Kemalbay’dan CHP’ye: Aynı dayanışmayı bekliyoruz

 HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, Adalet Yürüyüşü’ne kitlesel ve kurumsal verdikleri desteğin aynısını Vicdan ve Adalet Nöbeti için CHP’den beklediklerini söyledi. Kemalbay, “Türkiye uçurumun eşiğinde. Faşizme karşı birlikte mücadele edelim. Sokak faşizme karşı direniyor, güçlendirelim” dedi.

Baskı, operasyon, gözaltı, tutuklama ve vekilliklerin düşürülmesiyle siyaset alanı daraltılmak istenen Halkların Demokratik Partisi (HDP), tüm bunlara rağmen Diyarbakır’da başlayan ve bugün İstanbul ile devam edecek olan “Adalet ve Vicdan Nöbeti” ile Türkiye’ye çıkış ve çözüm yolu olmak için zorluyor. Partinin Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay ile başlattıkları nöbet eylemi, CHP’nin bu konudaki tavrı ve vekilliklerin düşürülmesi başta olmak üzere gündemdeki konuları konuştuk.

* Adalet ve Vicdan Nöbetiniz bir haftayı geride bıraktı. Böyle bir eylemin ihtiyacı nereden doğdu?

“Durmayalım, Dur Diyelim, Faşizmi Durduralım” sloganıyla yola çıktık. Amed’teki nöbet, Türkiye’nin demokrasi tarihinde önemli bir adım. Türkiye’de demokratik siyaset, rehin ve ablukaya alınmış durumda. Halkın üzerinde de sistematik bir baskı ve şiddet politikası sürüyor. Bu bir bütün olarak Türkiye’ye yayılmış bir durum olmakla birlikte Kürt coğrafyasında bir sıkıyönetim havası var. Anlık bir şiddet politikası halk üzerinde sürüyor. Nöbetimiz bu uygulamaların görünürlüğüne de hizmet eden ama Türkiye’de bir demokratik sistem olmadığını, halkların iradesinin tamamen ortadan kaldırıldığını, halkların Türkiye’nin geleceği ve kaderi için yaptıkları tercihlerin şiddet yoluyla bertaraf edilmek istendiğini teşhir ediyoruz.

* Türkiye’nin ana muhalefet partilerinden biri “adalet” için Ankara’dan İstanbul’a yürüyüş gerçekleştirdi. Siz de “Adalet Nöbeti”ne başladınız. Muhalefet açısında bu fotoğraf ne anlama geliyor?

Parlamentonun üçüncü partisi ve Türkiye’de gerçek anlamda ana muhalefet rolünü üstlenen parti HDP’dir. Susturulmak, tasfiye edilmek istenen aslında bizim barış ve demokrasi yol haritamızdır. Bu 7 Haziran’da Türkiye halklarının tamamı tarafından ilgiyle karşılandı ve destek verildi. Zaten yaşadığımız bu darbe planının temelinde Türkiye’nin siyaset tarihinde artık eskisi gibi gidilemeyeceğinin anlaşılması ve yeni bir tarihin halklar tarafından yazıldığına işaret ediyor. Bu açıdan radikal demokrasi taleplerinin yükseltilmesinden kaynaklı HDP’ye yönelik baskılar sürüyor.

CHP ise mevcut olan sistemle uyum sağladığı ölçüde, onunla birlikte yürüyebildiği müddetçe kapsanabilecek bir parti olarak görülüyor. Onun dışına çıktığında o da cezalandırılmaya ve tecrit edilmeye doğru götürülmeye çalışılıyor. Adalet Yürüyüşü’nde de iktidar ikilemde kaldı. ‘Müdahale mi edeyim, yoksa bu yürüyüş böyle devam etsin mi?’ Yürüyüş boyunca bu tür tartışmalar da yapılmıştı. Fakat müdahale etmemeyi kendi hedefleri açısında uygun gördüler. Eğer CHP daha ileri bir adım atmazsa o zaman bu şekliyle hem de ‘Türkiye’nin demokratik görünmesi için bir vitrin olma rolü de üstlenebilir’ diye düşünüyorlar. Fakat gerçek bir demokrasi mücadelesine doğru evrilirse bu yürüyüş o da benzer bir tabloyla karşılaşacaktır.

* CHP’nin bu yürüyüşü bahsettiğiniz bir hatta doğru evrilir mi?

Halkların talebi demokrasi mücadelesinin büyümesinden yana. Bu 16 Nisan meşru olmayan referandumda da kendini gösterdi. Oylar çalındığında muhalefetin tavır almasını halklar talep etti. Bu baskılar CHP’yi de bu tip adımlar atmaya zorladı. Aşağıdan gelen böyle bir mücadele çağrısı var. CHP’nin kurumsal yapısının bu çağrıya nasıl cevap vereceği biz önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bir adım attı ve bu adım demokrasi güçleri tarafından da desteklendi. Bu bir başlangıçtı bunu devam ettirmediği müddetçe gerçekten de bir iktidar için kozmetik rol üstlenen bir durum ortaya çıkabilir.

* CHP’nin yürüyüşünde güvenlik güçlerinin korumasına tanıklık ettik. Sizin başlattığınız nöbet eylemi ise bariyerlerle çevrilmiş ve halkla bağ kurmanıza izin verilmiyor…

Başladığı andan itibaren ciddi bir ablukayla karşılaştık. İlk andan itibaren bariyerlerle ablukaya alındık ve milletvekillerimizin seçmenleriyle, halkla buluşması da bu bariyerlerle engellendi. Bize ve CHP’ye karşı uygulanan bu çiftte standart kabul edilebilir değil. Bu fotoğraf aslında büyük bir korkunun da ifadesidir. Erdoğan rejimi adım adım kendi tek adam sistemini kurmaya doğru evrilirken halkların nefesini kesmek istiyor. Şu anda en politik taban HDP’de bulunuyor. Bu demokrasi gücünün önemli öznesini sindirmek için her yol deneniyor. Bütün bunlara rağmen büyük bir destek ve dayanışma var. Bu koşullara rağmen insanlar nöbet alanına ulaşmak istiyor. Direniş sürdükçe de mücadele daha da büyüyecektir. Bizim bu korkuyu yıkmamız lazım. İktidarın yaratmak istediği korkuyu ancak cesaretle ortadan kaldırırız. Bu faşizmi de ancak böyle yenebiliriz.

* CHP’nin yürüyüşüne sizin de yer aldığınız bir heyet olarak destek verdiniz, CHP’den ise yerel inisiyatifle bir destek geldi. Önümüzdeki süreçte merkezi bir destek bekliyor musunuz?

Öyle bir kritik dönemdeyiz ki demokrasi ve barıştan yana bütün güçlerin el ele vermesi, omuz omuza mücadele yürütmesi gerekiyor. Bu açıdan adım atmayan, tereddüt eden kim varsa aslında Türkiye halklarının geleceğine yürümesinde rol almayacak olanlardır. Bu rolü üstlenmeyenler bu tarihsel dönemeçte arkada kalacaklar. Türkiye halklarını geleceğe taşıyacak olanlar bu demokrasi ve barış mücadelesini kazananlar, bunun için mücadele edenler ve bu mücadeleyi ileriye taşıyanlar olacaktır.

CHP’nin böyle bir rol üstlenip üstlenmeyeceği kendi tarihini nasıl yazmak istediğiyle ilgili bir durumdur. Biliyoruz ki CHP’ye oy verenler, milyonlar bu buluşmayı istiyorlar. Bu yan yana gelişi, mücadeleyi birlikte güçlendirmeyi ve AKP iktidarını birlikte mücadele ederek ortadan kaldırmamızı istiyorlar. Yerel düzeyde bir ziyaret oldu. Dileriz ki bu dayanışma daha güçlü bir şekilde olur. Biz nasıl güçlü bir dayanışmayı hem kitlesel hem kurumsal olarak gösterdiysek elbette ki demokrasi mücadelesi yürüten bütün öznelerin de aynı şekilde bu dayanışmayı göstermesi gerekiyor.

* Bu yönlü bir temasınız, görüşmeniz oldu mu?

Bu konu da herhangi bir görüşme ya da bizimle gerçekleşen bir temas yok.

* Diğer yandan milletvekillerinizin vekillikleri düşürülüyor. Bir yandan tutuklamalar, diğer taraftan Meclis’ten doğru da işleyen böylesi bir süreç var. Bunlar ne anlama geliyor?

Kürt siyaseti hareketinin özgürlük mücadelesini tasfiye etmek amaçlanıyor ve demokratik birlikte ortak bir yaşamın örülme aşamasına gelen bilinçlenmeyi ters yüz etmek istiyor. Bunu yaparken de hukuku da bir silah olarak kullanıyor. Parti kapatırlarsa bunun geçmişten deneyimledikleri gibi siyasi bedelini ödeyeceklerini düşünüyorlar, bu yüzden de kapatma yerine fiili olarak çalışamaz hale getirilmek isteniyor. Felç ederek çalışamaz duruma getirmek istiyorlar. Başından beri dokunulmazlıkların kaldırılmasına karar verilmesinden bu yana böyle bir programın peşindeler.

* Faysal Sarıyıldız ve Tuğba Hezer Öztürk’ün milletvekilliklerinin düşürülmesi…

Bu uygulama fiilen vekilliklere el konulmasıdır. Bugüne kadar Meclis’te böyle bir uygulama yapılmamış. ‘Devamsızlık’ gerekçesiyle vekillik düşürülmüş değil. Eğer öyle olsaydı Ahmet Davutoğlu’nun vekilliği bugüne kadar on kere düşürülmüştü. Bunun gibi birçok örnek var. Fakat görüyoruz ki burada yine hukukun bir sopa olarak kullanıldığı bir durum var. Faysal Sarıyıldız’ın milletvekilliğinin düşürülmesi aynı zamanda bir intikam duygusunun da ifadesidir. Sarıyıldız, Cizre’de devlet katliamlarını teşhir eden bir milletvekilidir. Orada yaşanılanların bizzat tanığı olmuştur. Bu yaşanılanları uluslararası kurumlara anlattıkları için intikam alınıyor. Bu suçları işleyenleri teşhir ettiği, savaş suçlusu olduklarını birçok kez ifade ettiği için öncelikle ona yönelik böyle bir linç hareketinin sonucudur. Tuğba Hezer Öztürk ise Meclis’in en genç kadın üyesi aynı zamanda. Tuğba Hezer’in vekilliğinin düşürülmesi kadınların siyasete eşit katılımın ve siyasetteki temsilinin hazmedilemediğinin göstergedir. Kadınlar toplumun her yerinde oldukları gibi parlamentoda da güçlü bir şekilde ve özgün kadın talepleriyle birlikte var olmalıdırlar. Vekilliğin düşürülmesi işte kadın cinayetlerinde yaşamını yitiren kadınların sesinin kesilmesi, kadın emeğinin sömürüsünün dillendirilmesinin önüne geçilmesi ve kadın iradesinin ortadan kaldırılması olarak değerlendiriyoruz. Bu halkın vekilleri olmaya devam edeceklerdir. Onları halklarımız seçti ancak halkımız onların vekilliklerini düşürebilir.

* Bu yönteme yani vekilliklerin düşürülmesine devam ederler mi?

Bu tamamen bizim nasıl bir mücadele yürüteceğimize bağlı. Mücadeleyi yükselttiğimiz oranda AKP iktidarı da geri adım atmak durumunda kalacaktır. Bugün kurdukları istibdat rejimi ile bunu sürdürmeyi düşünüyorlar fakat halkımız öfke biriktiriyor.

* Meclis’ten konu açılmışken iç tüzük değişikliği de kabul edildi. HDP’li milletvekilleri “Muhalefetin sesini kısmaktır” eleştirisini getirdi? Siz bu değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

İç tüzük değişikliği şimdiye kadar AKP iktidarının zaten noteri gibi davranan parlamentoyu çoğunluk oylarına bağlı olarak değerlendirilen parlamentoyu tamamen muhalefetin konuşma hakkını, düşünce ve ifade özgürlüğünü elinden alan hele hele ‘Kürdistan’, ‘katliam’ gibi ifadelerin kullanılmasını yasaklayan bir hal alması artık trajik komik bir durumdur. Çünkü düşünce ve ifade özgürlüğü olmadığı sürece parlamentonun da bir anlamı yoktur.

* Başlattığınız adalet nöbeti ve öncesinde açıkladığınız deklerasyonda “ortak mücadele” çağrısı yaptınız. Bu zemin neden gerekli?

Niçin gerekli; şu anda bir sivil darbe süreciyle karşı karşıya olduğumuz bütün toplumsal muhalefet güçleri kabul ediyor. Ortak payda darbeye, faşizme karşı birlikte mücadele etmektir. Faşizmi birlikte yenmek ortak paydamız olmalıdır.

Parlamentonun tamamen işlevsizleştirildiğini iç tüzük tartışmalarından görüyoruz. Artık iyicene iktidar partisinin bir noteri haline dönüştürülmüş durumda. Parlamentodaki milletvekillerinin yapacağı muhalefetin bile sınırlandırıldığı, kelimelerine kadar sınırlandırıldığı bir dönemde, sokaktaki mücadelenin çok büyük önemi vardır. Sokak faşizme karşı direniyor. Bunu güçlendirmek gerekiyor.

Devletin bütün kurumları bir yerden yönetiliyor. O adres AKP rejiminin hayat bulduğu Saray’dır. Buradan bir Saray hukuku ile insanlar rehin alınarak, muhalefet ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bu korkudan kaynaklanan, karşısındaki düşünceyi siyaseten hesaplaşamamaktan kaynaklanan bir durumdur. Siyaseten hesaplaşamazsanız onu zorla, güçle ezmeye çalışırsınız. İşte bu ezme çabasına karşı büyük bir direnişi göstermek gerekiyor.

İnsanlar biat etmeyeceklerini söylüyor. Sadece HDP’liler değil toplumun bütün kesimleri bu faşist düzene boyun eğmeyeceklerini bir şekilde ifade ediyor. Gazetecilerden akademisyenlere, kamu emekçilerinden siyasetçilere, bu direnişin sahiplenilmesi ve daha da büyütülerek, güçlendirilerek iktidara karşı yönlendirilmesi gerekiyor. Burada birleşik mücadele kaçınılmaz olandır. Biz bu kaçınılmaz olanı gerçekleştirmek zorundayız.

* Bu konuda somutlaşan bir çalışma var mı?

Her şeyin birbirine bağlı olduğu gibi bu mücadeleler de birbirine bağlı olarak gelişiyorlar. Ahmet Şık’ın duruşmadaki ifadeleri, ‘boyun eğmeyeceğini’ söylemesi büyük bir cesaret örneğidir. Devletin suç işlediğini, katliam yaptığını söylemesi bizim başından beri söylediğimiz şeylerdir. Bu cesaretin bulaşıcı olduğunun da bir kanıtıdır. Herkes birbirinden etkilenerek bu mücadeleyi yükseltiyor. Aşağıdan doğru bir dayanışma ve beslenme var, ilham alma var.

Bizim duruşmalarımızda da bunu gördük ki yine bir yargılanma değil de yargılama ile karşılaşırsınız. Dolayısıyla bu mücadeleler ortak bir haykırıştır. Tabi ki kurumsal yapılar, partiler, sendikalar kurumsal olarak da bu yan yana gelişi daha belirgin hale getirmek durumundadırlar. Bu karşılıklı olarak gerçekleşebilecek bir politikadır. Biz bu konuda her zaman açık olduğumuzu belirtiyoruz. Bir kere daha çağrı yapmak gerekirse; faşizme karşı birlikte mücadele edelim. Bunun için HDP ortak ilkeler etrafında birlikte mücadeleye herkesle birlikte yürütmeye hazırdır. Farklı olabiliriz ama bugün Türkiye büyük bir kırılma noktasında, uçurumun eşiğine gelmiş durumdadır. Ortak değerler etrafında birlikte mücadele kaçınılmazdır. Bunun için herkes üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmek zorundadır.

* Bitirmeden, adalet nöbetindeki sloganlarınızdan birisi de “Tecride hayır.” Tecrit vurgusunu sürekli öne çıkarıyorsunuz. Bugün yaşadıklarımızla “tecrit” arasındaki bağ niçin önemli?

Bugün yaşadığımız darbe koşullarının nasıl meydana geldiğine baktığımızda Sayın Öcalan’ın çözüm süreci henüz bitmemişken ifade ettiği ‘Darbe mekaniği devreye girer’ uyarılarıyla birebir örtüşüyor. Türkiye’nin çözülmesi gereken bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu çözülmedikçe Türkiye’deki diğer sorunlar da çözülemiyor. Dolayısıyla yaşadığımız şey; bir halkın esir alınmasının faturasının faşizm olarak bütün Türkiye halklarının yaşamasından başka bir şey değildir. Sayın Öcalan’a dönük tecrit de bu kapsamda hayata geçirilen bir politikadır. Bu sürecin ortadan kaldırılması, içinde bulunduğumuz savaşın ve çatışma konseptinin hayata geçirilmesiyle gerçekleşti. Burada Sayın Öcalan’a dönük tutum aslında savaş tercihinin ifadesidir. Tecrit politikası ‘Ben savaşa, çözümsüzlüğe devam edeceğim’in başka bir ifadesidir.

Tecridin kaldırılması aynı zamanda Türkiye’nin kendi sorunlarının çözümü konusunda da bir tutum aldığının ifadesi olacaktır. Bu yüzden tecride karşı da mücadele etmenin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olmalıdır.

Hayri Demir – dihaber

EN SON EKLENENLER