Türk Devleti, Ortadoğu’daki  terörün  yeni  yüzüdür

Müslüman Kardeşler, Taliban, El Kaide, Boko Harram ve daha irili ufaklı bir dizi terörist teşkilatlanma Ortadoğu’nun yeniden dizayn politikasına yetmediği için, bunlara DAİŞ terörü örgütü eklendi.

Müslüman Kardeşlerden DAİŞ’e uzanan bu planın sonuna gelindi mi? Başka bir deyimle, dış çıkar çevrelerinin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planlarının bir sonucu olan Terör örgütlerinin sonuncusu olacak mı DAİŞ?

Benim şahsi kanaatim DAİŞ’ten sonra da, ihtiyaç duyulduğu oranda, büyük Ortadoğu’da istenilen sonuç elde edilmediği sürece, yeni Terör gurupları oluşturulacaktır.

Belki de Terör Örgütlerine gerekte kalmayacak. Yüz yıldan beri Ortadoğu’daki insanlık dışı uygulamaların uygulayıcısı olan Sistemler bu görevi devir alacak.

Bunun fiili ilk adımı da, Türk Devlet’inin DAİŞ artığı terörist gurupları da yedeğine alarak, Kürtler şahsında Ortadoğu’daki demokrasi güçlerine ve sonuçta insanlığın ortak değerlerine karşı başlatmış olduğu savaşla atılmış bulunuyor

Dünya üzerinde bugüne kadar çıkarılan bütün savaşların en uzun soluklusu, hatta hiç bitmeyeni dini gerekçeler üzerine temellendirilmiş savaşlardır. Ortadoğu merkezli Dünya savaşı bu malzemeyle yürütülüyor. An itibarıyla Erdoğan ve devleti bu savaşın baş aktörleri.

Hali hazırda kendi mezhebi dışında kalan bütün Dünya’ya  savaş ilan etmiş durumda. Ya savaşı fiili alanda  kendisi(Afrin’de olduğu gibi), yada İslam maskeli(DAİŞ ve diğerleri)selefi terörist örgütler eliyle yürütüyor.

Bu Terörist teşkilatlanmanın kolları İslam inancına bağlı ülkelerde ekseriyetle  ve Dünyanın geri kalan bölümünde ise önemli oranda örgütlü bir yapıya sahip. Bu sorunun bir versiyonu.

Sorunun diğer bir versiyonu ise, sanırım İnsanlık Dünyasını tehdit eden esas unsur da bu, Terör ve terörist yapıların varlığı gerekçe gösterilerek  Demokratik ve sosyal Sistemlerin giderek baskıcı, Hukuk Devletinden uzaklaşıp Kanun devleti sürecine sapmış olmaları.

Terör tehlikesi gerekçesiyle en Demokratik Sistemler  İnsan hakları ihlallerini işliyor ve bu toplum tarafından kabul görüyor. En rahatsız edici durum ise, bu uygulamanın bir salgın gibi, hızlı bir şekilde uluslararası bir karakter kazanıyor olması.

Yukarda belirtilen tehlikeli gelişmeye ek olarak, Devlet terörü legitimasyon zırhına bürünerek, toplum üzerinde katmerli şiddet ve baskıya dönüşüyor. Demokratik haklara karşı geliştirilen Uluslararası müdahale operasyonları daha ortak hareket haline geliyor ve ‘haklı’ zeminlere sahip oluyor.

Terörist yapılanmalar hedef güç olarak yüzde doksan oranında görülmeyen ama sürekli var olan, bu sürekli var olmalarından ötürü sürekli savaş gerekçesi olan bir Düşmanın mevcudiyeti olarak kabul edilerek, hem uluslararası Hukukun çiğnenmesinde, hem de iç Hukuktan uzaklaşmak için meşru bir gerekçe olarak ileri sürülüyor.

Bu hak ihlallerinin meyvelerini en bariz şekliyle, bugün Ortadoğu’da olup bitenlerde görmek mümkün. Ortadoğu’yu artık bir üçüncü Dünya savaşı sahası olarak  görmek lazım. Bu alan, hem uluslararası Hukukun uluslararası güçler tarafından en bariz şekilde ayaklar altına aldığı, hem de bölgesel güçlerin Hukuk ve Kanun tanımayan faşist uygulamalarını nasıl kaygısızca kullandıkları bir saha durumunda.

Bu Terör savaşının ana karargahı Ortadoğu olsa da, savaşı yürüten güçlerin menşeine ve Dünya üzerindeki nüfuz oranlarına bakıldığında, bunun bir Dünya savaşı olduğu rahatlıkla görülecektir.

DAİŞ terörüne karşı birleşen uluslararası güçlerin,  Uluslararası Hukuku nasıl ayaklar altına aldığını, Türk devletinin hem Devlet olarak, hem de yanına aldığı DAİŞ artığı teröristlerle bölgede terör estirmesine karşı sessiz kalmakla ele veriyorlar.

Günümüzde insanlığı tehdit eden en büyük tehlike irili ufaklı Terör örgütlerinin ortaya çıkması değil. Uluslararası camianın istemesi halinde bu tür yapılanmaların uzun vadeli yaşama imkanına sahip olmadıklarını, DAİŞ gerçekliğinden görüyoruz.

Günümüz insanlığının Dünyasını tehdit eden esas tehlike Devlet terörizmidir. Bütün Dünya Devletleri DAİŞ, AL Kaide v.b. Terör örgütlerine karşı bir araya gelip önlem alırken, kendi kulüplerinde yer alan Terörist devletlerin katliam, baskı ve soykırıma varan icraatlarına karşı sessiz kalıyor ve destek sunuyorlar. Bu destek kendi aralarındaki çıkar çelişkisinin çatışma aşamasına varmasına kadar sürüyor.

Markus, Bokkasa, Hayri  Selasiye, Saddam, Bin Ali, daha onlarcası bu dokunulmazlığın sayesinde her gün insanlık sucu işledi ve onların takipçileri olan Erdoğan, Esad, İran’ın Mollaları, Suudiler bugün bu sucu işlemeye devam ediyorlar.

Düşünün DAİŞ Terör yapılanmasının hamiliğini NATO üyesi, ABD, AB’nin birinci derecede partneri olan Türk devleti, ABD’nin ve AB’nin önemli Ticaret ve silah tüketim pazarı olan SUUDİ’ler ve  Katar yapıyor. Türk Devlet’i bu terör yapılanmasına lojistik destek, Silah eğitim kampları teşhis ederken, Suudiler ve Katar finansal desteği sunuyordu. Bu kimseyi rahatsız etmedi, etmiyor. ABD, AB ve diğerleri bu süreci sessizce izledi ve hala izliyorlar.

ABD ve Avrupa’nın diğer ülkeleri Hitler’in Komunizm belasını ortadan kaldıracağı hayaliyle, onun Demokrasi ve Dünya halkları düşmanı politikasının güç toplamasına, Alman halkını uyuşturup maniple etmesine seyirci kalmışlardı. Bu yanlış hesabın faturası tahrip edilen bir Dünya ve katledilen 64 milyon insan.

Bugün aynı güçler, Türk Devlet’i öncülüğünde Kürtlere ve Ortadoğu’nun Demokrasi güçlerine karşı yürütülen terör savaşına karşı sessiz ve seyirci. Oysa bu savaş Demokrasi, İnsan hakları, İnanç ce Vicdan özgürlüğüne karşı verilen bir savaş. Yani bütün insanlığı, İnsanlığın ortak değerlerini hedef alan bir savaş. Dolayısıyla faturası son tahlilde bütün insanlığa çıkacaktır. Tıpkı Hitler’in Dünya’ya egemen olmak için yürüttüğü savaşta olduğu gibi.

İstihbarat ağlarıyla Dünyanın her noktasını kontrol eden AB, ABD, Rusya gibi Devletlerin Türk devletinin yürüttüğü savaşın amaç ve hedefleri hakkında bilgisiz olduklarını düşünmek elbette mümkün değil.

 

Türk devletinin partner diye yanına aldığı gurupların çetelesine bakmak dahi bu savaşın amacını anlamaya yetiyor.

Türk Devletinin Koalisyon partnerleri: Cephet el Şamiyye, Feylak el Şam, Ahrar el Şam, Hamza Bölüğü, Ceyş el Nasır, Nureddin Zenki Tugayları, Sukur el Cebel, Semerkand Tugayı, Muntasır Billah Tugayı, Sultan Murat Tümeni, Fatih Sultan Mehmet Tugayı ve diğerleri.

Kim bunlar? Türkiye’nin yakın çalıştığı örgütlerin başında gelen Ahrar el Şam, Usame bin Ladin’in Suriye’deki adamı Ebu Halid el Suri gibi El Kaide kadrolarından teşekkül edenler tarafından kuruldu.

Bu örgütler, Suriye’de 1970 ve 1980’lerde şiddet eylemleriyle zihinlere kazınmış  Müslüman Kardeşler teşkilatının Suriye kolu olarak bilinir.

Afrin’e yönelik harekâtta Cinderes ve Seman Dağı cephelerinde terör saldırılarında görev alan Nureddin Zenki  CIA’in ürünü. Fakat oda daha sonra Bin Ladin gibi yaradanına baş kaldırıp, El Kaide’nin Suriye uzantısı Nusra Cephesi ile birlikte Heyet Tahrir el Şam’ın kuruluşunda yer aldı. Nureddin Zenki, geçen temmuzda Heyet Tahrir el Şam  Ahrar el Şam’ı İdlib’den söküp atınca bağımsızlığını ilan etmişti.

Bu örgüt 12 yaşındaki Filistinli mülteci Abdullah Taysir el İsa’nın kafasının kesildiği görüntüyle gündeme gelmişti.

Afrin’i güneyden kuşatan hamleye destek olduğu söylenen Türkistan İslam Partisi de (TİP) Taliban ve El Kaide bağlantılı bir örgüt. Uygurların kurduğu bu örgüt cihatçıların cihatçılarla savaşı sırasında tercihini Tahrir el Şam’dan yana yapmıştı.

Lafın kısası Türk devletinin Kürtlere ve Demokratik Suriye güçlerine karşı oluşturduğu Koalisyon güçleri eski El Kaideciler, Surye’li olmayan Uygur, Tacik, Gürcü, kökenli teröristler, DAİŞ’çı selefi cihatçılar, adına ‘ılımlı’ denen terörist selefiler, siyasal İslamcılar denen teröristler, ılımlı İslamcılar olarak kendisini isimlendiren teröristler ve hala kendisine ‘devrimci’ diyen ÖSO artığı paralı guruplar gibi, MİT’in yönlendirdiği çevrelerden oluşuyor. İsmi şeriatçı, gaspçı, kelle koparan ve kelle avcılığına çıkmış  bu gurupları ve  Türk devletini aynı noktada buluşturan ortak payda ise Terörizmdir.

Şu anda yenilgiye uğratılan DAİŞ, bir anlamda Erdoğan önderliğindeki Türk devletinin Taşeron olarak kullandığı Maşa. DAİŞ zihniyeti, DAİŞ’in en tehlikeli örgütlü yapısı hala mevcut ve Türk devletinin cisminde varlığını sürdürüyor.

Dünya’yı Röntgen gözleriyle izleyen AB, ABD, Rusya bizim gördüğümüz bu yalın gerçeği göremiyorlar mı? Görüyorlar!

Sessizlik ve ilişkinin devamı, Erdoğan ve devletine olan güvene dayanmıyor, çıkarlarından ötürü. Çıkar veya başka bir hesap, bu kadar pisliğe, kire ve insanlık düşmanı faaliyete karışmış bir Lider ve onun yönettiği bir sisteme güvenilmez. Çıkarlara  dayanan ‘güven’ çıkarın tehlikeye girdiği anda biter. Erdoğan ve çeteleri bu yolun sonuna doğru ilerliyor hem de hızlı adımlarla.

EN SON EKLENENLER