“Pirincin içindeki beyaz taşlar”

Bizde, tarihi içlerindeki kin ve düşmanlıklar üstünden okuyan, akıl fukarası bir kafa olduğu kesin. Doğru olması gerekmiyor. İşimize yaraması yetiyor. Kaynağı, gerçekliği önemsizleşiyor. Menfaatler, çıkarlar sizleri yalanı üreten bir sistemin parçası yapıyor.

“Kol kırılır yen içinde kalır” deniyor. Yalana meşru bir kılıf da bulunuyor.

Yalanın deşifre olması yetmiyor…

Teknolojinin yalanı yakalaması, bile çözüm olmuyor…

Gezi’de herkes gördü…

Derinden geliyor…

Osmanlı batağına girmiş, oynuyor…

Bu ülkede yalan söylemek kolaylaşıyor…

Yalan üzerinden siyaset üretmek kolaylaşıyor…

Yalanla var olmak kolaylaşıyor…

Kimisi de bu yalanın, yalancının şahidi oluyor.

Ve en önemlisi artık kaynağı, kendisi oluyor.

Referansı oluyor.

Yalanın toplumda derinleşmesi rolünü üstleniyor.

Cehalete oynuyor…

Birileri “pirincin içindeki beyaz taşları” ararken, gömüldüğü karabatağı görmüyor, sarayın kapısında geziniyor… Osmanlı kafasıyla birlikte kendisine alan açıldığını görüyor, 1826’dan önceki uğursuz rolünü istiyor. Saldırıyor, yalanın şahitliğine soyunuyor.

“Acılar paylaşıldıkça azalsa ve yaralar kendini sarsa da bazen daha incitici, gönül kırıcı olabilmektedir, yaşananlar. Madımak Katliamı anmaları sırasında karanfiller bırakılırken Hacı Bektaş Veli ve Pir Sultan Abdal’ın, Alevilerin kurmuş olduğu Kamber-i Ali sofrasına oturmayan Şeyh Sait ile aynı kefeye konulurken ‘alkışlanması’ incitici bir durumdur. ‘Alevilerin kestiği haramdır, yenilmez’ düşüncesi ile kurulan sofraya oturmayan birinin Yolumuzun uluları ile aynı kefeye konulmasına gönlümüz razı olmaz.”

Tarih bilgisi yoksunu kinini ve nefretini kusmak için yalana sığınıyor. Bugünlerde Kürtlere Alevilere kin kusmanın para ettiğini biliyor.

Kapıda kulluk istiyor.

Cehaletten biat istiyor…

Bunun için yalanı “anasının ak sütü” gibi piyasaya sürüyor.

“Türbanlı bacıma saldırdılar” diyenler gibi…

Biliniyor, Seyit Rıza ile Şeyh Sait arasında bir görüşme olduğuna dair tarihi tek bir kayıt, anlatım ve şahitlik yoktur. Ve yine biliniyor ki; söylenenin aksine Şeyh Sait ayaklanmasına destek verdikleri gerekçesiyle Hasan Hayri başta olmak üzere birçok Alevi Kürt ileri gelen idamla yargılanıp, sürgüne gönderilmiştir. Karerli Mehmet Efendi’nin hayatını anlattığı “Yazılmayan Tarih – Anılarım”  kitabında da Şeyh Sait’in komutanlarından Şeyh Abdullah’ın Alevi Kürt köylerinde nasıl ağırlandıklarını, desteklendikleri ve sonrasında istiklal mahkemelerindeki yargılanmalarını detaylı olarak anlatıyor.

Osmanlının kapısında, Ebusuud Efendinin fehvalarıyla kesilen kurbanlar üstüne üşüşenlerin, Alevi kanında eli olan Osmanlı askerlerinin kalkıp Alevi değerlerini ağzına alması aslında en büyük aymazlık oluyor.

Utancın en büyüğünü yaşatıyor.

Aleviler adına yıllarca, Sünni kökenli Kemalist aydınları konuşturan cumhuriyet rejiminin yerine kendisini ikame etmeye başlayan Osmanlı kafası da, bu zihniyeti örgütlendirerek eski misyonuna uygun rol veriyor.

Geçmişte başarmadıklarını bu dönemin uygun koşullarında yerine getirmenin hevesi içinde oldukları görülüyor.

Niyete bağlı bu açıklamanın tamamına bakılınca bu uğursuz rol görülecektir.

Zaman en iyi ilaçtır.

Kimin ne olduğunu, nasıl düşündüğünü ve kimlerin kapısında durduğunu gösterir.

Demokrat, laik, muhafazakâr, liberal…

Kim olduğumuzun resmini verir…

Bazılarının beyaz taş olduğunu söyleriz. Biliriz…

Lakin “Pirincin içindeki beyaz taşlar” gibi ağzımıza düştüğünde anlarız.

Anlarız ki, “katilimize sebep, suçumuz”…

Bazen birileri için geç olur…

Geç olanlar için de dert olur…

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri