Dün kontrgerilla-JİTEM bugün GAMER

Yıllardır devletin yapısını tartışan hemen herkes, ‘derin devlet’ diye başlıyordu yazmaya veya konuşmaya. Gerçi bu kavram henüz tedavülden kalkmış değil. Halen ‘derin devlet’ kavramıyla, devletin bir kısmını temize çıkartmak isteyenler olabilir. Buradaki ‘derin’ kavramı devlet tarafında işlenmiş kanlı karanlık suçlara vurgu yapmak amacıyla
kullanılıyor ve devletin içinde sorumluluğu olmayan ama yetkili bir
yapının aynı zamanda devlet adına suçlar işlediği anlatılmak isteniyordu.

Böylece devlet adına işlenen suçlar, elle tutulamayan, gözle görülemeyen hatta ne idüğü belli olmayan meçhul ‘derin devlet’kavramının arkasına saklanarak, devletin diğer bölümleri aklanıyordu. Aslında bu yaklaşım, en nihayetinde ve tam olarak devleti temize
çıkartmaya hizmet ediyordu. Çünkü, bu kavram, ‘derin devletin’ ne somut varlığını gösterebiliyor, ne de yakasına yapışabiliyordu.

Halbuki sömürüyü esas alan bütün devlet türlerinin tamamı, bu anlamda suçludur ve ‘derin’ olmak, suçlu olmak anlamındaysa, sömürücü bütün devletler, bütün biçim, araç ve yöntemleriyle ‘derin’dirler, halklara karşı suçludurlar. Tarihte yer almış ve sömürüye dayanan bütündevletler, esas olarak, halklara karşı karanlık yöntemlerle örgütlenmişler ve kanlı suç örgütleri gibi çalışmışlardır.

Bu devletlerin iki yüzü olmuştur. Bir yüzüyle halkları aldatmak, onları manipüle etmek amacıyla kurallara, kanunlara bağlı, herkesin sahiplenebileceği bir görüntü vermişlerdir. Buna hep ihtiyaçları
olmuştur. Çünkü devletlerin farklı toplumsal yapıları, farklı etnik ve
dinsel grupları bir arada tutmak ve onların sırtında geleceklerini
planlamak gibi dertleri vardı. Bu durum zorunlu olarak asgari bir meşruiyet gerektiriyordu. Bu meşruiyeti kazanmak için de devletler, örgütlenirlerken, toplumun farklı kesimlerinin üzerinde mutabık kalacakları bir anlaşmaları, bir kurallar dizisi, bir anayasası olacaktı. Böylece sömürücü egemen sınıflar, devletleri halkları aldatmak amacıyla, kabul edilebilir hale getirmeye dikkat etmişlerdir. Ancak işin bu tarafı sadece bundan ibaretti. Gerçek olan sömürücü
sınıfların devletlerinin, halklara ve ezilenlere karşı, hep illegal-derin suç örgütleri oldukları ve öyle çalıştıklarıdır.

Tarihteki ve günümüzdeki devletlerin özellikleri, faaliyetleri incelendiğinde, bu gerçekler, çok açık olarak görülebilir. Demokratik
olduğunu, kurallara, kanunlara bağlı olduğunu sandığımız devletlerin,
suç dosyalarının ne kadar kabarık, sicillerinin ne kadar kirli
olduğunu görmek zor değildir. Konuya dair sayısız örnek verilebilinir.

Türk devleti henüz kurulmadan, bu topraklarda Osmanlı devleti egemen
bir devlet olarak varlığını sürdürüyorken, Osmanlının ‘derin’ devleti işbaşındaydı. Osmanlı ‘derin’ devleti yıkılışa giden son yıllarında ve
yıkılışını önlemek amacıyla, çok sayıda kanlı operasyon yapmıştır. O dönemin ‘derin’ devletinin eli kanlı, katliamcı örgütü, Teşkilat-ı Mahsusa’ydı. İttihat ve Terakki Fırkası’nın örgütlediği bu ‘derin’ devlet aparatı, bir dizi katliamdan sorumludur. Tarinin en kanlı
soykırımlarından olan , Ermeni soykırımı, bu katiller örgütünün eliyle
gerçekleştirilmiştir.

Mevcut Türk devleti tarihi boyunca bu yöntemi en çok kullanan devletlerin başından gelmektedir

Türk devletinin ilk yıllarını hatırlayalım. Devlet resmi olarak
kurulmamışken, Çerkes Ethem, devletleşme sürecünün olanaklarını elinden tutan Mustafa Kemal ve taraftarlarınca, katil Topal Osman’ın eliyle katledildi. Kazım Karabekir, Mustafa Kemal tarafından benzer bir entrikacı yöntemle etkisizleştirildi. İ. İnönü ile C. Bayar
çatışması, yine benzer yöntemlerle sürdürülmüştür. Bu dönemin arkasından gelen darbeler ve bu darbelerde cuntalar arası çatışmalar, aynı çeteci, entrikacı ve mafyatik süreçler olarak bilinmektedir.

Türk devletinin kanlı-karanlık labirentlerinden yaşanan bu süreçler,
dillere destan Bizans ayak oyunlarına, Romalı egemenlerin iktidar savaşlarına taş çıkartacak cinstendir. Bütün bu süreçlerin ‘derin’ devlet tarafından yapıldığına, asıl devletin bu süreçlerin
yaşanmasından masum olduğuna inanmak için saf olmaktan fazlasına gerek
vardır.

Türk devleti 1950’lı yıllara geldiğinde, NATO’ya bağlanmıştı. Bunun sonucunda devletin, çeteci, karanlık ve derin taraflarının, ‘Kontrgerilla’ adlı örgüt tarafında yerine getirilmeye başlandığı
görülmektedir. Kontgerilla, devletin içinde, resmi- fiili yeri olan
bir kurum olarak faaliyet yürütmüştür. Uzun yıllar halkların mücadelesinin bastırılmasının en etkili aracı olan ‘Kontgerilla’ sayısız katliamın planlayıcısı ve uygulayıcısı olmuştur. 1950 dönemin ve sonrasının bir dizi katliamı, bu katiller çetesinin marifetiyle gerçekleştirilmiştir.Yıllar içinde bu kanlı çete, ‘derin’ diye
adlandırılarak devletin asli yapısı aklanmaya ve yeni karanlık çetelerin oluşturulmasının önünün açılması sağlandı.

Daha sonra Kürt özgürlük mücadelesine karşı JİTEM’inden JÖH ve PÖH
gibi sayısız karanlık çete örgütleri oluşturuldu. Bu çete/örgütlenmelerinin ne kadar kanlı ve vahşi olduklarını, özgürlük için savaşanlara karşı ne kadar katliamcı saldırılar gerçekleştirdiklerini halen yaşayarak görüyoruz. Son yıllarda deşifre edilerek uygulanamaz hale getirilen EMASYA protokolüylede aynı tür katliamcı politikaalrın ürünüydü.

Bütün bu bilgiler, bir gerçeği, çok net bir biçimde ortaya koymaktadır. Liberal gerici anlayışın geliştirdiği, ‘derin devlet’ kavramı devlet gerçeğini ifade etmemekte, tam tersine çarpıtmakta,
sömürücü devletlerin gerçek yüzünün açığa çıkmasını engellemektedir.
Gerçek odur ki sömürücü devletlerin her zaman, her durumda karanlık,
kanlı, halklara karşı suçlu ve gizli birimleri vardır, bu birimlerin,
devletin diğer birimlerine hesap vermiyor olmaları, devletlerin bir
kısmının temiz olduğunu göstermez. Genel olarak devletlerin ve özelde
Türk devletinin her dönem karanlık, kirli ve kanlı işlerini yapan bir
aparata ihtiyacı vardır ve her dönem böyle bir aparatı olmuştur.

Türk devletinin her dönem ve her koşulda ‘derin’ bir suç örgütü olmuştur. Devlete bağlı olarak çalışan bu karanlık suçlu örgütün adı, bazen hiç konmamış, bir zaman Kontgerilla olmuş, gün olmuş Jitem
olarak ifade edilmiştir. Ancak değişmeyen gerçek, türk devletiinn bu
türden kaarnlık suç örgütleriyle varlığını koruyabildiğidir. Son
dönemde SADAT adıyla ifade edilen katiller örgütü de böyle bir örgüttür.

Bu nedenle ‘derin devlet’ diyerek devletin bir bölümünü aklamaya
çalışmak, toplumun devlete bağımlılığını meşrulaştırmak, korkunç tehlikeli ve zararlıdır. Devletleri bu tarzdan ‘derin’ ve derin olmayan şeklinde tasnif ederek ‘derin’ devlete karşı derin olmayanını meşru göstermek, bütün suçları, ‘derin devletin’ üstüne yıkarak, yeni ‘derin devlet’lerin kendilerini örgütlemelerine, gizlenmelerine imkan ve fırsat vermek doğru değildir.

Bugünlerde kamuoyuna yansıyan haberlere bakıldığından, devlet, yeni bir karanlık örgütlenmeye gitmektedir. GAMER adlı bu örgütlenmeyle, bütün süreçler merkezileştirilerek yetkilerin de tek elde toplanması sağlanmak istenmektedir. Örgütlendirilmek istenen GAMER’e biçilen rol ve görev, tüm baskı araç, yöntem ve mekanizmalarını süreklileştirmek
ve halkların hak alma mücadelelerini daha hızlı, daha etkili ve daha
kanlı bastırmaktır. Böylece, OHAL’ın uygulandığı koşulları da fırsata
çeviren Erdoğan, OHAL pratiğini kalıcı kılmaya, devleti, kendi politik
proğramına ve ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırmaya çalışmaktadır.

Erdoğan’a kim bu akılları veriyorsa, anlaşılan iki noktadaçuvallamaktadır. Birincisi Erdoğan, bu düzenlemelere ihtiyacı olmadan da istediği her şeyi yapabilmektedir. İkincisi, buna rağmen toplumu susturamamakta, istediği düzeni kuramamaktadır. Çünkü Erdoğan’ın
ihtiyacı olan yetkilerinin azlığı veya derin devletin yetersizlikleri
değildir. Asıl sorun, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesinin geldiği düzeyin hiç bir yetkiyle, hiç bir yeni düzenlemeyle veya kurumsal yapılanmayla bastırılamayacak kadar
güçlenmiş olmasıdır.

O nedenle Erdoğan’ı da Türk devletini de hiç bir ‘derin’, karanlık, gizli, kanlı ve kirli aparat, örgüt, çete kurtaramaz. Artık, Anadolu ve Kürdistan’da işi çıkmaza giren Türk devletinin ve Erdoğan’ın gidebileceği bir ‘Bor’ da olmayacaktır.

EN SON EKLENENLER