Derlemeci Akyol: Kürt eserlerinin çalınması Osmanlı’ya dayanıyor

 Kürt hikayelerini ve klamlarını 40 yıldır derleyen Hilmi Akyol, Kürt eserlerinin Türkçeleştirilmesinin Osmanlı dönemine dayandığını söyledi. Akyol, Türklerin kahramanlık hikayesi olarak anlattığı Battal Gazi’nin de bir Kürt olduğunu kaydetti.

Kürt müziğinin “çalınarak” Türkçeleştirilmesine ilişkin Serhad Eyalet Lordu’nun yaptığı paylaşımlar üzerinden çıkan tartışmaları, derlemeci Hilmi Akyol ile konuştuk. Yaklaşık 40 yıl önce anne ve dayısının söylediği klamlar ve anlattıkları hikayeleri derlemekle işe başlayan ve derlediklerini 40’ı aşkın kitaba dönüştüren Akyol, bu topraklarda yaşayan halkların yok sayıldığını ve bunun ilk adımı olarak da kültürlerinin içinin boşaltıldığını söyledi. Bu sürecin Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim dönemine dayandığını dile getiren Akyol, Türkler tarafından büyük bir kahraman olarak tanıtılan Battal Gazi’nin de Türkler Anadolu’ya gelmeden yaklaşık 300 yıl önce Bizanslara karşı mücadele eden bir Kürt olduğunu belirtti ve bu devşirme kültürünün nerelere dayandığını anlattı.

* Sosyal medya üzerinden Kürt müziğinin Türkçeleştirilmesi yeniden tartışmaya açıldı. Yok sayılan bir halkın kültürüne dair eserlerinin bu şekilde değiştirilerek, farklı bir halka mal edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Bir halkı ayakta tutan şey onun kültürüdür. Silahlı savaşlar, direnişler bitebilir ama bir halkı ayakta tutan şey kültürüdür. Topraklarımızı egemenliği altına alan güçler, burada var olan kültürü yok saydılar ve onu yok etmek için de değerlerini peyderpey çalarak içlerini boşalttılar.

Türkiye kurulurken bu topraklardaki halkları yok saymak için 3 şey yapıldı. İlkin sözlü halk edebiyatı, türkü ve hikayelere ilişkin ekipler kuruldu, bölgelere gönderildi ve toplanan eserler değiştirildi. İkincisi kıyafet devrimi adı altında bu topraklarda yaşayan halkların geleneksel kıyafetleri yok edildi. Üçüncüsü ise alfabe değişimiyle halkların geçmişlerine dair eserlerinden kopmasını sağladılar.
Cumhuriyetin kuruluşunda Türk ulusu oluşturulurken, yeni bir kültür ve müzik inşa etmeye çalıştılar. Ellerinde hazır bir temel vardı ve bunun üzerinden kendilerini var etmeye çalıştılar. Onların da bunu alıp dönüştürmek dışında bir çareleri yoktu.

Özellikle 1935-36’dan sonra gruplar oluşturarak doğuya göndermişler. Urfa, Antep, Diyarbakır gibi birçok kentte bunlar çalışmalar yürütmüş. Sadece Kürtlere dair eserler değil, Ermeni, Süryani, Keldanilere dair eserleri de toplamışlar. Trabzon’a kadar gidip Rumlara dair eserleri derlemişler. Halk arasında söylenen stran ve türküleri toplamışlar. Bu bir politikadır. Bir iddiaya göre TRT arşivinde Rum, Süryani, Kürt, Ermeni, Arap ve Keldanilerden alıp götürdükleri 50 bin türkü ve eser hala daha incelenmedi.

* Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile birlikte çalıştığınız dönemde resmi olarak TRT ile devlet arşivlerine ulaşma şansınız ya da talebiniz oldu mu?

Belediye döneminde bir temasımız olmadı. Dicle Fırat Kültür Merkezi ilk açıldığı dönemde TRT’de çalışan birkaç kişi bizimle temasa geçti. Biz onlara bu talebimizi ilettik ama net bir yanıt alamadık, sürekli olarak sürüncemede bıraktılar. TRT’den çıkan kitaplar üzerinden eserlere ulaşmamızı istediler ancak arşivi bize açamayacaklarını söylediler. Kişilerin gidip bu arşivlere ulaşma şansı yok.

* Kürt eserlerinin alınarak dönüştürülmesi çok eskilere dayanıyor. Bu “çalınma” ve “değiştirme” süreci nasıl başlıyor?

Yavuz Sultan Selim 1515’li yıllarda doğuya geliyor ve Diyarbakır, Bitlis gibi Kürt kentlerini alıyor, buradaki kültürü görüyor. Ardından saraydan buraya gelen ekipler, Rum, Kürt, Ermeni, Süryani ve Araplara dair yaklaşık 3 bin eseri alıp İstanbul’a götürüyor. Alınıp derlenen eserler ‘Saray Müziği’ altında sunuluyor. Bu, çok uzun yıllardır bu isimle anılıyor. Bu eserler arasında çok fazla Kürt makamı bulunuyor. Muhayyer Kürdi, Kürdili Hicazkar, Acem Kürdi, Nihâvend makamları gibi…

Cumhuriyet’ten sonra da bu eserler bir kez daha düzenlendi. Artık bir saray olmadığı için ona bir isim bulmaları gerekiyordu ve ‘Türk Sanat Müziği’ ismini verdiler. Ama dinlediğinizde Türklerle çok alakasının olmadığını görüyorsunuz. ‘Anadolu Sanat Müziği’ denilseydi olabilirdi ama başına Türk sözcüğünü montaj ederek, kendilerine mal etmeye çalıştılar. Makam, ezgi ve melodilerine baktığımızda Türklere ait olmadığını görüyoruz. Türklerin geldiği Orta Asya’da benzer kökleri taşıyan ve hala o topraklarda yaşayan Kırgız, Özbek, Taciklere ait eserlere baktığımızda benzer izleri göremiyoruz. Kullandıkları müzik aletleri bile çok farklı.

* Uzun yıllardır Kürt hikayelerini ve klamlarını derliyorsunuz. Bir eserin Kürtlere mi Türklere mi ait olduğunu nasıl ayırt ediyorsunuz? Kürt eseri derken neyi esas alıyorsunuz?

Ben müzik hocası değilim; müzik makamlarının aralarındaki ayrıma hakim değilim. Ancak derlemenin bölümlerinden biri de geleneksel müziktir. Biz uzun yıllar köylere giderek yaşlı kadın ve erkeklerden hikaye ve klamları dinleyerek kaydettik. Bu öyküleri 50-60 yaş üzeri insanlardan topluyoruz. Bu insanlar da çocuk yaşlarından itibaren anneleri, babaları ve büyükleri tarafından duydukları öykü ve klamları söylüyor. Eğlence ve düğünlerde duydukları parçaları ezberliyor ve bize aktarıyorlar. Örnek verecek olursak; annem bana dengbej divanında türkü söyledi. 1931’de dünyaya gelen annem bu parçayı 13 yaşında iken Serhat’ta bir düğünde öğrenmiş. 30 yıl sonra da bu parça ‘Değirmen üstü çiçek’ ismiyle Türkçeleştirilerek söylenmiş. Tahsin Taha’nın İbrahim Tatlıses’ten en az 20 yıl önce söylediği eseri, Tatlıses “Beyaz Gül Kırmızı Gül” ismiyle kendine mal etti. Ben yıllarına ve tarihine bakarak ancak bir eserin aslının Kürtçe mi Türkçe mi olduğunu anlıyorum. Müzik hocaları da bunu makam olarak ayırt ediyor. Bir örnek daha; Ankara’nın “Misket Havası” diyorlar, ancak Orta Asya’da buna benzer bir tarza rastlamıyoruz.

* Karşılaştığınız ilginç dönüştürme diğer bir adıyla “çalma” hikâyelerinden birkaçını paylaşabilir misiniz?

Ben hikâye de derlediğim için hikâyelerden örnek vereceğim. Battal Gazi, uzun yıllardır Türkler tarafından anlatılan kahramanlık hikâyelerinden biridir. Ancak Battal Gazi, Malatya’nın Kürtlerindendir. Araplar bu topraklara İslamiyet’i getirdiklerinde Malatya da Müslümanlaşıyor. Bu tarihten yaklaşık 100 yıl sonra Battal Gazi isimli genç, Müslüman orduları içerisinde yer alıyor. O dönemde Kayseri’de bulunan Bizans ile Müslümanlar arasında bir savaş yaşanıyor. Kayser Araplar tarafından Bizans-Roma imparatorlarına verilen isimdir ve kent adını da buradan alıyor. Battal Gazi, 740 yılında onlara karşı savaşıyor. Türkler ise, bu topraklara 1071 yılında geliyor. Nasıl oluyor da yaklaşık 300 yıl sonra Battal Gazi toprak altından çıkartılıyor ve Türk oluyor?

Kürt hikâyelerinde çokça geçen kel hikâyeleri de “Kel Oğlan” adıyla sunuluyor. “Dede Korkut” isimli bir kişinin derlemeleri olduğu söylendi ancak baktığımızda 100 yıl önce böyle birinin yaşadığına dair tek bir ibare yok.

* Kürtler kendi eserlerini kayıt altına almak ya da tescillemek için ne yapmalı?

1999 yılından bu yana belediyeler Kürt siyasi geleneğinden gelen partiler tarafından yönetildi. Kültürel anlamda Diyarbakır’a bağlı birkaç belediye ve Van’da çalışmalar yürütüldü. Bunun dışında Kürt kültürü ve müziğini derlemek adına çok fazla şey yapılmadı. Çok fazla siyaset içine gömüldü yerel yönetimler. Belediyelerin kültür kurumları da daha çok var olan eserler üzerinde durdu, derleme anlamında pek bir adım atılmadı. Bu işi yapan insanlar da bir kurumsallaşma olmadığı ve destek bulamadıkları için zamanla kopup gittiler. Aslında 27 yıl önce Mezopotamya Kültür Merkezi ilk açıldığı zaman derleme çalışmaları başlasaydı çok daha fazla eser kayıt altına alınmış olurdu. Kimi sanatçılarımız gidip kendi yerellerinden eserler topladılar ama bunlar da çok azına tekabül ediyor. Bunu yapmak için kültür kurumlarımızın gruplar oluşturarak, yerellere çalışmaya göndermesi gerekiyor.

Dicle Müftüoğlu – dihaber

EN SON EKLENENLER