Olağanüstü koşullarda olağan muhalefet olmaz

Asıl lafı başta söylersek anlaşılır olur:

Olağanüstü koşullarda ‘olağan muhalafet’ yaparak sonuç alınmaz!
Ortak akıldan da asla değişim çıkmaz!

Yaşadığımız bütün sonuçlar bunu doğruluyor…

“Aman dengeleri gözetelim”, “ortak aklı öne çıkartalım” diye diye bugüne geldik…

Ortada denge de kalmadı, ortak akıl da…
‘Denge’ denen şey güçle doğrudan bağlantılıdır. Gücün varsa denge olur, gücün yoksa tıpkı bugün olduğu gibi ‘denge’yi de onun sınırını da gücü olan belirler…

Çok matahmış gibi dillerden düşürülmeyen ‘ortak akıl’ denen şey ise çoktan ‘çoğunluğun aklı’ oluverdi.

Çoğunluk dediğimiz de nüfusun çoğunluğu falan değil, ‘çoğunluk’ dediğimiz şey aslında kendini fiili olarak tasfiye etmiş meclisteki AKP-MHP milletvekillerinin aritmetik çoğunluğu…

Eğer meclis çoğunluğuna bakarak konuşursak…
Eğer medya çoğunluğuna bakarak konuşursak…
Eğer çok gürültü çıkaran iktidara göre konuşursak…
Hele bir de bu ülkenin ‘yüzde 99’u Müslüman’ diyenlere bakarak konuşursak…

‘Doğru bildiğimiz yanlışlara’ inanırız ve işte o zaman;

Sol ve laik bir partide yönetici olsak da, Müslüman çoğrafyasında dinden dolayı milyonlarca insan birbirini öldürmüş olsa da “Müslümanlıkta güncelleme olmaz. Ana dayanağımız Kur’an-ı Kerim’dir. Orada ne yazıyorsa inanacağız ve ona göre yolumuza devam edeceğiz. 21’nci yüzyılda siyasetçinin buna uyması lazım” demek zorunda kalırız…
Ülkemizin halen en önemli üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nde “savaşın ve fetihin lokması olmaz” dedikleri için Erdoğan’ın talimatı ile gözaltına alınan solcu, devrimci öğrencilere biz de “terörist” demek zorunda kalırız…

500 bin kişinin yaşadığı ve birdenbire insansızlaştırılan Afrin’i zafer olarak kutlamak zorunda kalırız…

Afrin için “Ver Guta’yı Al Afrin’i” hedefiyle ABD, Rusya, Suriye ve Türkiye arasında yapıldığı anlaşılan “Bölgeyi Kürtsüzleştirme” anlaşmasını görmezden gelmek zorunda kalırız…

“Afrinliler TSK’yı ve ÖSO’yu çoşkuyla karşıladı” diye 10 gündür ekranlarda dönen balkondan “pirinç atma” sahnesine inanmak zorunda kalırız…

İDEOLOJİK HEGOMANYAYI REDDETMELİ
Dönemini kapamış, hayallerini kaybetmiş siyasal İslamın ideolojik-politik hegomanyasından kurtulamadığımız sürece kendimiz olamayız.

Kendimiz olmadığımız sürece de ne sahici ne de inandırıcı oluruz!

Sağ kendisi gibi olurken, sol-sosyal demokrasi kendisi olamadığı gibi, kendisini ısrarla “çoğunluk” adına düşünmeye zorluyor…

Özelleştirme karşısında kamuculuğu,
Tarım ve gıda üretiminde tekelleşmeye karşı, üretici ve tüketici kooperatiflerini,
Silahlanma ve savaş karşısında barışı,
Savaştan kaçan Suriyelileri değil sistemi sorgulamayı,
“Durun bir dakika Kürtler bu coğrafyada Türkler’den de eski” diyemediğimiz,

Irkçı ve mezhepçi yaklaşımlar karşısına, kimlikleri tanıyan ama kimlikleri de aşan eşit yurttaşlığı cesur bir şekilde öne çıkarmadığımız için Türkiye’de dahil, dünyanın dört bir yanında sol ve sosyal demokrasi kaybediyor, sağın manevra alanı sürekli genişliyor. O zaman da, “kazanan” yüzde elli, “kaybeden” diğer yüzde elli üzerinde büyük bir ideolojik-politik ve fiziki tahakküm kuruyor, kutuplaştırma ve cepheleşme 1950’lerin “Vatan Cephesi”, 1970’lerin “Milliyetçi Cephesi”nde olduğu gibi doğrudan iktidarın eliyle gündeme taşınıyor, itiat etmeyen, itiraz eden hemen “vatan haini” oluyor!

ŞEKER FABRİKALARINI CHP BELEDİYELERİ SATIN ALSA
Bu süreci tersine çevirmenin yolu bakış açısını da, siyaset yapma tarzını da değiştirmekten geçiyor. Bunun birinci şartı ise solcuyken sağcı, laikken siyasal İslamcı gibi davranmaktan vazgeçmektir! Yazılı belgelerimizi raflardan indirmeyi becerirsek, siyasal İslamın ideolojik-politik hegomanyasına meydan okuruz, bütün baskılara ve korku iklimine rağmen siyasi cesaretimiz de yükselir…

Bunu Gezi’de, “Hayır” kampanyasında ve Adalet yürüyüşünde hem gördük, hem de yaşadık…

Korkunun, sinmenin sonu yok, olağanüstü koşullarda olağan muhalefet hamleleriyle sonuç alınmadığını ortada…

Hadi “savaşın lokumu olmaz” diyemiyoruz, “onay makamı” dışında hiçbir işlevi kalmamış meclisi terk edemiyoruz, “din de reformu” savunamıyoruz, “toplumsal normalleşme için Diyanet kaldırılmalı” diyemiyoruz…

Ancak yapabileceğimiz şeyleri de yapmıyoruz, örneğin CHP belediyeleri çıksa ve satışa sunulan şeker fabrikaları ile ilgili tavrı 2019’a bırakmak yerine, “CHP belediyeleri olarak şeker fabrikalarını biz satın alıyoruz, kooperatif kurup bu fabrikaları çalışanları ile birlikte işleteceğiz ve ürünleri de belediyelerimiz bünyesinde kuracağımız tüketici kooperatiflerinde satacağız” dese ve bu işi lafta bırakmayıp, gerekli hamleleri yapsa inanın “başka bir Türkiye” için ilk somut adım atılmış olur…

Motivasyon da, siyasi cüret de, hayal de büyür…
O zaman sola destek vermek için solcu olmak gerekmez…

O zaman bilinen Doğan’ın bilinen Erdoğan olması da, medyanın yüzde 90 kontrol altına alınması da siyasal İslamın kaçınılmaz sonunu da değiştirmez…

Not: Bu yazı ABC Gazetesinde yayınlanmıştır.

 

EN SON EKLENENLER