Arka sokaklar artık Allah’a emanet

Sık sık infaz yasasıyla oynayan ve adli hükümlülere kolaylıklar sağlayan hükümet, aslında toplamda sokaktaki ‘asayiş’i de boşlamış durumda. ‘Terörle mücadele’ adı altında muhalefeti sindirmeyi amaçlayan rejim, yurttaşın güvenliğini umursamıyor

M. Ender Öndeş / İstanbul

Adli hükümlülerin açık cezaevine geçişini kolaylaştırırken siyasal ‘suç’lardan verilmiş en küçük cezaları bile eziyete dönüştüren düzenlemeler, önceki haftalarda kamuoyunda tartışıldı. Yeni düzenlemelere göre siyasal hükümlüler, açık cezaevi haklarından tümüyle mahrum edilirken, cezaevlerini kısmen boşaltmak için rüşvet, sahtecilik, cinayet, tecavüz dahil olmak üzere adli suçların tamamında “açığa geçiş” neredeyse bir armağan haline dönüştürülüyor.

Ancak bu arada, meselenin bir başka boyutu gözden kaçıyor. TCK ve CMUK yanında infaz rejiminde de yıllardır yapılan ‘iyileştirme’ler aslında kolluk gücünün de “hedef kitlesini” farklılaştırıyor. Dikkatini tümüyle toplumsal hareketleri bastırmak noktasına yönelten iktidar, bütün “reform”ları adli suçlar alanında gerçekleştirirken, siyasal alanda ise yasaları ve pratik uygulamayı sertleştiriyor. Öyle ki artık hırsızlık, uyuşturucu, taciz, kundaklama, yaralama, cinayet vb. gibi adli vakalarda zanlılar neredeyse karakolun bir kapısından girip ötekinden çıkıyor. Dolayısıyla Terörle Mücadele Şubesi (TMŞ) gibi birimlerin dışında kalan sıradan asayiş polisleri, bu tür vakalarda gözaltı işlemini gereksiz bir külfet gibi görüyor; çünkü mevcut yasalar ve siyasi iradenin tavrı, ‘teröristler dışındakilerin’ fazla önemsenmesinden yana değil.

Esasen zanlılar da bu konuda artık bir bilince sahip denebilir. Adliye girişinde gazetecilere “ne çekiyorsunuz, ben terörist miyim” diye hakaret eden tecavüzcüler ya da hırsızlara artık daha sık rastlanıyor.

Tek hedef muhalefet

Sorunun bir yönü de aslında hükümetin ve İçişleri Bakanlığı’nın polisi şekillendirme biçimiyle ilgili. Toplam personeli 300 bini bulan polis teşkilatının belkemiğini Terörle Mücadele Şubesi ve Özel Harekât gibi diğer birimler oluşturuyor. TMŞ, eleman, teknik imkânlar, bütçe olarak (ayrıca maaş bakımından da!) aslan payını alırken, günlük asayiş birimleri bir tür ‘üvey evlat’ konumunda. Yeni alınan genç kadrolar da Çevik Kuvvet, TMŞ gibi alanlarda istihdam edilirken, karakol hizmetleri daha çok emeklilikten bir önceki adım olarak aktivitesi azalmış elemanlara kalıyor. Örneğin geçen yıl, Polis ve Jandarma Özel Harekât birimlerinin 40 bin kişiye ulaşacağı basında yer almıştı.
­
­Böylece TMŞ gibi birimler, aslında polis teşkilatının gerçek patronları haline geliyor; günlük asayiş hizmetleriyse rutin bürokrasi içinde boğuluyor. Dosyalar birikiyor, motivasyon azalıyor, özellikle yaralama suçlarındaki cezasızlık durumu, mafyatik çetelerin de kolay eleman bulmasının önünü açıyor. “Vatan söz konusuysa gerisi teferruattır” diyen mantık, teferruatı, yani yurttaşın can ve mal güvenliğini Allah’a emanet ediyor. Mesela 2015’te İstanbul’da toplam 377 bin 800 ‘suç’ işlenmişti ve bu rakam, bir önceki yıla göre yüzde 250 artış anlamına geliyor. Daha erken bir tarih olan 2012 rakamlarında ise Türkiye genelinde bir yıllık ‘suç’ miktarı 3 milyon 285 bin 925’ti ve tam 4 buçuk milyon kişi fail olarak kayıtlarda yer almıştı. Bu arada yakalama artıyor gibi görünse de aslında dosya sayısına hiçbir biçimde yetişemiyor.

Sonuçta, özellikle metropol kentler, bir tür suç ormanı haline dönüşerek her gün daha çok sayıda genci ve çocuğu da içine çekerek çürütüyor. İktidarı koruma paranoyası, sokakları çetelerin insafına terk ediyor.

Adalet duygusu sıfırlanıyor

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) İstanbul Şube Başkanı Av. Gökmen Yeşil, “Ceza hukuku ve infaz sistemi ile ilgili sistematik değişiklikler gerçekten de suç, ceza, sorumluluk, güvenlik gibi birçok başlıkta büyük boşluklar yarattı” diyor. Yeşil, “Kendi payıma ben ‘hapis’ cezası sistemine karşıyım; ancak toplumsal yaşamda hakkı saldırıya uğrayan kişinin tatmin edilmesi değil belki ama bir daha benzer bir saldırıya maruz kalmayacağının hukuki güvencesinin sağlanması gerekir. Oysa devlete yani hükümete-iktidar sahiplerine karşı işlenen suçlar konusunda yaptırımlar ağırlaşıp baskılama artarken, tek tek bireylere ve topluma yönelik suç teşkil eden eylemler deyim yerindeyse cezasız kalıyor. Hırsızlık, dolandırıcılık, yaralama, hatta cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile ilgili olarak infaz sistemi çok büyük oranda açık hapishanelere ve denetimli serbestlik yoluyla dışarıda infaza çevrildi, tabii buna infaz denirse… Bu durum suç işleyende ‘bir daha yapsam da bir şey olmaz’ algısı yaratırken bireylerde de ‘yeniden saldırıya uğrayabilirim, saldırgan elini kolunu sallayarak geziyor’ algısı oluşturuyor. Böylece, adli vakalar bakımından ne ceza korkusu, ne emniyetin yakalama ve önleme niyeti, ne yargının yargılama gücü kalıyor” dedi.

EN SON EKLENENLER