti ve AKP’nin bu savaşı kaybedeceğini hangi verilerin ışığında anlayabilir, anlatabiliriz?
1. AKP’nin ve Türk devletinin dış politikada tüm ilişki ve bağlantılarıyla ciddi ve köklü sorunlar yaşandığı cümlenin malumudur. AKP’nin izlediği dış politika, hem içerde toplumun tüm kesimlerinde, hem bölge ve dünya devletleri tarafında tepkiyle karşılanmakta, onaylanmamakta benimsenmemektedir.
AKP’nin tek adam diktatörlüğü eliyle ve bölgesel işgalle İslami referanslara dayandırılmak istenen dış politikası, büyük açmazlar taşımaktadır. Özellikle bölgedeki Kürtlere, Alevilere ve tüm farklılıklara karşı, cumhuriyetin genel kabullerini ve uluslararası hukukla olan yükümlülüğünü reddeden bu politika, birçok kesimden tedirginlik yaratmakta, güçlü itirazlarla karşılanmaktadır. Bu işgalci ve Sünni eksenli dış politikanın içerden de bir tepkinin doğmasına yol açacağını beklemek yanlış olmayacaktır. Özellikle Suriye işgali üzerinde yaşanacak asker ölümlerinin toplumsal tepkilere yol açmaması mümkün değildir. Böyle bir durum toplumu daha çok sarsacak, gerecek ve hükümet karşıtlığını büyütecektir.
Türk devletinin ve AKP’nin, AB ile zaten başından beri var olan, sorunları giderek daha da içinden çıkılmaz bir hal almış bulunmaktadır.
Türk devletinin ABD ve NATO ile ilişkilerinde, özellikle AKP iktidarı döneminde, önemli krizlerin yaşandığı bilinmektedir. Stratejik müttefik olunması, krizlerin yaşanmasını önlemeye yeter bir rol oynamamıştır. Üstelik bu krizlerin esas özelliği yapısal nedenlerden kaynaklanmış olmasıdır.
Irak ve Suriye ile ilişkilerden söz etmeye bile gerek yok, resmen ilan edilmemiş ve nereden, ne zaman biteceği de belli olmayan bir savaş yaşanmaktadır.
Rusya’nın Türkiye’ye gösterdiği ilgi Şanghay beşlisine alınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Rusya, Türk devletini daha çok kontrol altına almak için ‘Şangayh beşlisine alına bilirlik ihtimalini’ pazarlamaktadır. Rusya’nın Türk devletine ilgi göstermesi bu nedenledir ve bu ilişkinin Türk devletinin arzu ettiği gibi bir sonucu ve boyutu bulunmamaktadır. Tam tersine Sanghay beşlisinin ilgili olduğu bölge, bir anlamda Türk devletinin fazla ilgili olmasının istenmeyeceği bir bölgedir. En azında mevcut dünya düzeni açısında durum bunu gerektirmektedir.
Kısaca AKP’nin ve Türk devletinin bölgede devlet düzleminde müttefiki kalmamıştır. Ayni şekilde dünya devletleri ve blokları da AKP’nin yönettiği Türk devletine güvenmemekte, bu güvensizliklerini değişik biçimlerde ortaya koymaktadırlar.
Belirtilen durum, AKP’nin yönettigi Türk devletinin bu politikalarla devam etmesini olanaksızlaştırmaktadır. Böyle bir devlette her siyasal güç, her türlü entrikayı, her türlü komployu gerçekleştirebilir. Ve bu durumda hiç bir devlet, bu karmaşık dünyada, entrikalardan, komplo ve darbelerden kendisini koruyamaz.
Ancak buna rağmen Avrupa veya dünyanın emperyalistlerinin Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve özgürlüğünü yaratacağını düşünmek fazlasıyla safdillik olur. Avrupa ve diğer emperyalist devletlerin halklara karşı sayısız vukuatlı ilişkisi ve temiz olmayan bir sicili bulunduğu her ilişkinin çıkara bilinmektedir. Tam da bu nedenle dünyanın AKP ve Türk devleti ile sorunu bulunmaktadır. Hiç kimse kontrol edilemeyen, uluslararası norm ve kurallara uymaya yanaşmayan, dolayısıyla sahip olduğu çıkarlarının güvende olmadığı/olmayacağı bir devleti istemeyecektir.
Bütün bu devletlerarası ilişkilerin, çıkarları gereği halklara karşı bir biçimde çözüleceği gerçeği, mevcut durumda Türk devletinin ve AKP’nin yaşadığı çıkmazları hafifletmemektedir.
Ayrıca Türk devletinin içindeki AKP’den farklı düşünen fraksiyonlarının da AKP’nin bu dış politikasına karşı tutum almalarını beklemek yanlış olmayacaktır.
Özetle AKP bu dış politikasından dolayı mevcut durumunu sürdüremez.
2. Yine bilindiği gibi AKP’nin 2002 seçiminde çoğunluk elde ederek hükümet olması bir kaç noktada geliştirdiği politikalarla mümkün olmuştu. İlk olarak topluma demokrasi vaat ederek destek aldı, AKP. Bu kapsamda Kürt sorununu çözeceğini ileri sürerek başta Kürtler olmak üzere, Alevilerden liberallerden ve demokratik kesimlerden oy aldı.
Mevcut durumda ise AKP, ülke içinde Kürtler başta olmak üzere bütün farklı kesimlerden kopmuş, onlara savaş ilan edecek düzeyde düşmanlık yapmaktadır. Böyle olduğu içindir ki Alevilerden destek alamamakta, Kürtlerden destek alamamakta, liberal yazar-çizer aydın kesimlerle, seküler kesimlerden destek alamamaktadır.
AKP’nin en güçlü kitle desteğinin İslami referansı olan kitlelerden aldığı ortada bir gerçekliktir. Kemalist aydınlanmacı laikliğin baskısı altında ezildiklerini düşünen İslami kesimlerin AKP şahsında yaşadıkları baskılardan kurtulabileceklerini düşünmeleri veya Kemalizm’den rövanş alma duyguları bu kesimin AKP’ye destek vermesini sağlamıştı, bu desteğin devam ettiği görülmektedir.
Ancak söz konusu İslami kesimden en azında FETÖ ve bağlaşıkları olan çeşitli cemaatlerin yaşanan 15. Temmuz çatışmasından sonra, AKP politikalarına verdikleri desteği çektiklerini söylemek gerçeğin tespiti olacaktır. Dolayısıyla AKP’yi iktidara taşıyan İslami kesimlerin tümünün blok olarak AKP’yi desteklemeye devam ettiklerini düşünmek isabetli değildir.
3. AKP’nin demokratik söylemleri ve bu yönlü sınırlı girişimleri, Kürt sorununu çözmek konusunda geliştirdiği kısmen demokratik tutum, özellikle Kürtlerde ve bağlı olarak birçok demokratik çevrede oy ve destek almasını sağlamıştı. AKP’ye Kürt sorununu çözeceği için oy ve destek veren Kürtler, bütün bu olanlardan sonra büyük ölçüde AKP’ye oy ve destek vermekten vazgeçeceklerdir, vazgecmislerdir.
4. AKP, başından beri kendi içinde sorunlar yasamaktadır. İzlenen güncel politikalar, bu iç sorunların daha fazla büyümesine ve etkili olmasına yol açacaktır. Hatırlanacağı gibi ilk başlarda istifa eden Abdüllatif Şener’den bugün Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik ve Abdulah Gül’e kadar uzanan bir memnuniyetsizler, küskünler listesi bulunmaktadır. Bunların daha da artacağını düşünmek yanıltıcı değil, hayatın doğal akışının bir parçası olarak görülmelidir. Bu durum ister istemez AKP’nin gücünü zayıflatacak, sorun yaşamasına yol açacaktır.
5. AKP’nin soygun, talan, gasp ve hırsızlık üzerine kurduğu zenginleşme ve zenginleştirme saadet zinciri bütün bu gelişmelerle bağlantılı olarak kopma noktasına gelmiştir. Doların önlenemez yükselişi, işsizliğin ve yoksulluğun diz boyunu aşmış olması, çiftçiliğin ve hayvancılığın bitme noktasına gelmişliği ve daha bir dizi can alıcı ekonomik sorun, önümüzdeki süreçte, AKP’nin siyasal gücünü zayıflatacak, önemli sorunlar olarak toplumsal hayatta etkili olacaktır.
Şu ana kadar sayılanlar, AKP’nin sonunu hazırlayacak olan sosyal, siyasal ve ekonomik nedenlerdir. Ancak daha önemli başka bazı argümanlar var ki AKP’nin sonunu getirecek olan asli nedenlerdir. Yukarıda anlatılanların yanında, demokratik muhalefet güçlerinin mücadelesi, bütün zorbalıklara rağmen, kesintisiz ve kararlılıkla devam ediyor. Bu gerçeklik AKP’nin iktidarını zorlaştıran, tehlikeye atan en önemli etkendir. Bu mücadelede kitlelerin bugün için sessiz görünüyor olmaları yanıltmamalıdır. Bu durum geçicidir ve kitlelerin tutumu bazen de kitle psikolojisinin sorunu olarak görülmelidir. Öyle olduğunu gösteren en önemli veri, kadınların tecavüz yasasına karşı ortaya koydukları direniştir. Benzer direnişlerin farklı toplumsal kesimlerden ortaya çıkma olanağı vardır. Mücadele etmesi gereken toplumsal-siyasal güçler, mücadeleden vazgeçmedikleri gibi örgütlülüklerini koruyor, geliştiriyor ve büyütüyorlar. Bu realite çok önemlidir ve geleceğin kazanılacağının en güçlü işaretidir.
6. Bütün bunların yanında ve daha fazla belirleyici olan PKK’nin sürdürdüğü silahlı çatışmadır. Bütün sorunların temelinde yatan Kürt sorunundan odaklanan demokrasi sorununda PKK, taraf durumundadır. Böyle olduğu içindir ki, Kürt sorunu PKK üzerinde anlaşılmaya başlandığında çözüme yaklaşıldı. Ne zamanki PKK yok sayıldı veya ezilerek Kürt sorununa ele alındı, işte o zaman sorun içinde
çıkılamayan bugünkü hale geldi. Dolayısıyla PKK varlığını koruduğu sürece bu sorun bitmeyecek ve devam edecektir. Dahası PKK’nin varlığı Kürt sorununun demokratik çözümünün güvencesi olacaktır.
Böyle olduğu için de AKP, PKK’yi yok etmeyi amaçlamaktadır. PKK yok edilirse Kürt sorunu biter mi, o ayrı bir sorun, ama AKP’nin PKK’yi yok etmek istediği, savaşa bu yönde devam etmeyi planladığı veya bunu düşündüğü sır değildir. Bu nedenden dolayı da AKP gidecektir. Çünkü PKK’yi her hangi bir savaş yöntemiyle yok etmeleri mümkün değildir. Bunu bilmelerine rağmen bu yola kendilerini mahküm etmişlerdir ve yapamayacağı bir iddiayı üstlendiği için de AKP, gidecektir. Hem de o büyük iddiasının altında ezilerek gidecektir.
8. Bütün bu verilerin yanında, ‘AKP, bu savaş ve katliam politikalarını ne kadar sürdürebilir’ sorusunu da hesaba katmalıyız. Kürt siyasetinin bu denli meşruiyet kazandığı, halklaştığı, bölgenin vazgeçilmez oyun kurucusu olduğu bir ortamda onları ezmek, yok etmek üzerine kurulmuş bir devletin bu gayri meşru, savaş ve katliamcı politikalarını uzun süre devam ettiremeyeceğini görmek için teleskopa gerek olmamalıdır.
Elbette AKP’nin kaybetmesi, kendiliğinde, oturup beklenerek ortaya çıkacak olan bir sonuç değildir. Bu sonuç, kitlelerin yoğun, ısrarlı, kararlı ve çeşitlilik taşıyan eylem ve etkinliklerininim sonucu olarak mümkün olacaktır. Bunun için neler yapılacağının herhangi bir reçetesini aramak veya bir işaret beklemek gerekli değildir. Bunun yerine herkes bulunduğu yerde yapabileceğinin azamisini yapmaya çalışarak bu sürece katkı sunmalı, katılmalıdır.
Son olarak yanlış anlamaları önlemek açısında kısa bir açıklamaya gerek vardır. AKP’nin ve Türk devletinin yakın geleceğine dair yukarıda yazılanların hiç biri soyut bir arzunun motive edici sloganları olarak yazılmamıştır. Aynı şekilde bu yazılanların entelektüel veya akademik bir ısrarın ifadesi olduğu da düşünülmemelidir. Yâda uzun ve belirsiz bir gelecek için ileri sürülen soyut iddialardan da söz edilmiyor. Bütün bunlar somut verilerdir ve somut verilerin bir araya getirilmesinden ortaya çıkan gerçekliklerdir.
Peki, bu savaş ne kadar sürdürülebilir? O da haklı olarak başka bir yazının konusu.

EN SON EKLENENLER