Alevilikle vedalaşmak!..

[responsivevoice voice=”Turkish Female” buttontext=”YAZIYI SESLİ DİNLEYİNİZ”]

Binlerce yıllık itikadın, yine yüzlerce, binlerce yıllık ocakların, dergahların, köy damlarının, erenlerin, evliyaların, yol ulularının, pirlerin nice bedellerle ve hayatlarıyla bugüne getirdikleri bir saf ve temiz halk inancını nasıl bu kadar fütursuzca harcayabildik / harcayabiliyoruz?

İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in torunu ve Şah-ı Merdan Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in, hile, entrika ve baskılarla ele geçirilen Emevi hilafetine karşı duruşu ve bu uğurda canını Kerbela’da verişi herkesin bildiği bir gerçektir. İslam tarihçilerinin bildirdiğine göre de öncesinde, Mervan aracılığıyla Muaviye soylu Yezid’in kendisine biat çağrısını “Müslümanlar, Yezid gibi bir hükümdara duçar olduğunda artık İslam’la vedalaşmak gerekir” gibi son derece kararlı ve net bir duruş göstererek yanıtlamış ve reddetmiştir. İslam Peygamberi’nin torunu ve İslam’ın en önemli ikinci kişisi Hz. Ali’nin oğlunun, İslam hakkında böyle bir söz söylemiş olmasının doğru değerlendirilmesi gerekir. İmam Hüseyin, İslam’ın “iktidarının” hile, entrika ve despotizmle ele geçirilmesinin yanında, asıl olarak o güne kadar “bildiği ve inandığı, atalarından da öyle gördüğü insan ve toplum merkezli bir inancın”, bir yönetim ideolojisine dönüştürülmesi ve bu uğurda dejenere edilmesi, yozlaştırılması ve despotik bir iktidarın yönetim ve propaganda argümanı haline getirilmesine bir itiraz dile getirmiştir. Artık o bildiği ve o güne dek yaşadığı, anladığı “İslam” değildir. Bu yüzden “eğer bundan sonra böyle gidecekse” vedalaşmanın vakti gelmiştir.

İnsanlık tarihi de bir bakıma iktidar ve güç uğruna girilen kavgaların, entrikaların, “değerlerden ve inançlardan vaz geçmenin” ya da tabiri caizse, tıpkı günümüz kapitalist dünyasında bunları çıkar ve menfaat uğruna alıp satmanın, dolayısıyla içini boşaltıp değersizleştirmenin toplamıdır aslında.

Peki şimdi durduk yerde neden İmam Hüseyin, Yezid, Kerbela, değersizleşme ya da insani, itikadi ve vicdani olan şeylerin anlamının boşaltılması ve metalaşması mevzusunu açtık? Türkçe literatürde “Teşbihte hata olmaz!” diye yerleşik bir mesel vardır. Tıpkı Hz. Hüseyin ve öncesi dönemde, İslam’ın ilk zamanlar insani, toplumsal bir inanç olarak sevgi ve paylaşım esaslı, gönüllerde yer bulması ve gönüllerden akmaya devam etmesi gibi Alevilik de bir sevgi ve gönül inancı olarak erkle, iktidarla ve yönetimle ilgilenmemiş, bilakis dışında konumlanmıştır. Tanrı’yı, Hakk’ı, kutsal mekân Kâbe’yi, Mirac’ı ve sevgiyi hep insan gönlü, kalbi ve cemalinde tanımlamış, secdesini ve ibadetini de oraya yapmış, kutsamıştır.

Teşbih meselesine gelince, öncelikle ve özellikle altını kalın kalın çizerek, hiç bir Alevi canı Yezid’le mukayese etmek, benzetmek ya da üzerinden tanımlamak asla ve kat’a aklımızın ucundan geçmez. Burada siz değerli canların affına sığınarak bir durum tespiti ya da görüş izahı yapmaya çalışacağız. Biz Alevilerin günümüzde kendi elimizle Alevi inancı ve kimliğine yaptığımız haksızlıklara şimdilik yapabildiğimiz oranda dikkat çekmeye çalışacağız.

Benim de ara sıra yazı yazdığım “Alevinet.com” sitesinde,10 Mayıs 2017 tarihinde, “Sinemilli Aşireti ve Alevi Duyarlılığı Ocak Kültürüne ve Dedesine Sahip Çıktı” başlıklı bir yazı yayınlandı. Daha doğrusu 1 Mayıs tarihinde Fransa’da gerçekleşen bir toplantı sonrası kamuoyuna yapılan açıklama metni yer aldı. Burada olaya adımın karıştırılması, ya da bilinçli olarak Hasan Harmancı ile birlikte “müfteri” olarak lanse edilmem veya “taliplerin ve cemiyetin bir dedesine sahip çıkarken, aynı ocak mensubu bir başka dedeyi çiğnemesi” konularına değinmeyeceğim. Ancak toplantıya neden katılamadığım, dedikoduların ve ithamların kaynağı olmadığım, bu söylenenler ve söyleyenler konusundaki tavrımı bu metni kaleme alanlar da, hakkımda ithamları ima edenler de başından beri çok iyi bilmektedir. Bu konulardaki görüşlerimi, mevzu bahis dedikodu ve ithamlar gündeme geldiği ilk günden beri, her zaman olduğu gibi Kantarma Sinemilli Ocağı’nda kurulacak bir Dar-ı Mansur’da özümü dara çekerek dile getireceğimi ifade ederek kapatıyorum.

Asıl üzücü olan ve üzüldüğümüz nokta, kadimden gelen bu inancın ve Yol’un sürdürücüleri ve hizmetkarları olarak hangi ara bu kadar çok melanete bulaştık? Hangi ara ve ne zaman “egolarımız ve benliğimiz” Yol’un ve değerlerimizin önüne geçti? Hangi ara kurumsallaşma çalışması yürüten kadrolarıyla, sanatçısı-edebiyatcısıyla, araştırmacı-yazarıyla, dedesi-piri-anası ve talibiyle “turaplıktan vaz geçip sultanlığa” meylettik?

Binlerce yıllık itikadın, yine yüzlerce, binlerce yıllık ocakların, dergahların, köy damlarının, erenlerin, evliyaların, yol ulularının, pirlerin nice bedellerle ve hayatlarıyla bugüne getirdikleri bir saf ve temiz halk inancını nasıl bu kadar fütursuzca harcayabildik / harcayabiliyoruz?

Hani bizler Yol hizmetkarıydık?
Hani bizler gönül kalsın, Yol kalmasın diyenlerdik?
Hani bizler ayak turabıydık?
Hani bizler incinsen de incitme diyenlerdik?
Hani bizler insana ve canlı cansız cümle varlığa gönül gözüyle ve sevgi penceresinden bakardık?
Hani biz ayrı gayrı bilmez, 72 millete bir nazarla bakardık?
Hani bizler “Dinimiz sevgi, Kâbemiz insan diyen bir inancın mensuplarıydık?

Bu sözden başta değindiğimiz teşbihe gelirsek: Eğer Alevilik bundan sonra bu minvalde ve bu şekilde yaşatılacak ve gidecekse, demekki Şah-ı Kerbela’nın dediği gibi, “Artık (bildiğimiz ve inandığımız) Alevilikle vedalaşmanın vakti gelmiştir!..”

Son söz olarak da bu ithamlarda bulunmanın yanı sıra, İsmail Bakır Dede’ye sahip çıkıp, hakkımda olmadık iftiralarla yargısız infazda bulunan ya da kurumlardan bu yönlü taleplerde bulunan dostlara bir hatırlatmada bulunarak konuyu kapatalım.

Yarın bir gün Hakk baki olduğunda hepimiz Sinemilli erenlerinin, Büyük İbo Dede’nin, Şıxo Dede’nin, Bektaş Dede’nin, İbo Dede’nin, Tacım Dede’nin, Save Ana’nın, Alibeg Dede’nin, Aligül Dede’nin, Tacım i Rıze Dede’nin, İbrahim Çopur Dede’nin, Veyis Dede’nin, Mehmet Dede’nin, Mehmet Mustafa Dede’nin ve daha sayamadığımız nice erenin huzuruna ve Hakk’ın Divanı’na çıkacağız. Mizan orada kurulacak ve umarım Hakk kimsenin yüzünü kara çıkarmaz…

“Erenler yoluna kıl ü kal katan
Yolun dikenidir hardan sayılır” diyen Pir Sultan Abdal’ın nefesiyle aşk ı niyazlarımı sunarım.

Gerçek aşık menzilinde durursa
Ocak gibi yanıp yağı erirse
Bir kişi kusurun özden görürse
O da erdir gerçek erden sayılır.

Aşk u muhabbetle…
[/responsivevoice]

EN SON EKLENENLER