Köye yerleşen çift: Gelin parayı hayatımızdan çıkaralım!

İstanbul’dan Tekirdağ’ın Kermeyan köyüne yerleşen Merve ve Mustafa Eren çifti, kendi doğalarına dönmenin hayalini gerçekleştirenlerden. Eren çifti, çözümün üretimde olduğunu söyleyerek, “Gelin parayı çıkaralım hayatımızdan. Üretim esas olsun. Herkes kendi üretimini yapsın” diye seslendi.

İstanbul’da yaşadıkları süre boyunca şehrin kalabalığından, stresinden ve doğaya uzak oluşundan yakınan Merve Eren ve Mustafa Eren, çareyi Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde bulunan Kermeyan köyüne yerleşmekte buldu. Malkara’ya 15, Tekirdağ’a 40 kilometre mesafede ve eski adı Apri olan Kermeyan’da yaşamaya başlayan Eren çifti, “nereden ve nasıl başlamak gerektiği” sorusuna cevap bularak bir buçuk yıldır burada yaşıyor.

KÖYDEKİ TÜM ÜRETİM KENDİLERİNE AİT

Sosyoloji mezunu Mustafa Eren ve mimarlık bölümü mezunu Merve Eren, şimdilerde ise hayalini kurdukları aşçılık mesleğine sahip. Köye yerleşme fikrine biraz daha yaklaşmalarına kaynaklık eden de yine aşçılık mesleği. İstanbul’da yaşadıkları süre zarfında kendi organik ürünlerini ve yiyeceklerini yapmaya özen gösteren çift, köy evinde her türlü köy işlerini de yine kendileri yapıyor. Mustafa ve Merve Eren çiftinin “şehir kafası”ndan “köy kafası”na geçiş hikayesini öğrenmek için dihaber olarak köydeki evlerine misafir olduk.

ORGANİK ÜRETİMİN EĞİTİMİNİ VERMEK İSTİYORLAR

Artan ilgiyle birlikte insanların kendilerine ulaşmak istediği için “Köy Kafası” adıyla Facebook adresini kuran çift, köye yerleşme planının bir ev ve arazi üzerinden yapmanın doğru olmadığı görüşünü paylaştı. Köye yerleşir yerleşmez kendilerini karşılayan ağaçların hatırına doğaya sahip çıkmak gerektiğine inanan çift, önümüzdeki yıllarda ise bir sera kurmak, aşçı olmalarından kaynaklı büyük bir mutfak yapmak, organik üretimin nasıl yapıldığını anlatan eğitimler vermek, şehirden kurtulmak isteyenlerin gelip kendilerini ziyaret etmek istediğinde oturabileceği ve adına “restoran ya da kafe” denilmeyen bir yer yapmanın planlarını kuruyor.

‘3. KÖPRÜ AÇILMADAN İSTANBUL’DAN GİTMELİYİZ DEDİK’

Eren çifti, mezun oldukları üniversite bölümlerini bir kenara bırakıp aşçılık okulunda tanıştıktan sonra evlenir ve evlilikleri boyunca da İstanbul’da yaşamanın giderek zorlaştığına tanıklık eder. Çift böylece 3. köprünün yapım aşamasında olduğu süreçte “biz burada olmayalım” diyerek daha fazla üretim bazlı bir hayatı tercih ettikleri için İstanbul’dan Kermeyan köyüne yerleşir. Köye yerleşme fikirlerinin aileleri ve çevreleri tarafından “ilginç, aldıkları eğitime ihanet ” olarak karşılanan çift, daha sonraları kabul görerek yaşlı nüfusun çoğunlukta olduğu köyde tek genç çift olarak yaşamaya başlar. Şehirde kendilerine biçilen rollerle birlikte yaşamak istemedikleri için bu yolu tercih ettiklerini söyleyen Mustara Eren (34), köy yaşamında yapılacak çok şey olduğunu söylüyor.

ÇÖZÜMÜN ÜRETİMDE OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR

Köyde kış ayları iş olmadığı için vakitlerini okuyup araştırarak geçiren çift, yazın ise haftanın 7 günü 8-9 saatlik mesaiyle tüm bağ bahçe, hayvan ve ev bakımı işlerini verdikleri keyifli molalarla birlikte yapıyor. İlk başta kendilerine yetecek kadar yetiştirdikleri ürünleri konserve, salça, tarhana, turşu, pekmez ve reçellere dönüştürmenin mutluluğunu yaşayan çift, daha sonraları ilgi duymaya başlayan insanların kendilerine ulaşmasıyla da bu ürünleri kimi zaman satıyor kimi zaman da eş dosta ikram ediyor. Toprağın çok cömert olduğunu söyleyen Mustafa Eren, “Evin içinde bulunduğu alan 5 dönüm. Bu 5 dönümden bile tüketemeyeceğimiz kadar çok fazla ürün alıyoruz. Bunları ilgi duyan, merak eden insanlara göndermeye başladık. Biraz daha fazla ürün ve çalışma ile bizden başka aşağı yukarı 20 aileyi besleyebilecek kadar ürün alabiliyoruz. Bizim ulaşmak istediğimiz nokta bu ürünleri satmak değil, bizim yaşamış olduğumuz hayata ilgi duyan insanların da bunu yapmalarını sağlamak. İnsanın kendi büyümesini gördüğü ürünü yemesi çok daha farklı oluyor. Herkesin bunu yapmasını istiyoruz, çünkü çözümün üretimde olduğunu düşünüyoruz. Bir insan ne kadar fazla üretirse esas olana da o kadar yaklaşır” diye konuştu.

‘BURADA KENDİ ÖZÜMÜ BULDUM’

İnsanın kendi doğasına yabancılaştığını dile getiren Eren, köye yerleştikten sonra kendi özünü bulduğunu dile getirdi. Eren devamında büyükşehirlerin sıkışmışlığından köy hayatının sıradanlığa dair şunları belirtti: “Burada yaşadığım her deneyim beni çok daha tatmin ediyor. Burada otobüs saati belirlemiyor kalkış saatinizi. Burada bahçe ya da hayvanlar size kendi kalkış saatlerini söylüyorlar zaten. Horoz ötüyor diyor ki ‘açım’. Kalkmanız lazım. Bu daha doğru bir şeyin parçası olduğunuz anlamına geliyor. O zaman yaşam dediğiniz şeyin parçası oluyorsunuz. O horozla bir iletişim haline geçiyorsunuz ve zaman öyle belirleniyor. Yoksa o elinizdeki kadranlı saatin içerisine sıkışmış değil o zaman. Burada kış olduğu zaman iş yok ve bu tatil demek. Mesai bitti, düdük çaldı, teneffüs yapabilirim demiyorsunuz artık.”

‘KAPIMIZ HERKESE AÇIK, GELSİNLER’

Eren son olarak, planlamalarını hayata geçirmenin iki yılı bulacağını belirterek şu çağrıda bulundu: “İnsanların daha fazla buraya gelmesini istiyoruz. Biz bir çekim merkezi olalım istiyoruz. İstanbul’a çok yakınız. İstanbul trafiğinden kurtulduktan sonra bir buçuk saat içerisinde bizim köyümüzde olabilirsiniz. Kapımız herkese açık, gelsinler. Parayı çıkaralım hayatımızdan. Üretim esas olsun. Herkes kendi üretimini yapsın. Bizden almak yerine kendi üretsin ve bize komşu olsun. İnsanlar böyle daha iyi bir geleceğe sahip olur diye düşünüyorum.”

‘BEN HEP BASİT VE DOĞAL OLANI SEVDİM’

İçeri girer girer girmez soba üzerinde pişen çay ile birlikte kendi yaptıkları bulama (pekmezin kaynatılmasıyla tadı marmelata benzeyen bir çeşit tatlı) ve topladıkları bademleri ikram eden Merve Eren (33) ise, günlük köy yaşantısına ayak uydurarak bütün işlere yetişiyor. Sabah saat 06.00’da kalkan Eren, bahçe işlerinden ev işlerine kadar pek çok işi keyifle yapıyor. Bahçelerinde yetişen 42 sebze ve meyve çeşidinin hepsine oldukça hakim olan Eren, köyün tek genç kadını olarak köydeki kadınlarla da sohbetini esirgemiyor. İstanbul’da çalışma ortamının keyifli olmadığını ve bu yüzden de hayatı boyunca ayaklarının hep geri geri gittiğini ifade eden Eren, aradaki farkı şöyle özetledi: “Güzel giyinip de o camdan binalarda çalışmak benim hiçbir zaman hayalim olmadı. Ben hep basit ve doğal olanı sevdim. O yüzden beni bu, daha fazla tatmin ve mutlu ediyor. Özenmiyorum… İşte yırtık pırtık, kirli olabiliyor elbiseleriniz çünkü toprakla uğraşıyorsun, temiz kalmanız mümkün değil. Şehirdeyken ütülü giyiniyordum fakat burada ütü yapmaya vakit yok.”

KÖYDE KENDİNİ DAHA GÜVENDE HİSSEDİYOR

Köye yerleştikten sonra kendisini daha güvende hisseden Eren, kaygıların çok yüksek olduğu şehirde çocuk büyütmek istemediği için de hep ertelediğini belirtti. “Bence köy bir çocuğun büyümesi ve yetişmesi için çok daha iyi yer” diyen Eren, çıplak toprağa basmanın ve 15-20 yıl önce ekilen ağaca yaslanmanın inanılmaz güven verdiği görüşünde. Köy hayatının emeklilik hayali olamayacak kadar performans gerektiren bir iş olduğunu kendi deneyimlerinden yola çıkarak dile getiren Eren, bu hayali olanların da emekliliği beklemeden yaşama geçirmesi gerektiğini aksine hayal kırıklığı yaşayabilecekleri önerisinde bulunmayı ihmal etmedi.

Yapılan sohbet ardından yaklaşan akşam saatiyle birlikte odun kırmak, ağaçları budamak, tavukları besleyip kümese yerleştirmek ve köpekleri Şador’u gezdirmek gibi günlük işlerini yaparken eşlik ettiğimiz Eren çiftine, ikram edilen organik ürünlerimizle veda ederek ayrıldık.

Necla Demir / Uğur Atabay – dihaber

EN SON EKLENENLER