Kemalbay: En temel görev faşizmi durdurmak

Türkiye’nin siyasal atmosferini “faşizm” olarak tanımlayan HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kamalbay, ortak mücadele için siyasi kimliklerin bir kenara bırakılması gerektiğini belirterek, “Herkesin en temel görevi faşizmi durdurmak olmalı” dedi.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Van’dan İzmir’e devrettiği Vicdan ve Adalet Nöbeti’ni ziyaret eden Eş Genel Başkan Serpil Kamalbay, dihaber’e nöbet eylemlerini değerlendirdi. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal atmosferi “faşizm” olarak tanımlayan Kemalbay, “Arkada bırakmamız gereken şeyler var. Siyasi kimliklerimiz de bir kenarda dursun, demokratik ilkeler etrafında duralım. Faşizmi yaşıyoruz ve bu koyulaşıyor. Herkesin en temel demokratik görevi faşizmi durdurmak olmalı” çağrısında bulundu.

* Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin Diyarbakır, İstanbul ve Van ayağı tamamlandı, nöbeti İzmir devraldı. Üç ilde yaşadığınız engelleme, baskı ve eylemin gidişatına ilişkin bir değerlendirme yapar mısınız?

Üç ilde de büyük bir kuşatılmışlık, bu kuşatılmışlığı aşmak için demokratik bir çalışma, olanakları zorladık. 7 Haziran’dan (2015 Genel Seçimleri) bu yana sistematik olarak demokratik siyasetin olanakları kısıtlanıyor, hatta tamamen ortadan kaldırıldı. Tayyip Erdoğan Adalet Yürüyüşü için, ‘Ben izin verdim de yaptın’ demişti. İcazet verirse, izin verirse, onun kontrolü, onun kararı olursa demokratik bir eylem gerçekleşebilir. Böyle ucube bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu tabloyu zorlayan ve halkımızla buluşmak için ‘Durmayalım, faşizmi durduralım’ şiarıyla nöbetleri başlattık. Yeni bir eylem. Çok geniş kesimlere ulaştı. Hemen hemen bütün demokrasi güçleri destek sundu. Aydınlar, sanatçılar, sendikalar ve dayanışma için saatlerce kuyrukta sıra bekleyenler oldu. Bariyerler, koridorlar, GBT kontrolleri, geri göndermeler, engellemeler bu bağın kurulmasını önleyemedi. İstanbul’da binlerce insan ziyaret etti. En zor ve izole edilen Amed olmuştu. Van çok iyi gitti. Baskılara rağmen binlerce ziyaretçimiz oldu. Bu mücadeleyi, mitingler ve diğer sokak eylemleriyle devam edecek.

* İktidar cephesinde sürekli “Halktan destek yok” gibi açıklamalar yapılıyor. Siz bu üç ilde amacınıza ulaştınız mı, planlamanız neydi, ne oldu, halkın tepkisi nasıldı?

Ne yaparlarsa yapsınlar biz bu eylemi, nöbeti hayata geçirme kararı almıştık. Düşündüğümüzü çok aştı. Hatırlarsanız ilk günlerde battaniye dahi verilmedi. Çaydanlığın içeriye girmesine izin verilmedi. İstanbul’da balonlar alındı, avukatların cübbelerine el konuldu. Böyle inanılmaz garip “önlemler” gerçekleşti. Direnen hak ve demokrasi güçleri, sokakta, alanda, sahada olmamızı güçlendirecek bir dayanışma gösterdi. Bu büyük bir dayanışmadır. Parkları özgürleştirdik. Bütün adaletsizlikler bu parklarda konuşulur, tartışılır oldu. Toplumun en geniş kesimlerinden gelip kürsü kullanımı oldu. Aynı zamanda yurtdışında da birkaç noktada nöbetler oldu. Çarpan etkisi oldu. Çok pozitif, mücadeleci bir tarzla gelişti. Aynı zamanda alternatif, özgür medya aracılığıyla bu mecralarda herkes sesini duyurdu.

* Siz bugün parkta adalet nöbetindesiniz ancak Van’ın ilçelerinde üye ve yöneticileriniz gözaltına alınıyor. Yine milletvekillerinizden biri alınıyor, biri bırakılıyor. Biraz bu durumu değerlendirir misiniz?

Hayatımızın olağan bir parçası haline geldi. Her gün gözümüzü bir operasyonla açıyoruz. Nöbet yaptığımız yerlerde biz gitmeden oradaki en dinamik arkadaşlarımız, yöneticilerimiz gözaltına alınıyor. Gençler gözaltına alınıyor ve uzun gözaltı süreci, tutuklanma başlıyor. Son bir haftada yine çok yaygın bir operasyon var. Partimizde en çok çalışan hukuk komisyonumuz. En çok zorlanan komisyon haline geldi. Çünkü her yerde bir hukuk katliamı gerçekleşiyor.

* Hükümet bunu sonuç alıcı olarak mı görüyor, amaç ne?

Amaç kapıya kilit vurmadan kapatmak. ‘Ben HDP’yi kapattım’ diye tarihe bir not düşmek istemiyor. Onun yerine içini boşaltmayı hedefliyor. Fakat 6 milyon oy almış, bunu da aşan bir sempatisi olan bir partiden bahsediyoruz. Türkiye halklarına umut olmuş bir partiden bahsediyoruz. Etrafınıza bakın, bu topluma umut veren bir tane şey var; o da partimiz ve onun programı, ilkeleri. Bu siyasete büyük bir güven var, büyük bir değer veriliyor. O yüzden üstüne titrenen, kollanan, kollayan bir parti haline gelindi. Neresi boşalırsa oraya yeni bir arkadaşımız geliyor. Tecrübesiz olabilir, ev kadını olabilir, o güne kadar aktif politikayla ilgilenmemiş olabilir ama böyle insanlar partide görev alıyor. Karşı tarafta da her gün sayısını artırdığı polis, asker, özel harekat, SADAT, sokak milisleri ve paramiliter güçleri var. Buna rağmen halkı bitirmek mümkün değil. Çünkü HDP bir halk hareketi. HDP’ye ya da onun bileşenleri partilere belli önyargılar besleyen kesimlerde de bir yaklaşma var. Ortak bir bakış giderek daha olgunlaşıyor, daha mümkün, olası hale geliyor. 16 Nisan bunun göstergesi oldu.

* Tabii buna karşı iktidar da yeni bir rejimden bahsediyor…

16 yıl içerisinde büyük bir teşhir olma durumu var. AKP iktidarının neyin iktidarı olduğu oldukça su yüzüne çıkmış durumda. Fakat son dönemlerde ortaya attıkları bir argüman var. ‘Yeni devlet’ten bahsediyorlar. Yeni devlet diye bahsettikleri şey Türkiye’nin beka sorunu olduğu iddiasıyla birleştirdikleri nokta. Bu iddia etrafında belli bir kesimi kutuplaştırarak tutmaya çalışıyorlar. Yönetememe hali var. Bu yönetememe halini, yeni bir modelle, yeni bir kılıfla, yeni bir devlet adı altında aşmaya çalışıyorlar. Bu yeni sistem içerisinde daha çok tekçilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik devam edecek. Rantçı, neoliberal yapı aynı şekilde devam edecek. Bunu siyasal İslam sosuyla karıştırıyorlar. Geçmişte Kemalist bir statükoyla Kürt inkarı vardı, şimdi siyasal İslam soslu neoliberal tekçi sistemle inkar edilecek. Bunu emekçiler ve kadınlar için de aynen söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu yeni sistemle kastedilen şey artık yürüyemez, sürdürülemez hale gelen iktidarın kendini yeniden tahkim edebime formülüdür. Sadece Kürtler değil, Alevileri, demokrasiden yana siyasal görüşleri, toplumun tüm kesimleri için gelecek ufkunu ortadan kaldırıyor. Artık iki adım ötesi görülemiyor. Nasıl bir Türkiye, nereye doğru gittiği belli değil. İşte buna karşı ortak bir bakış geliştirilmeye çalışıyoruz.

* Yönetememe halinden bahsettiniz. Bir yandan da iktidarın kendi içinde fokurdayan sesler, çelişkiler, çatışmaları var. Bu haliyle bahsettiğiniz yeni rejimi hayata geçirebilirler mi?

Aslında tek adam rejiminden bahsediyoruz, bir partiden değil. Bir parti adı geçiyor, AKP olarak. Tayyip Erdoğan AKP’nin Genel Başkanı olarak aslında siyasi kimliği, iddiası olan bir ekiple çalışmıyor. Ekonomi, eğitim, sağlık, çalışma yaşamı, yargı hepsi tamamen işlevini yitirmiş durumda. Türkiye bu anlamda bir geleceği yok. Dolayısıyla böyle bir mekanizmanın zor dışında uygulayabilme şansı yok. Uygulansa bile belli bir geleceği yok.

* Dersim başta olmak üzere birçok Kürt illerinde “güvenlik” adına yakılan ormanlık alan gibi…

‘Yeni devlet’ eski mirası daha da katmerleştirerek sürdürdüğü bir politika. Akıl tutulması, vicdansızlık. Geleceğin yok edilmesi, canlının yok edilmesi bu kayıplar öyle kısa sürelerde yerine konulabilecek şeyler de değil. Ciğerlerimiz, geleceğimiz yanıyor. Bunlar yanmıyor, yakılıyor. Bu militarist politikaların bir sonucu olarak gerçekleşiyor. Bir taraftan militarist politikalar uğruna yakılıyor, bir taraftan da (Kazdağı, Artvin, Antalya) rant uğruna yok ediliyor. Bizim neden vicdan ve adalet nöbeti gerçekleştirdiğimizi gösteren bir durum.

* Çok yaygın rahatsızlıklar, mağduriyetler, adaletsizlikler var. Aynı zamanda tabanda yan yana gelme konusunda muhalefete çok ciddi baskılar var. Bu konuda neler yaşanıyor, biraz bilgilendirir misiniz?

Parlamento tamamen işlevsiz. Dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi var. Bu konuda CHP’nin aldığı rol var. Fakat bu daha sonra CHP’yi de vurdu. CHP dedi ki ‘Artık parlamentoda olmuyor bu iş. Artık sokağa çıkıyoruz.’ Ve sokağa çıktı. Çok doğru bir karardı. Aslında sokağa her zaman çıkılması gerekiyor. 301 Soma işçisi katledildiğinde de siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri sokağa çıkmalıydı. Bugün de çıkmalı. Demokratik siyasetin tasfiye edilmesine karşı da çıkmalı. Ortaklaştığımız noktalar arttı. Gezi’de, TEKEL direnişinde olduğu gibi. Daha öncesinde biz sokağa çıktığımız zaman bunu farklı yorumlayan bir parti ya da kesim vardı. Demek ki birbirimizi biraz daha fazla anlamaya başladık. Birbirimize karşı yanlış politikalar yürütmüş olabiliriz onları erteleyebiliriz. Onları başka zaman tartışabiliriz. Şimdi ortak noktalar etrafında daha çok konuşmak gerekiyor. Bu anlamda birlikte çalıştığımız Demokrasi İçin Birlik Hareketi, hareketler ve platformlarda yan yana gelebiliyoruz. Daha çok iletişim kurabiliyoruz. Bir yol alma var. Ama bu yol alma yeterli değil, daha hızlı ve güçlü olmak zorunda. Bütünü kavramamız, fotoğrafı görmemiz önemli.

* Ağır dediğiniz yol almada umudunuz var mı?

Daha büyük bir çaba görüyorum. Ama yeterli bir hızda ve ortak bir okumayla olması gerektiğini düşünüyorum. Yani bizim gibi düşünmek zorunda değiller, ama temel evrensel demokratik ilkeler etrafında bir ortaklık yakalanabilir. İlle de partiler arasında olmak zorunda da değil. Örneğin demokratik siyasetin engellenmesine karşı hukukun üstünlüğü, evrensel değerler, temel insan hakları değerlerini korumak, barışı savunmak, kadın kazanımlarını savunmak için yan yana gelebilir.

* Bahsettiğiniz durum 2019 seçimi veya seçimleri için de geçerli mi?

Seçim üzerine odaklanmamalıyız. Seçim var olanı kabul etmek anlamına geliyor. Biz şimdiye kadar yapılan seçimlerde nasıl bir yöntem uygulandığını da gördük. Biz toplumsal mücadeleyi çok güçlendirmek, büyütmek zorundayız. Ve onu temel ilkeler etrafında sağlamlaştırmak durumundayız. Yani o güce o bütünlüğe ulaşmalıyız. Kafamız net olmalı. Biraz önce saydığım kriterlere, emeği, gençliği, MHP’ye 16 Nisan’da oy vermeyen ‘Hayır’ diyen insanları da koyalım. AKP’ye oy vermiş ‘Evet’ demiş ama geleceğinden endişe duyan insanları da kapsayan bir bütünlük. Bu temel ilkeler etrafında bunu bir program olarak kabul edip, daha somut partiler üstü olabilir. Bir yan yana gelmeye ihtiyaç var. Bir düzeltme yapmamız lazım. O düzeltme içerisinde herkes mücadelesini büyütebilir.

* Bu tür girişimlere tanıklığınızı biliyoruz, özeleştirel bir yaklaşım var mı?

Bir totaliter rejime gidiyoruz ve onun için hemen bir araya gelmeliyiz fikri herkeste netleşmiş, oturmuş değil. Bu söylem olarak söyleniyor ama bunun gereğini yerine getirmek, bugün hemen acil yapılması gerekenleri yerine getirmek, bu adımları atmak açısından böyle bir özeleştiri olduğunu söylememiz henüz mümkün değil. Hala şu düşünüyorsa, ben şununla yan yana gelmeyeyim, öyle değil böyle bir araya gelelim gibi kaygılar artık geçmişte kalması gereken, arkada bırakmamız gereken şeylerdir. Artık siyasi kimliklerimiz de bir kenarda dursun, demokratik ilkeler etrafında bir demokrasi mücadelesini, bir program etrafında verelim, durduralım. Çünkü faşizmi durdurmak gerekiyor. Faşizmi yaşıyoruz ve bu koyulaşarak, kendini daha da tahkim ederek gelişiyor. Biz bunu seçimler, seçimde koyulacak adayla, aday etrafında buluşmayla, işte orada alacak yüzde 50+1 oyla değiştirebilecek basit sandıklar, kolayca değiştirebileceğimiz bir durum değil bu. Sandıkla nasıl olduğunu 16 Nisan gösterdi bize. 16 Nisan’da yüzde 50’nin üzerindeydi “Hayır”lar ama terse çevrilebildi. İktidar olduğu için, elinde bütün mekanizmaları, bütün devlet aygıtlarını bu anlamda seferber edebildiği için bunu yaptı. Zaten böyle bir ilke, ahlak da yok.

* Bu istek, çaba ve talepler arttıkça, “Sol Kürtlerden kopmalı” gibi sesler de ana akım medyada yaygınlaştı. Karşı bir atak mı söz konusu?

HDP kilit bir parti. HDP’siz bir çözüm yok. Faşizmi durdurmanın HDP’siz bir formülünü kimse bulabilmiş değil. O yüzden herkesin böyle bakması gerekiyor. Herkesin karşısındakini anlamak için bir çaba sarf etmesi gerekiyor. Bu HDP içinde geçerli, herkes için geçerli. Artık şöyle bakılmamalı, ‘seçmenlerimiz şöyle düşünür’. Hayır, herkes bugün tehlikenin farkında tek adam rejiminin, Erdoğan rejiminin, Türkiye’yi büyük bir savaşa sürüklediği, büyük bir uçuruma ekonomik krize sürüklediği, işte tek tip bir yaşama sürüklediği ortada. Geleceği çaldığı ortada. Buna karşı Türkiye’nin en önemli partisi ile kuracağı ilişkiyi de önyargılardan uzak bir şekilde değerlendirmesi gerekiyor. Dediğiniz gibi şeyler elbette ki var. Bu her zaman iktidar cenahı tarafından güçlerin birleşmemesi, ezilenlerin yan yana gelmemesi için kullanılmış bir yöntem. Yani bu hassas noktaları kaşıyan, oralardan yarık açmaya çalışan yaklaşımlar var. Tabii bugün bütün demokrasi güçleri bu konuda uyanık olmalı. Aralarındaki çelişkileri, farklılıkları tartışmayı, faşizmi yendikten sonraki sürece bırakması gerekiyor. Şu anda herkesin en temel demokratik görevi faşizmi durdurmak.

* 2019’dan önce erken seçim bekliyor musunuz?

Erdoğan’ın bir meşruiyet arayışı var. Şu anda bir yılı aşkın süredir OHAL ile yönetilen KHK’lerle yönetilen ve büyük acılar yaşayan bir ülke ile karşı karşıyayız. Parlamentosu çalışmayan ülkenin birinci ve 4’üncü partisi birleşmişler, 2’nci ve 3’üncü partisini suçlu ilan etmişler. Ve itiyor, kutuplaştırıyorlar. Anayasa değişikliği hileli bir şekilde yapıldı ve seçime girmek istiyor.

Bu sistemi sadece hapishaneler ve silahlarla yönetiyor. Dolayısıyla meşruiyeti yok. Hapishanelerde 4 kişilik hücrede 30 kişi yatıyorsa bu ülkede meşruiyet yoktur. Halkın vergileriyle şu anda bir yoklama çekiyorlar. Sahaya inip bakıyorlar eğer anketler, o çalışma kendilerinden yana ise seçim olabilir.

* Son dönemlerde özelikle cezaevlerinden “işkence, baskı, tecrit, saç kazıtma, tek tip kıyafet” haberleri geliyor. Büyük bir soruna dönüşecek gibi…

Karşımızda Guantanamo’ya, Ebu Gureyb cezaevlerine özenen bir iktidar var. Önümüzdeki süreç çok ciddi tehlikeler barındırıyor. Çok ciddi saldırılar gerçekleştirmeye hazır gözü dönmüş bir iktidar ile karşı karşıyayız. O yüzden herkesin bugün mücadeleye çok daha sıkı sıkıya sarılması gerekiyor. Çünkü tek tip bizim geçmişteki deneyimlerimizde zaten bildiğimiz bir şey. Büyük bedellerle, mücadelelerle, açlık grevleriyle, ölüm oruçlarıyla, cezaevi direnişleriyle, biz bu süreci geriye çevirmiştik. Siyasi mücadele tarihimizde bu var. Şimdi topyekûn bu saldırının bir yönü de hapishaneler. Hapishanelerin zaten çoğu siyasi tutsaklarla dolu. Tek tipleştirme aslında toplumu bastırmak için yapılan bir saldırı. Tek tip kıyafet saldırısı ve idam meselesi, toplumu sindirmek ya da biat ettirmek için yapılan bir saldırı. Belki de bizim önce hapishanelerdeki bu saldırıyı durdurmamız, onlar için bir mücadeleyi, dayanışmayı daha güçlü bir şekilde hayata geçirmemiz gerekiyor.

* Gazeteciler olarak sokakta sık sık “Ne olacak ülkenin hali?” sorusuyla karşılaşıyoruz. Soruyu size yöneltelim…

Birbirimizin elini çok sıkı tutacağız. Uzun süredir bunu çoğumuz fark etti. Toplum fark etti. Çok sıkı tutmak zorundayız, bunu yaparsak gelecek aydınlıktır. Bu ülke böyle yönetilemez ve böyle yönetilemeyeceğini toplumun en geniş kesimleri söylüyor. Bunun istibdat rejimi olduğunu haykırdı Ahmet Şık. Çok doğru şeyler söyledi, bayrakla, dinle suçlarını örttüklerini söyledi. Bunlar doğru şeyler. Öyle bir toplum yaratmalıyız, öyle bir demokratikleşme süreci yaşamalıyız ki Türkiye tarihinin demokratik sıçrama, aydınlanma yaşadığı bir eşik olsun. 1921 Anayasasını 21’nci yüzyıla uyarlayalım.

* Hükümetin ilk bakanlarından Abdullatif Şener’in ara ara partinizin söylemlerini onaylayan açıklamalarda bulunuyor…

Bizim açıklamalarımız hep aynıydı. Şartlar ağırlaştıkça HDP’nin programı görünür oluyor, daha anlaşılır hale geliyor. Ön yargılar biraz daha geride kalmak zorunda kalıyor. Aynı programı savunuyorduk, aynı programla devam ediyorduk onun bakanlığı döneminde de biz aynı yerdeydik.

* Hükümetin Suriye odaklı dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şizofren bir yapı olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan Coca Cola’nın açılışını yapıyor öte yandan büyük bir antiemperyalist oluyor. Ekonomi meselesine gelince İsrail ile her türlü işbirliğini yapıyor. Almanya, Rusya, Amerika ile her türlü ekonomik işbirliğini yapıyor, tavizler veriyor. İlkesiz bir şekilde davranıyor.

Sedat Yılmaz/Mahmut Ruvanas/Özgür Paksoy – dihaber

EN SON EKLENENLER