Soro: Kürtler birilerinin ne kurbanı ne de azap askeri olacak

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın felsefesinin Kürtlere sürekli bir kazanım sağladığına dikkat çeken KNK Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi Selahattin Soro, “Devletlerin Suriye’yi paylaşımında Kürtler birilerinin kurbanı, birilerin de azap askeri olmayacaklar. Kürtler siyasette etkilidirler, askeri anlamda çok önemli sonuçlar elde ediyorlar” dedi.

Rusya’nın başkentti Moskova’da bulunan Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi Selahattin Soro, Suriye özelinde Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendirdi. Soro, Türkiye’nin Şengal ve Qereçox saldırısı, YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (QSD) sahadaki durumu, bununla beraber gelişen ittifak ilişkileri ile KDP’nin yönetim sorunu üzerinde değerlendirmelerde bulundu. Soro, dihaber’e Türkiye’nin Kürtlere karşı hasmane politikasının nedenleri ve sonuçlarından Rakka’nın QSD güçlerince alınarak bölgenin DAİŞ’ten temizlenmesi ve Suriye’nin paylaşım savaşına kadar bir dizi değerlendirmelerde bulundu. Rakka’nın alınmasını “Kızılordu’nun Berlin’i almasına” benzeten Soro, Rakka savaşı sonrasında ise paylaşım savaşının derinleşeceğini ve PKK Lideri Abdullah Öcalan felsefesi ile gelişen 3’üncü çizginin yaşanan savaştan kazançlı çıkacağını ifade etti.

* Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortadoğu’da tarihsel dönüşümler oluyor, dünya genelinde ulus devletin yaşadığı krizler ve Ortadoğu’da bu kadar düğümlenmiş olması sürpriz değil ve öncelikli belirtilmesi gerekli bir husus. Şuanda Ortadoğu’da gelenek ile kapitalist modernitenin çok ciddi bir hesaplaşması söz konusu. Geleneği temsil eden güçler var, İran bir gelenek gücüdür. Akadlı Sargon’un “İnsan kellelerinden bir kale yaptık” sözü var. Ya da Newroz efsanesinde geçen Dehaq’ın gencecik erkek ve kızların beyinlerinden nasıl bir despotizm ürettiği çarpıcı bir şekilde anlatılır. Bugün DAİŞ tarihten günümüze bir izdüşümdür. Amansız ve acımasızca ortaya çıkması ile ilgilidir. Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın “Tarih günümüzde gizli, biz tarihin başlangıcında” sözünde olduğu gibi, tarihsel olan ile güncel, güncel olan da tarihsel olarak birbiriyle kopuk değil. Sorun giderek daha da netleşiyor, tez antitez ve ortaya bir sentez çıkıyor ve sentez Kürt Halk Özgürlük Mücadelesinin özellikle Rojava şahsında açığa çıkardığı mücadele ve direniş biçimi hem kapitalist modernitenin çıkmazının karşısında etkili bir çözüm iradesi ortaya çıkmaktadır ve bu giderek daha görünür olmaktadır. Zaten askeri anlamda başarı elde etmesinin temel nedeni güçlü bir ideolojik, tarihsel ve toplumsal bir derinliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Suriye sahasında üç temel çizginin mücadelesinin izliyoruz.

* Türkiye’nin “Kürt karşıtı” politika izlediği artık gizlenmiyor. Son Şengal ve Rojava’ya yönelik hava saldırısı da “Kürt kazanımlarına yapılan bir saldırı” olarak değerlendirildi. Türkiye ve bazı Kürt partilerinin pozisyonlarına bakıldığında, Türkiye istediği sonucu aldı mı?

Türkiye şu anda oyun kurucu değil, oyun bozucu pozisyondadır. Bu konuda DAİŞ ile belli ittifaklar geliştirdi. 2 bin TIR gönderdi ve bunların hepsi herhalde ÖSO’ya verilmedi. El-Nusra, Ahrar-u Şam ve DAİŞ’e verdi bu silahları. Her gün operasyonlar yapıldığında da Türk devletinin göndermiş olduğu silahlar QSD güçleri tarafından DAİŞ’in elinden alınıyordu. Bir diğer husus da Türk devletinin KDP ile geliştirdiği bir gerici ilişkidir. KDP de Ortadoğu geleneğinin statükoculuğunu temsil eden, dolayısıyla ideolojik olarak da DAİŞ ile çok karşı düşmeyen bir izdüşümde konumlanıyor. Şengal’den kaçışı, DAİŞ karşısındaki pasif duruşu, mücadelede yetersizliği ve Rojava Devrimine karşı geliştirdiği hasmane tutum bu şekilde değerlendirilebilir. Rojava’da Türkiye’nin ÖSO, El Nusra ve diğer terörist gruplarla elde edemediği gücü Rojava Devrimini Başurê Kürdistan’dan kuşatma arayışına girerek KDP ile belli bir ittifak geliştirdi. Hem Şengal’de bu hareketin yayılmasını engellemek hem de Rojava Devrimini boğmak açısından aslında hiç Roj ve Güneş ile alakası olmayan, peşmergelikle de alakası olmayan karanlıkların çeteleri diyebileceğimiz, komutan Zero’nun kontrgerillaları gibi paramiliter güçleri Şengal’e saldırtıp oradan Rojava’yı, devrimi iç çatışmaya sürükleme arayışında bulundu. Ama Türk devletinin bu hamlesi de boşa çıktı. İstediği sonucu alamadı.

KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ MEVZİ KAZANDIKÇA TÜRKİYE HINÇLA SALDIRIYOR

* Türkiye’nin 24 Nisan’da Şengal ve Qereçox’a yönelik hava saldırısını nasıl okuyabiliriz?

Başurê Kürdistan’da ve Rojava’da Kürt Özgürlük Hareketi gelişerek ve büyük mevziler kazandıkça hıncını alamayarak 24 Nisan’da özellikle Ermeni Soykırımı’nın yıldönümünde Qereçox bölgesindeki YPG-YPJ karargahını ve Şengal’deki YBŞ mevzilerini bombalayarak bir nevi intikam alma ve yeni bir girişim geliştirdi. Burada ‘Siz beni müttefik olarak kabul etmezseniz, benim Ortadoğu’daki 2023 planımı yerel güçler olarak onaylamasanız ben de sizin planlarınızı bozarım, müttefiklerinize saldırırım’ tarzında bir girişim söz konusu. Burada uluslararası boyutunu da sorgulamak gerekir. Türkiye gibi bir gücün Ortadoğu’da bu kadar pervasızca atını oynatması ne Amerika ne de Rusya’dan bağımsız değil. Biz çok iyi biliyoruz ki Irak’ın hava sahası tümden Amerika’nın denetiminde, Suriye’nin hava sahası ise Rusya’nın denetimindedir. Dolayısıyla bu ülkeler onay vermeden Türk uçaklarının ne Şengal’de, ne Kandil’de ne Gare’de, ne Behdinan’da, ne de Rojava’nın herhangi bir şehrinin üzerinde operasyon yapması mümkün değildir.

ERDOĞAN İLE İKİNCİ NAZİZİM TEHLİKESİ DOĞUYOR

* Türkiye tüm lobi çalışmalarına rağmen ABD’nin sahada QSD güçleri ile yakınlaşmasına engel olamadı. Bunu neye bağlıyorsunuz?

9 Mayıs 1945 Dünyanın Hitler faşizmine karşı zafer elde ettiği gündür. 9 Mayıs’ta ABD’nin QSD güçlerine silah yardımını deklare etmesi tesadüf değildir. Hakeza Fransa Cumhurbaşkanı François Holland’ın Salih Müslim ile PYD Rojava Temsilcisi Halid İsa ile görüşmesini kamuoyuna deklare etmesi de tesadüf değildir. Brüksel mahkemesinin PKK’nin ‘bir terör örgütü değildir, bir özgürlük hareketidir’ teması ile mahkemeyi yeniden ele alıp işlemesi ve bilirkişinin savcılık aleyhine rapor vermesi tesadüf değildir. Türkiye ve izlediği bağlaşıklarının siyaseti Ortadoğu’da kabul edilemez düzeyde. Türkiye siyaseti istikrarsızlık merkezidir. 80 milyonluk bir Türkiye’nin siyasal İslam, radikal İslam ve etnik ulusçuluk temelinde radikalleştiğini, kontrolden çıktığını, bunu ne Avrupa ne Amerika ne de Rusya kabul eder. Dolayısıyla karşımızda ikinci bir Nazizim tehlikesi doğacaktır. Hitlerin 1940’larda dünya için geliştirdiği tehdit bu kadar dikkate alınmamıştı ama Hitler Polonya duvarının delip geçtiğinde artık tüm dünya bir felaketin eşiğine geldi ve 50 milyona yakın insanın hayatı ve üç kıtanın yıkımı ile sonuçlandı. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın böyle bir şey yapmayacağının hiçbir garantisi yok. Binlerce DAİŞ militanının Çin Uygur, Kazakistan, Kırgızistan ve dünyanın dört bir yanından Suriye’ye Türkiye üzeri taşınması şimdi de Türkiye üzerinden tekrar dünyaya taşırılması gerçekleşiyor. En son San Petersburg eylemini yapan militanın Türkiye’den geliyor olması ve finansmanının da Türkiye’den yapılması tüm bunları bir araya getirdiğimizde ortaya çok ciddi bir tehdit ortaya çıkıyor.

ÖCALAN’IN ÜÇÜNCÜ YOL ÇÖZÜMÜ ÇOK OPTİMAL BİR ÇÖZÜMDÜR

* PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın felsefesinin sürekli olarak kazanım sağladığı yorumlarına ne diyorsunuz?

Burada nasıl 1920’lerde Wilson, Lenin’in fikirlerini kendi çıkarları için kullanarak Amerika’yı bir süper güç haline getirdiyse, mevcut durumda da dünya sisteminin Öcalan’ın paradigmasını kendi siyasetlerine dönüştürme girişimi içerisinde olmasını görmek yadırganmaması gereken bir durum. Çünkü ortaya koyduğu üçüncü yol çözümü çok optimal bir çözümdür, ne devleti yadsıyor ne de toplumları yadsıyor. Ne sırtını geleneksel gericiliğe dayıyor ne de sırtını kapitalist gericiliğe dayıyor. Tam tersi demokratik moderniteyi bir tez olarak öne sürüyor. Rojava’da, Şengal’de, Kerkük’te ve Bakurê Kürdistan’da gördüğümüz demokratik toplumcu, seküler doğa ile dost ve kadın özgürlükçü bir çizgiyi çok etkili bir biçimde ortaya çıkarıyor ve bu artık Rojava Devrimi ile görünür oluyor. Dolayısıyla Amerika ve Rusya’nın da bu üçüncü çizgiye bigane kalması, yabancı durması düşünülemez ki ikili ittifak içerisine girilecektir. İttifaklar da bir mücadeledir. Burada taraflar birbirleri ile kıyasıya mücadele edecek ve birbirlerine kendi çizgilerini dayatacaklardır; fakat burada kuşkusuz bir sentez doğacaktır. Bu sentezin doğuşunu da hiçbir güç engelleyemez durumdadır. Bu açıdan Rojava’da gelişen çizgi en makul çizgidir ve bu çizginin herkese kazandırdığını Amerika da görüyor ve en çok Türkiye’ye ve geleneksel gericiliğin pozisyonuna kaybettiriyor.

* Bahsettiğiniz bu çözümün Türkiye’ye yansımaları neler olabilir? Türkiye Öcalan’ın paradigmalarından mı korkuyor?

Türkiye’de tarihsel bir Kürt fobisi var. Diyanetinden tutalım, Karayollarına, DSİ’sine ve tüm hücrelerine zaten TC Kürt inkarı üzerine inşa edilmiş bir cumhuriyettir. AKP’nin 2023 planı da tesadüf değil, Lozan’ın yüzüncü yılında iktidarı yeniden Kürtlerin üzerinde tesis etmek istiyorlar. 7 Haziran seçimlerinde hem Kemalist hem de siyasal İslam statükoculuğu yerle yeksan oldu. Kürtlerin 1514 yılından beri Türklerle geliştirdiği ortaklık bu tarihte lağvedildi, dolayısıyla yenildiler. 1 Kasım seçimlerinden sonra da AKP’nin uyguladığı bir gasp siyaseti mevcuttur. Parlamento, HDP, Kürt belediyelerin, demokratik toplum kurumlarının ve aslında bir bütün toplum iradesi gasp ediliyor ve gaspı da kurumsallaştırarak tüm bölgeye yaymak istiyor. Bunun önünde de en büyük engel Kürt Özgürlük Hareketidir, gerilladır. Bu iradenin güçlü olarak tecelli olduğu yer de Rojava’dır, Başurê (Güney) Kürdistan’dır, buraları bitirmek istiyor. Bu açıdan düşmanlığın kökeninde ideolojik saikler var. Özellikle 16 Nisan Referandumda bunu gördük. AKP gericiliği ile ulus devlet kaosunu temsil eden CHP siyaseti ve 3’üncü çizgi ise Kürtler. AKP tarihsel gericiliği, CHP kapitalist moderniteyi Kürtler ise 3’üncü çizgi olarak demokratik moderniteyi temsil ediyor. Eğer bu geleneksel gerilik referandumda yüzde 60 almış olsaydı, Dicle Kalkanı da olacaktı, Şengal de işgal edilecekti, Kandil’e de girilecekti, bir bütün olarak Kürdistan’a gireceklerdi ama bu hesapları tutmadı. Ama bu seçimde istedikleri sonuçları almadılar diye projelerinden vazgeçecekleri anlamına gelmiyor. Bu projeleri başka araçlar ve yöntemlerle önümüzdeki süreçte hayata geçirmeye çalışacaklardır.

* KDP Lideri Mesut Barzani, zaman zaman Kürdistan devletinin kurulması için referandum yapacaklarını söylüyor ve bunun için kimi ziyaretler de gerçekleştiriyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barzani ailesinin bir Kürdistan kuracağını düşünmek gerçekçi olamaz. Bu sürekli ‘Kürdistanı kuracağım’ söylemi Kürt halkını kandırmak ve oyalamak dışında bir şey değil. Çünkü Barzani ailesinin geliştirdiği siyaset devlet olmaktan çok bir emirliği ifade eder. Baba Başkan, yeğeni Başbakan, oğlu İstihbarat Başkanı bir diğeri Peşmerge Bakanı vs. Şimdi devlet oluşumunda bile bu yetkilerin paylaşılması demek, kuvvetler ayrılığının oluşması, ekonominin denetime tabi tutulması demek olurken, tüm bunları gasp eden bir aile anlayışının gerçekten Kürdistan’ı kuracağını iddia etmesi ham hayal. Bu Kürt halkını oyalamak ve onun ideal ve hedefleriyle dalga geçmek anlamına geliyor. Eğer Kürdistan kurulacaksa Kürt halkı kendi kararını verir. Referanduma gider ve bu referandumda self-determinasyon her halka olduğu gibi Kürt halkına da tanınmış bir haktır. Böyle bir sonuç çıkarsa herkes bu sonuçlara saygı duyar fakat her 3 ayda bir her 6 ayda bir siyasi malzeme haline getirerek kitlelerin istem ve hedeflerini bu şekilde sekteye uğratmak doğru bir yaklaşım değildir. Eğer böyle bir niyetleri varsa her şeyden önce 140’ıncı maddesindeki tartışmalı bölgelerin Kürdistan’a dahil edilmesi öne alınmalı, Başurê Kürdistan’ın daha üçte ikisi Güney yönetiminin denetimi dışındadır. Buralar dahil edilsin ardından BM’ye başvurulsun, bunun prosedürleri var. Yapılması gereken Ulusal Kongre ile ortak komutanlık kurarak, Kürdistan toprakları üzerinde yaşayan tüm zenginlikleri tüm halkları ve tüm inançları koruyacak bir projeyi geliştirmektir.

ASIL SAVAŞ PARÇALAMADA DEĞİL, PAYLAŞMADA OLACAK

* Suriye savaşında Rakka’nın alınması sonrası saha dengeleri tartışılmaktadır. Asıl savaşın bundan sonra başlayacağı fikrine katılır mısınız? Nasıl okumalı savaş sonrası Suriye’yi?

21’inci yüzyılın Kürt yüzyılı olacağı kesin. Çünkü Kürtler doğru yerde duruyorlar ve doğru işler yapıyorlar, bu çok önemli. Rakka’yı almak bir nevi Kızılordu’nun Berlin’i alması gibidir. Suriye’de mevcut durumda yaşanan, örgütlerle bir parçalanma süreciydi. Fakat başta Suriye olmak üzere 1946 yılındaki Almanya gibi Ortadoğu’da yaşananlar bir paylaşım savaşıdır. Kim nereyi hangi düzeyde alacak? Bunu örgütler değil, devletler yapacak. Dolayısı ile Suriye’de savaş daha yeni başlayacak. DAİŞ’in Rakka’dan sökülüp atılması Suriye’ni süt liman olması anlamına gelmiyor. Tam tersi daha farklı aktörler ve politikalar devreye girecek. 1916 Sykes-Picot ve Belfrod anlaşmaları, İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu paylaşımları idi. Bunun üzerine yüzyıllık bir sistem şekillendi. Mevcut durumda da herkes kendine bir sınır çizmiş; ama daha bunlar netleşmemiş durumdadır. Dolayısı ile Suriye’deki gerçek savaş parçalanmada değil, paylaşımda olacak. Bu önümüzdeki aylar ve yıllarda daha da çetrefilleşecek. DAİŞ bitebilir, DAİŞ bir araçtır; fakat bu başka gerici örgütler çıkmayacak anlamına da gelmiyor. Gericilik ve tarihsel çelişki aşılmadığı sürece bu gibi örgütlerin çıkması doğal bir durum.

KÜRTLER KİMSENİN AZAP ASKERİ OLMAYACAKLAR

* Bu savaşta Kürtlerin durumu nasıl evirilebilir? Kürtler kazanmaya devam edecek mi?

Paylaşım savaşında, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ile Sunni-Şii çelişkisinin büyük çelişkiler yaratacağı bir savaş ortamı doğabilir. Kürtler de bunları gördüğü için kendi rotasını belirlemiştir, proje sahibidir. Kürtlerin en büyük avantajı bu keşmekeşlikte proje sahibi olmalarıdır. 3’üncü güç Suriye örneğinde kendi pratiğini ortaya koyuyor. Bu gücün halklara ve inançlara dayanan seküler, laik ve toplumcu bir paradigmayı hayata geçirmesi oldukça olumlu.
Devletlerin Suriye’yi paylaşımında Kürtler birilerinin kurbanı, birilerin de azap askeri olmayacaklar. Bu açıdan Kürtler siyasette etkilidirler ki askeri anlamda çok önemli sonuçlar elde ediyorlar. ‘Kürtler iyi savaşçıdır’ denilerek sırtları sıvazlanarak kandırılmayacak kadar örgütlü ve öngörü sahibidirler. Bu kadar savaşta sonuç almanın en temel etkenin de ideolojik ve örgütsel paradigmalarından kaynaklandığını biliyorlar ve bunu anlatıyorlar da. Bu açıdan önümüzdeki dönem Kürtler açısından belki zor geçecek; ama kazanımların daha güçlü ve kalıcı olacağı bir süreç olacak.

Selami Aslan – dihaber

EN SON EKLENENLER