Bir deklare ettim ki dönemem! -III – Ayhan Yalçınkaya

Mukaddimemizin bu bölümünde, şimdi biraz yer yer gündelik ama esasen gündelik hayat ve siyaset içinde kendisini gösteren, gündelikle sınırlanamayan, Alevi toplulukların ve örgütlenmelerinin yapılanmasından beslenen kimi gelişmelerden ve Alevi siyasetinden konuşacağız. Bu hareketi ve toplulukları bilmeyenler ya da ilgilenmeyenler için sıkıcı, pek sıkıcı olabilir. Baştan uyarmadı demeyin. Deklarasyon yayınlandıktan ve sosyal medya özel olarak harekete geçirildikten sonra izleyebildiğim kadarıyla, deklarasyona ilişkin çeşitli kurumsal tepkiler de peşpeşe gelmeye başladı. Bunlar, daha önce üzerinde durduğumuz bildirisiyle Hünkar Vakfı, (Pirincin İçindeki Beyaz Taşlar) ABF-Alevi Bektaşi İnanç Kurulu, (Türkiye’deki en büyük çatı Alevi örgütü) Çağdaş Alevi Gençlik ve Eğitim Platformu (ÇAGEP), Devrimci Aleviler Birliği (DAB) Yol Erkan Kurulu, Alevi İslam İnanç Hizmetleri Başkanlığı (CEM Vakfı organizasyonu), AABF İnanç Kurulu (Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu), Ewlade Khureşi isimli daha önce adını duymadığım, yüksek ihtimal Dersim kökenli bir topluluk, Avusturya Alevi İnanç Toplumu (Cem Vakfı çizgisinde). Korkmayın, tek tek yayınlanan her bir bildirinin içeriğine girmeyeceğim. Yalnızca bazı noktalara dikkat çekmekle yetineceğim.

Öncelikle, Türkiye’deki Alevi örgütlenmesine yöneldiğimizde bu örgütlenmenin çatısı durumundaki ABF’nin ilgili deklarasyona karşı tam bir sessizliğe büründüğünü görüyoruz. Bu örgütün omurgasını iki ana kurum oluşturur. PSAKD (Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri) ve AKD (Alevi Kültür Dernekleri). Bu çok şubeli iki dernek dışında, ayrıca 33 kadar bağımsız, tek şubeli dernek de bu çatı altında yer alır. ABF, dernekler federasyonu olduğu için, zaten vakıf örgütlenmeleri ABF’ye üye olamazlar. Yani pek etkili sayılmasa da 2 Temmuz Pir Sultan Vakfı gibi vakıflar ya da çok şubeli ve etkin unsurlardan biri olan HBVAKV (Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı) gibi vakıflar ABF çatısı altında değildir. Ancak derneklerle vakıflar arasında gerek kuruluşları, gerek üye bileşenleri itibariyle bir iç içe geçme hali olduğundan, esasen resmen olmasa da fiilen kimi vakıflar da ABF siyasetinde etkindir ve hatta kimileyin, HBVAKV gibi kurumlar kilit bir rol üstlenebilir. Dolayısıyla aslında gözetmemiz gereken üç kurum vardır ABF ile ilgili; PSAKD, AKD ve HBVAKV. Dikkat edilirse bu üç temel örgütlenmenin üçünden de herhangi bir açıklama gelmemiştir. Kendi adlarına ses çıkarmayı ABF’ye devretmiş görünüyorlar ki HBAKV istese de devredemez; diğer ikisi evet.
Ancak ilginçtir, ABF’nin ilgili deklarasyona karşı sessiz kaldığını kesinlikle söyleyebiliriz. Çünkü açıklama ABF adına değil, ABF Alevi Bektaşi İnanç kurulu adına yapılmıştır. Bunu bir kenara not edelim.

Aynı şekilde Alevi hareketinin milliyetçi-eh, elbette beraberinde negatif anlamda dinci, özcü Alevilikçi kanadını oluşturan CEM Vakfı da deklarasyona karşı kurumsal bir pozisyon almamış, herhangi bir açıklama yapmamıştır. Onun yerine, nasıl ABF’nin inanç kurulu açıklama yapmışsa, bir CEM Vakfı organizasyonu olan Alevi İslam İnanç Hizmetleri Başkanlığı bir değerlendirme yapmıştır. Bunu da bir kenara not edelim.
Yüzümüzü yurt dışına döndüğümüzde, yine benzer bir manzarayla karşılaşıyoruz. Abartılı mıdır bilmem ama tahminen söylediğimi kabul edin, sanırım dünyadaki en büyük Alevi örgütlenmesi Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) ve bu federasyonun omurgasını oluşturduğu Avrupa Alevi birlikleri Konfederasyonu’dur. (AABK) Yine aynı şekilde, her iki örgütten de yani ne Almanya örgütünden, ne çatı örgütü olan Avrupa örgütünden herhangi bir açıklama gelmiş değildir. Çatı örgütünün altındaki diğer ülke federasyonlarının da bir açıklama yaptığına tanık olmadım; ben kaçırdıysam özrüm baştan bakidir. Tıpkı Türkiye’deki gibi, AABF açıklama yapma işini kendi inanç kuruluna sevk etmiştir ve onların bir açıklaması var elimizde. Diğer yurt dışı açıklama örneği ise Cem Vakfı çizgisindeki Avusturya örgütünden gelmiştir ve bu örgütün mensupları sosyal medyada hali hazırda tam bir linç kampanyası sürdürmeye devam ediyor. Üstelik hakkında kampanya yaptıkları deklarasyonu hiç okumadıkları, bunu vesile kıldıkları da apaçık ortada. Sonuç olarak aslında kurumsal, kapsayıcı tepki gösteren yalnızca iki örgüt var; biri Avusturya örgütü, bir diğeri Türkiye’den Hünkar Vakfı.

Şimdi bir kenar notu daha düşelim: Bu deklarasyonun altındaki imzalar bellidir; kişisel imzalı bir deklarasyondur, bu açık. Yani herhangi bir kurumsal imza deklarasyonda yer almadığı gibi, deklarasyonda imzası olan kimi isimler, burada adı geçen kimi örgütlerin üyeleri olsa bile, üyelerinin imzaları ilgili kurumların hiçbirini bağlamaz. Ancak buna rağmen, bu basit alfabetik gerçeğe rağmen, bildiri sanki özel olarak ABF’nin ve yine özel olarak AABF’nin bildirisiymiş gibi sunuluyor ve özellikle bu iki kurum üzerinde bir basınç yaratılmaya, bu iki kurum bir tür lince uğratılmaya çalışılıyor. Beğenelim beğenmeyelim, bu iki kurum, biri Türkiye’de, biri Almanya’da, doğru ya da yanlış, başlangıç amaçları ve hedefleri ne olursa olsun, bugün bulundukları nokta itibariyle Alevi örgütlülüğünün ana omurgasıdır. Yapılmak istenen şey açıkça bu omurgayı çökertmektir. Amaçlanan şeylerden biri budur. Yani Alevilerin örgütlenme deneyimini çöpe atmak, Alevileri hak temelli örgütlerden uzak tutmaktır amaç. Özellikle Cem Vakfı çizgisindeki ister ülke içi, ister dışı örgütler can hıraş buna çalışıyorlar. Denilebilir ki “yok canım, bu biraz abartı, nihayetinde ABF ve AABF’ye karşı tutum genel olarak Alevilerin örgütlenmesine değil, Alevilerin buralarda örgütlenmesine karşı sayılabilir.” Buna itiraz edeceğim, şundan ötürü: Özellikle Türkiye’deki Cem Vakfı örgütlenmesini gözettiğimizde, Cem Vakfı’nın Alevi topluluklara ait bir örgütlenme olmadığını, gücünü daha çok dedeleri örgütleyerek ve kendi etki alanı içinde tutarak kazandığını ve Alevilik içindeki bütün yıkıcı faaliyetlerini (Bayram cemi gibi) dedeler eliyle yürüttüğünü söyleyebiliriz. Yani bu vakıf kestirmeden Alevilerle değil, kendilerince söyleyelim Alevi elitleriyle iş gören bir vakıf. Dolayısıyla bir Alevinin hak temelli olarak örgütlenmesi CEM Vakfı’nın umurunda değildir ve işi de değildir. Oysa diğer iki örgüt açıkça hak temelli olarak Alevi bireylere yönelen –mahiyetleri bir yana- dernek örgütlenmelerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla ABF örgütlenmesinin yıkılması ve diyelim yerine CEM Vakfı’nın geçmesi esasen bütün bir hak temelli Alevi örgütlenmesinin tasfiyesi ve yerine tümüyle çeşitli, kendilerince elitlerle iş gören, sözüm ona müzakereci, sözüm ona diyaloğa dayanan, esasen işbirlikçi bir yapının geçmesi demektir. Daha da kötüsü, CEM Vakfı çevresi tam anlamıyla bildiğimiz en kötü anlamda merkeziyetçi, dayatmacı ve Alevilik açısından da homojenize edici, standartlaştırıcı, kendini biricik Aleviliğin sahibi ve temsilcisi olarak gören, bu doğrultuda bütün erkan ya da sürek farklılıklarını ve toplulukların karakteristik unsurlarını tasfiyeye yönelen bir örgütlenmedir. Kurdukları, benim Alevi Diyaneti demeyi tercih ettiğim Alevi İslam İnanç Hizmetleri Başkanlığı tam bir fetva kurumudur ve Aleviliğin içeriden dağıtılarak apaçık Ortodokslaştırılmasına hizmet etmektedir. Alevi dedelerini, önce sözüm ona ücretsizmiş gibi sunup, sonra Cem Vakfına yapılan 500 TL bağışla Hac turizmine çıkaran, örneğin bu başkanlıktır! Cemlerin bütün sembolik evrenine müdahale eden de yine bu başkanlıktır. Gerekçe de her zaman aynıdır: “Kent koşulları efendim.” Haremlik selamlık yapılan cemler, demsiz yapılan ve yapılmaya zorlanan cemler, “mersiyesiz cem olmaz efendim”cilikler, vs. vs…cem meydanına mikrofon sokmalar, dedelerin eline cem akışını belirleyen broşürler tutuşturmalar, tv’den naklen cem yayınlamalar, yok efendim Sünnilere kendimizi tanıtmalıymışız, eh öyleyse naklen cem keser mi? Önüne gelene postu açmalar, siyasileri posta oturtmalar, daha aklınıza ne gelirse…Özetle, tüm çeşitlenmeleri ve dallanmalarıyla Alevilikte ne yoksa bu başkanlığın icraatlerinde onu bulabilirsiniz.

Bu çizgideki yurt dışı örgütlenmelerinin de bunlardan farkı yoktur, olması da beklenemez zaten. Yalnızca Türkiye’de Cem Vakfı’na biçilen rol başkadır, yurt dışında başka. Son bir örnek vereyim geçelim, ötesi kalsın: AKP ve belli İslamcı kanatların “Alisiz Alevilik” iddialarını ve dahi Alevi hareketini bir bütün olarak Alman istihbari faaliyetine bağlama girişimlerini, gönül rahatlığıyla üstlenen bu kurum ve onun uzantılarıdır. Yeterli mi acaba? Tekrara düşmeyelim. Gerisini tahayyül edebilirsiniz.
Toparlayalım: Deklarasyona özcü İslamcı bir zaviyeden tepki gösterdiğini iddia edenler esasen aynı anda bunun siyasal sorumluluğunu da üstlenmiş demektir. Kendilerinin niyeti ne olursa olsun. Deklarasyona milliyetçi bir zaviyeden tepki gösterenleri ise saymıyorum bile, çünkü onlar zaten apaçık siyasal ve aynı anlama gelmek üzere, dinsel bir pozisyondan konuşuyorlar. Yani böylesi bir tepki öncelikle mevcut ABF ve AABF örgütlülüğüne, esasen Alevi bireylerin hak temelli örgütlülüğüne bir saldırı olarak şekillenmiş gibi duruyor, elimdeki tüm örneklere bakılınca. Çünkü deklarasyonun altında hiçbir kurumsal imza olmadığı halde, sanki deklarasyonu bu iki saldırı altındaki kurum çıkarmış gibi takdim ediliyor! Böyle olduğu halde, her iki kurumdan da İnançla ilgili birimleri hariç, en küçük bir tepki gelmiyor! Bu son derece manidar. Özellikle ABF bakımından manidar. Merakta bırakmayacağım korkmayınJ Şöyle ki:
Türkiye Cumhuriyeti modelini düşünün. Bir devlet var (dar anlamda siyasal bir aygıt/bir örgüt) ve bu aygıtın bünyesinde çoğunluk dinini kontrol etmeye ve şekillendirmeye yarayan Diyanet İşleri Başkanlığı. Öyle ki DİB’in bütün din görevlileri devlet memuru ve devlet tarafından atanıyor. CEM Vakfı bu modele göre davranıyor işte. Siyasi örgüt Vakfın kendisi ve onun bir Diyaneti var. Bu diyanet eliyle dedeleri atama yetkisi dahil, tüm dini ve elbette siyasi bünyeyi şekillendirmeyi hedefliyor. Dolayısıyla, esasen din ve siyaset bir madalyonun iki yüzü olsa da bu vakıf şu anki devlete içkin sözüm ona laik örneği taklit ediyor, onun iyi bir öğrencisi. Bu anlamda örgüt bir yanda, dini örgüt başka bir yanda güya. Eh, deklarasyon da böyle okunursa elbette siyasi örgüt değil, ilk elde dini örgüt tepki koymalı ki böyle oldu, değil mi? Yani siyasi örgüt kendi politik programı gereği dini örgütü harekete geçiriyor. İşte CEM Vakfı baştan beri böyle bir dini örgütün peşinde. Epeyce de yol almış gözüküyor. Bu yazı yazılırken medyaya düşen son gelişmelere göre bu vakfın Ankara Şubesi genel merkezin dedeleri atama yetkisine karşı çıkarak istifa etmiş görünüyor. Günaydın diyesi geliyor insanın! Neyse, yine de üzüntülerimi dile getirmiş olayım. Sonuç olarak Cem Vakfı açıklamasının kendi dini örgütünden gelmesi kendi çizgisiyle son derece tutarlı.

Aynı tutarlılık, bu vakıftan tümüyle farklı bir çizgiye sahip olduğunu iddia eden AABF için de geçerli. Dinsel-siyasal hatları bakımından ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, AABF ve CEM V. ve onun yurt dışı uzantıları da aynı şeyin peşinde: Alevilerin homojen bir topluluk olarak tescili, buna bağlı olarak temsili ve bu temsilin kendilerince üstlenilmesi, kendi üstlerine tescili. İçeride ve dışarıda bu iki kanat da bunun peşinde; Alevilikten anladıkları ve politik çizgileri, devletlerle ilişkileri farklı farklı olsa da. Yani özeti şu: AABF de bu kez Alman Anayasasının şemsiyesi altında bir tür dini örgüt olmaya soyunuyor! Tıpkı Avusturya’dakiler gibi. Hatta AABF bu modeli Türkiye’ye dayatmaya çalışıyor; sanki Türkiye’de bunun temsilcileri yokmuş gibi. O tren çoktan kaçtı, dert buysa, bu çok açık. O alanı CEM Vakfı dolduruyor zaten. Tam aksine bu model Almanya’da şöyle ya da böyle manidar sonuçlar üretebilir, savunulabilir ama burada ne Alman Anayasası var, ne de Almanya’daki Alevi topluluklar. Burada merkezileşmiş, homojenleşmiş bir varlık olarak Aleviliği tescil ettirmeye ve tescil edileni temsile soyunmak Alevi toplulukların imhasından gayrı bir sonuç doğurmayacaktır. Din ve siyaset (devlet demiyorum) arasındaki ilişkiye dair aynı anlayışa sahip oldukları içindir ki AABF de deklarasyona karşı tepkisini ilgili kuruluna havale etmekle yetiniyor.

Bakın daha deklarasyonun içeriğine, kapsam genişliğine girmedik bile. Yani durum o kadar vahim. Deklarasyon, okuyanlar bilir, Alevi örgütlenmesinden, ekolojiye, cinsiyetlerarası ilişkilerden erkannamelere kadar her şeye el atıyor; yani en berbat anlamda din-siyaset ayrımıyla herü merç olmuş, salt dinsel bir deklarasyon değil! Bir de bunu düşününce, özellikle ABF açısından durum daha cddi hale geliyor.

Son gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla, ABF de bu trene atlamaya niyetli. “Madem onların bir Diyanet’i var; hem devletin, hem Cem Vakfının, bizim niye olmasın ki?” Olmuş ve oturmuş inanç kurulu çekingen bir bildiri kaleme almış. Bildirinin içeriği beni ilgilendirmiyor şimdilik, bildiriyi inanç kurulu diye bir kurulun kaleme alması daha önemli. Dahası bu kurul da diğerleri gibi Aleviliği, topluluğu homojenize etme peşinde olduğunu açıkça söylüyor, erkanname çalışmaları üzerinden. Oysa bu Türkiye Alevi toplulukları açısından bu tam bir intihardır! ABF bu katara takılırsa hem kendi zeminini hem Aleviliğin zeminini oymuş olacaktır.

ABF’nin farklı farklı örgütlerin, meşrepleri, dinsel deneyimleri, etnik aidiyetleri farklı olan toplulukların çatı örgütü olduğu hatırlatılmalı. Görevi bunları merkezileştirmek değil; görevi hak mücadelelerini örgütlemek, koordine etmek, bir araya getirmek, ittifakları sağlamak, ortak eylem imkanları yaratmak, bunları örgütlemek. Basitçe dine geldiğimizde ise, ABF bugün yapmaya çalıştığının tam tersine, yerel dinsel deneyimlerin kendi varlıklarını geliştirip sürdürmesi için teşvik edici, talep edilmesi halinde imkan hazırlayıcı, yerel farklılıkların yerel düzeyde birbirleriyle yan yana var olabilmesi için siyasal zeminleri kolaylaştırıcı ve örgütleyici, yerel ya da süreklere ait dinsel deneyimlerin ilgili topluluklar bakımından sürekliliğinin garantörlüğünü üstlenici, bunların kendi sürek oluşlarıyla sınırlı olarak kayda geçirilmesi ve kendi topluluklarında seferber edilmesi, hiçbir süreğin bir diğer süreğin erkanına müdahalesine izin vermeyecek şekilde hakem ve gerektiğinde müdahil olucu vb. bir rol üstlenmelidir; merkeziyetçi ve standartlaştırıcı bir rol değil. Denilebilir ki ama bu talep tam da yerel topluluklardan geliyor. Yani hep söylendiği gibi, diyelim Sıraç Alevisi büyük kentte artık Dersim Kızılbaşıyla birlikte yaşıyor ve cemevlerinde yan yana diz kırıyorlar; cenazelerinde yan yana saf tutuyorlar. Dolayısıyla bu kesimler artık ortak, standart bir şey istiyor. Peki, bunu verdiğinizde kabul ediyor mu? Hayır, Ne Dersimliyi ne Sıracı memnun edebiliyorsunuz. Peki nasıl memnun edebilirsiniz? Cem evlerini, cem erkanlarını, cenaze erkanlarını standartlaştırarak değil, tersine atomize ederek, atomlaştırıp dinamikleştirerek. Sıracın cenazesi Sıraç erkanına göre, Tahtacının cenazesi Tahtacı erkanına göre, Çepninin cenazesi Çepniye göre kalksa memnun olmaz mı? Olur. Merkezileşmenin büyüsüne ve rantına kapılmış dedeler ve örgütler dışında herkes memnun olur. Peki kentlerdeki cemevlerinde buna engel bir şey var mı? Merkeziyetçi nato kafa nato mermer yöneticiler dışında? “Ayy efendim bunlar demli cem sürüyor, cemevimizde içki içirirsek elalem bize ne der” diye ortaya çıkanlar dışında? Daha içki ile demi ayırt etmekten aciz bir zihniyet, ne yazık ki bugün toplulukların Alevilik deneyimlerini şekillendiriyor. ABF tam da buna dur demeli; bileşeni böyle kalacaksa konuşmak ve dur demek zorunda. Böylesi yapay bir siyasal örgüt-dinsel örgüt ayrımına dur demeli ve o inanç kurulunu derhal dağıtmalı. Alanı boş mu bırakmalı yani? Elbette hayır. Bir merkezi kurulu dağıtmanın iki yolu vardır: Ya dümdüz adı üstünde dağıtırsınız, çünkü ihtiyacınız yoktur. Ya da ihtiyaç varsa, merkezileştirmez, çoğaltırsınız. Öyle çoğaltırsınız ki yok olur. Bütün bir halkın ordu olduğu yerde merkezi ordudan söz edemeyeceğiniz gibi. Aynı şekilde bütün bir Alevi topluluğun inanç kurulu olduğu yerde, inanç kuruluna ne gerek var. Aleviler de nasılsa pek meraklı dinlerini tartışmaya, öyleyse buyurun, bütün topluluk üyelerine açın bunu. Neden tek bir inanç kurulu olsun ki? Sürekler türlü türlüyken. Her sürek kendi inanç kurulunu oluştursun; aynı inanç kurulunda temsil edilmek yerine, elbette bu yapılıyorsa ki yapılmamalı, açık. Hiçbir inanç kurulunun diğer kurulun Alevilik deneyimleme biçimlerine müdahalesine de izin verilmemeli. Demli cem mi yapacağım? Cemevinde yapabileyim. Demimi getirir, gelir ve giderim hepsi o. Ben demli cem yapıyorum diye Dersimlinin gözünün üstünde kaşın var demesi ne haddine? Ey benim Kantarma dedelerim, öksüz-yetim Elbistanım! Ne çok arıyorum sizleri! Cemevi, O mekan dinamik olmalı en başta. Ben Atatürk resmi Türk bayrağı olmadan olmadan cem yapamam diyen getirsin Atatürk resmini bayrağını asıp cemini yapsın; giderken de toplasın götürsün. Vallahi şöyle kallavi bir Zülfikar duldasına sırtımı vermeden yapamam diyen getirsin, sonra da alsın götürsün; ne engel var; mekanların betonlanıp sabitlenmesi dışında? Hiçbir engel yok! Kafaların içindeki betonlar dışında! Sonuç: Merkezi erkannameler düzmek yerine, tam tersine ne kadar sürek varsa erkanlarını kayda alacak, toplulukların genç kuşaklarına yol gösterecek bir çalışmaya girişseniz ya!

Şimdi daha komik bir noktaya geliyoruz: Deklarasyoncular, bunca küfre, hakarete, lince uğrayan deklarasyoncular ne istiyor dersiniz? İnanır mısınız, aynı şeyi. Yani Cem Vakfı, AABF, ABF ve diğerleri neyi istiyorsa deklarasyoncular da aynı şeyi istiyor! Hepsi homojenleştirilmiş, bütünleştirilmiş, bu haliyle tescil edilmiş, birleşik ve temsil edilebilir hale getirilmiş bir Aleviliğin peşinde! Şimdi kahkahanın tam sırası: Ya AKP ne istiyor? “Muhatabımız kim, her kafadan bir ses çıkıyor” derken? Bir kahkaha daha: Sünni dinsel deneyimlerin insanları ne istiyor Alevilerden “Yahu sizin kitabınız ne, peygamberiniz kim” diye sorarken? Hepsi aynı şeyi istiyorlar. Hiç kimse ortada duran kek kalıbına bakmak istemiyor. Hepsi kalıba dökülecek malzemeyle ilgili: Kimi tarçınlı, kimi çaylı, kimi ıslak, kimi kuru, kimi karabiberli, kimi karanfilli kek istiyor ama kalıp aynı kalıp; Vallahi ben de tütünlü kek istiyorum! Var mı yapacak olanJ Kek kalıbına gelince: Din ve siyaset arasında kurduğumuz ilişki o işte. Bu kalıbı değiştirmediğimiz sürece, kek aynı biçimli kek olacak; tadı farklı farklı olsa da!

Ama deklarasyon vesilesiyle sosyal medyada küfürler gırla gidiyor. Şimdi itiraf zamanı. Bunca yıldır çok çeşitli Alevi topluluk üyeleriyle bir araya geldim ama Alevi topluluğun çeşitli üyelerinin bu deklarasyon vesilesiyle ortaya koyduğu seviyesizliği hayal bile edemezdim. Deklarasyon üzerine kafa yorarken, doğal olarak çeşitli sosyal medya sayfalarına, herkese açık oldukları ölçüde elbette, girip çıktım. Girip çıkmaya da devam ediyorum. Bu arada sağolsunlar farklı çevrelerden izleyicilerim de bu konuyla ilgili çeşitli materyalleri, okur yorumlarını, ekran görüntülerini paylaşıyorlar. O kadar büyük bir seviyesizlikle karşılaştım ki itiraf ediyorum ben, böyle bir Alevi topluluk tanımıyorum. Tanımak bile istemem. Eğer bunlar Aleviyse, Veliyeddin Hürrem Ulusoy’a, Şeyh Said’e, Kürtlere ağza alınmayacak galiz hakaretler eden bir Aleviyi tanımak bile istemem ya da ben görmeyeli Alevi troller türedi! En kötüsü, bu iğrençliği yapanlar, bunları örneğin benim çok iyi tanıdığım Alevi hareketinin bir üyesinin sayfasında, yorumlar kısmında yapıyor. Utanmadan, sıkılmadan yapmaya devam ediyor. Daha da kötüsü, sayfanın sahibi, yahu sen ne diyorsun demiyor! Hiç kimse Şeyh Said’i, Said Nursi’yi, Nakşileri, Bektaşileri, Sayın Ulusoy’u, cümle Kürtleri sevmek zorunda değil! Kardeşleşmek zorunda filan değil. Ama bu insanlar birlikte yaşadığımız insanlar! En hafif tabiriyle ayıptır! O sayfaların sahipleri, Ulusoy’a küfretmek işinize geliyor olabilir; ama buna izin vermeniz, sayfalarınızın bunlarla dolu olması sizin de ayıbınızdır, aynı ölçüde!

Bu seviyesizlik, bildiğimiz anlamda küfürlerle örülmüş cinsiyetçilik, ırkçılık, şövenizm, anti-semitizm, dincilik, devlet tapıncı gibi bir çok unsuru içeriyor. Hadi dinsel mahiyetli (esasen o da siyasal ya) küfürleri geçtim; “Muaviye tohumları” gibi, “Yezit” gibi. Deklarasyon tartışmasında Yahudi halkı aşağılamak nedir ya? Ve sözüm ona deklarasyoncuları eleştiriyor ya da savunuyorsunuz; onlara karşı çıkanları ya da savunanları eleştiriyor ya da savunuyorsunuz…

Bu itiraftan sonra bugünü de toparlayayım: Gerek deklarasyoncular, gerek AKP ve İslamcılar, gerek ABF ve AABF, gerekse CEM Vakfı….cümlesi aslında deklarasyoncu! Tümü, bir zamanların çalıştaycısı “efsane” Necdet Subaşı’nın ağzıyla söyleyeyim, Alevi toplulukların çoğulluk arz eden referanslarının ortadan kalkmasında uzlaşmış görünüyor. Ve yine cümlesi, ağız birliği etmişçesine referans kaybından yana ağıt yakıyor! Ve benim bu hengamede tavrıma gelince… Diyelim ki bu deklarasyon ateistlerin ve ateizmin işi: Her ateizmin içinden Aleviliğe uzanan bir yol bulunabilir. Her Alevilik ateizmle ve ateistlerle birlikte yaşayabilir; her Alevilikten ateizme uzanan bir patika da keşfedilebilir. Diyelim ki bu deklarasyon bilimcilerin işi: Her bilimciliğin nihayetinde varacağı yer bir dindir; ihtiyaç duyduğu şey dindir. Öyleyse, ben aetizmden ve ateistlerden, bilimcilerden korkmam. Ama hiçbir Alevilik ırkçı, şöven, anti-semitik, cinsiyetçi, devlet paganlığı diyeceğim paganlığa saygısızlık olmasa, devlet kültüyle birlikte yaşayamaz. Bunlardan Aleviliğe giden bir yol yoktur; Alevilikten de eğer bunlara bir yol gidiyorsa, geçmiş olsun, onun üstüne bir bardak soğuk su için!

EN SON EKLENENLER