Kürdün Kerkük’le imtihanı

Irak ve Suriye’de DAİŞ sonrası süreç için taraflar kozlarını sahaya sürmeye başladı. Sahanın baş aktörleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Rusya kendi aralarındaki denge hesabı üzerinden sahadaki yerel aktörlere pozisyon belirleme hamleleri geliştiriyor.

Türkiye’nin İdlib’e sokulması, Kerkük’ün Kürdistan Federe Bölge Yönetimi’nden geri alınması (bir nevi İran’ın Haşdi Şabi olarak Güney Kürdistan’a sokulması), Suudi Arabistan-Irak yakınlaşması  vs…

Önce Rusya, tek hedefi Kürt etkinliğini ve kazanımlarını yok etmeye odaklanan Türkiye’yi İdlib’e çekerek, bizzat Türkiye’nin politikalarıyla yaşam olanağı bulan selefist oluşumları kontrol altına almak için Türkiye’ye pozisyon belirledi.

Ardından ABD’nin planlarına uygun olarak, statülerinin Irak anayasasının 140. maddesine göre referandumla belirlenmesi öngörülen ancak 2014 yılında DAİŞ’in Musul’u ele geçirmesi ardından Kürt güçler tarafından fiili olarak kontrol altına alınan Kerkük ve diğer yerleşim yerleri hiç bir direniş sergilenmeden peşmerge tarafından boşaltılıp Irak ordusuyla hareket eden İran yapımı Haşdi Şabi’ye teslim edildi. Kerkük yeniden Irak hükümetinin kontrolüne geçti.

Gerek Irak ve gerekse de Suriye’de bundan sonraki sürecin siyasi-diplomatik tonun daha belirgin öne çıktığı siyasi-askeri bir karekterde süreceği öngörülebilir.

Kürtler açısından bu gelişmeler Rusya’nın (SSCB) 1946’da Mahabad’da, ABD’nin 1975’te Cezayir anlaşmasında Kürtleri yüz üstü bırakmasını akla getirebilir. Önümüzdeki süreçte de Kürtler acı çekmeye devam edebilir. Ancak bugün sahadaki aktörler pozisyonlarını avantajlı tutmak için ne tür çabalar içinde olurlarsa olsunlar, Irak ve Suriye’nin ardından İran ve Türkiye rejimleri de Kürt yükünü daha fazla taşıyamayacak ve bölgede gelişecek yeni denge içinde Kürtlerin lehine olacak değişimlere zorlanacaklardır.

Ortadoğu ve dünya bu kadar değişmişken, Kürtler adına liderlik ve siyasi temsiliyet iddiasındaki güçlerin statik mantık ve duruşla gelişmeleri karşılayabilmesi de beklenemezdi. Kerkük’ün düşüşü, Güney siyasetine hakim olan aklın, hem Kürtler, hem bölge ve hem de uluslararası siyasette yaşanan gelişmeleri kaldırabilecek güç ve ferasette olmadığını, Kürtlere bir kez daha büyük bir hüsran yaşatarak gösterdi.

Hem KDP hem de YNK bir yandan özellikle bölgede sorun yaratma kabiliyetleriyle öne çıkan ve Kürtlerin geleceği üzerine kara bulut gibi çökmüş Türkiye ve İran rejimlerine bağımlı siyaset yürütürken, içte ise bu gerici rejimlerin kötü birer kopyası olan rant, yolsuzluk ve baskıcı yönetimleriyle Kürtlere huzurlu ve özgür bir yaşam sunamadılar.

Güney’in mevcut siyasi liderliği, siyaset aklı ve yapılanması iç çatışmalar ve yeni arayışlarla değişime gebedir. Mevcut lider ve liderlikler sorgulanacak, bu halleriyle artık kabul görmeyeceklerdir. Kerkük’te peşmergenin kenti teslim etmesini büyük bir hüsran ve şokla karşılayan ve yer yer teslimiyete engel olmaya çalışan kent halkı ile Kürdistan’ın her dört parçası ve dünyanın dört bir tarafında gelişmeleri büyük bir öfke ve üzüntüyle izleyen Kürtlerdeki ulusal bilinç ve motivasyon, Güney ve genel Kürt siyasetinde yaşanacak değişimin bizzat motor gücü olacaktır.

Kürdistan Ulusal Kongresi’nin (KNK) uzun bir süredir titiz bir çabayla yürüttüğü Ulusal Kongre’yi toplama çalışmasına yanaşmayan KDP lideri Mesut Barzani’nin Kerkük’ün düşüşü sonrası ilk açıklamasında Kürdistani güçlerin birliğine yaptığı vurgunun samimiyeti sorgulanacaktır. KCK’nin siyasi etkisi Güney’de daha etkin hale gelecektir.

Kerkük ve Irak anayasasına göre ‘statüsü belirsiz bölgeler’ ABD’nin bölge planları çerçevesinde şimdilik Irak merkezi hükümetinin kontrolüne geçse de, bölgenin Kurdî kimliği yok edilemeyecek ve kent gerçekliği 2014 öncesi koşullara dönüşü kabullenmeyecektir.

Gelişmeler Kürtler arası birlik ve demokratik kültürün gelişimini zorunlu kılıyor. Mevcut tüm Kürt siyasetleri bu konuda benzer refleksler sergilese de, Kürtler tek siyasi düşünceli veya Kürdistan tek siyasi partili olmayacak… Dikkat çekicidir; Kerkük’ün düşüşü ardından Kürtlerin yaptığı eleştirilerin ağırlıklı hedefinde Kürtleri statüsüzlüğe mahkum eden ne Irak, ne İran, ne Türkiye, ne ABD ve ne de Kürt kazanımlarına saldıran diğer güçler vardı; eleştiriler yalnızca kendisi gibi düşünmeyen diğer Kürtlereydi; hem de en ağır ve rencide edici üslupla. Yöntem trajik ama; Kürtler birbirini eleştirip, birbirine öfkelense de, sonuçta birbirlerine daha fazla yaklaşıyor, birbirlerinin gündemine daha fazla dahil oluyorlar. Kerkük Kürt orkestrası şefsiz ve detoneydi…

Kürtleri etkileyen her olumlu ve olumsuz gelişme onları birbirine daha çok yakınlaştırıyor. Kuzey’deki gelişmeler, Rojava, Şengal, Mam Celal’in ölümü, bağımsızlık referandumu, Rojhilat’taki serhildanlar ve şimdi de Kerkük’ün yeniden işgali… Farklı parçalardan farklı görüşlü Kürtlerin farklı bir açıdan ele aldığı bu konularda bile Kürtler hemen hemen aynı duygusal refleksi gösterdi. Kürt duygusu, Kürtleri bölen sınırları ortadan kaldırdı. Bu realite dört parçadaki tüm Kürt siyasetlerini birlik, demokratik kültürün gelişimi ve ulusal duruş konusunda daha hassas olmaya zorlayacaktır…

Kerkük, Kürt siyasetindeki çürüğü, kiri, pası, pis kokuyu ortalığa saçtı; Kürtleri imtihandan geçirdi. Kürtler ve genel Kürt siyaseti bu sarsıntıyı zamana yaymadan aşabilme becerisi gösterirse, koşullar hala Kürtlere kazandıracak potansiyel barındırmaktadır, her şeye rağmen gidişat da bu yönde olacaktır…

EN SON EKLENENLER