Bizi posttan kim indirdi?!

EVRİM İNAN

Alevi kadınları eşittir denilmekte. Bu özelliğe yapılan vurgu ne yazık ki gerçek ile örtüşmüyor. Alevi inancının eşitlik temelinde uzun zamandır çatlaklar oluşmuş durumda. İnancımızın, kadından doğru nesiller boyunca aktarılıyor olmasına rağmen, çeyizlerinde duaz-ı imamlarla evin temelini kuran ve nesilleri yetiştiren olmalarına rağmen, güncel hayatta bu aktarım salt dedelerin tekelindeymiş ve kadınların mutfak haricinde rolleri yokmuş gibi davranılıyor.

Bu davranış her biçimde karşımıza çıkıyor. Evlerden örgütlere doğru ince örülmüş bir ağ gibi yayılıyor. Bu ağ ise, gerçekçi tanımlanması gerekir ise, şiddettir.

Alevi kadın özellikle çoklu hak ihlaline uğramakta. Gerek “dışarıdaki” toplumda, gerekse evlerde ve örgütlerde alevi kadının durumu daha sık örülmüş bir şiddet ağı içerisinde.

Müslüman toplum tarafından hor görülen, ötekileştirilen, basit ya da kolay erişilebilir kadın konumunda görülen alevi kadınıdır. Alevilerin, var olan ön yargılar ile başa çıkma zorluklarının yanı sıra, alevi kadınları bu ötekileştirme ve hak ihlalini erkek alevilerden kat kat daha ağır bir şekilde yaşamakta.

Kadına yönelik şiddeti kınamakta, alevi erkeklerin de üzerinde yoktur, bu arada. Nerede olur ise olsunlar, kadına yönelik şiddeti kesinlikle reddeder, kınar ve sonuç itibarıyla alevi inancına sığınarak “bizde ayrım yok!” der kendilerini temize çıkartırlar. Samimi olduğumuzda ise, hangi kadın, alevi inancına mensup olup, şiddete maruz kalmadığını beyan edebilir? Şiddet tanımlamalarına alt paragrafta geçeceğim ve burada her birimiz kendimizi bulacağımızdan eminim.

Oysa inancımız gereği anaları göremez olan bizleriz. Anaların adeta ortadan kaybolması ise doğal afet sebebiyle gerçekleşmemiştir.  Anaların neredeyse yok oluşu, modern çağımızın herhangi bir kusuru da değildir. Anaların ortadan kaybolur derecede yok oluşu, alevi erkeklerin alanlarımızı gasp etmiş olmalarından kaynaklıdır. Bu hal, evlerimizde başladı, evlerden alevi toplumunun her kesimine ulaştı maalesef.

  1. yüzyılda, hala kadının şiddete maruz kalması akla mantığa sığmayan bir olgu. Hele ki inançla da bağdaşmadığı için daha da akıl almaz bir hal.

Bu kısma kadar, şiddet ile anaların ve öğretinin gerektirdiği eşitliği bağdaştıramamış olma ihtimaline karşı, şiddeti tanımlayalım, bağlantıyı birlikte keşfedelim.

Şiddet, bireyin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik yönden zarar görmesiyle ya da acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü davranış ve tutumdur. Şiddet, özel veya kamusal alanda (evde, işyerinde, sokakta, aile bireyleri arasında) meydana gelebilir.

Örnekler verilecek olur ise, küfür, hakaret, küçümseme, aşağılamak, küçük düşürmek, aşırı kıskançlık yapmak, tehdit etmek, kişiye kendisini yetersiz hissettirecek söz veya davranışta bulunmak, kişinin kendisini ifade etmesine engel olmak, söz kesmek, kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak, kişinin aile üyeleri ve arkadaşları ile görüşmesini engellemek, kendi istediği gibi giyinme özgürlüğüne engel olmak gibi fiziksel bir baskı uygulanmaksızın ve ruh sağlığını etkileyen her türlü söz ve davranış sözlü-duygusal–psikolojik şiddettir. Bunlar ayrıntıya girilmeden belirtilen örnekler, oysa en çok maruz kaldığımız ve aslında rahatsızlık duymaya dahi alışkın olmadığımız cümlelerin içinde neler neler yatıyor.

Tokat atmak, itelemek, tekmelemek, bir şey fırlatmak, yumrukla veya bir nesneyle vurmak, silah veya benzeri bir nesneyle zarar vermek ya da tehdit etmek, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olmak gibi kişinin bedenine zarar veren her türlü davranış fiziksel şiddet olarak tanımlanır.

Sıklıkla farkına varılmayan bir şiddet türü de ekonomik şiddettir. Kişiyi çalışmaya veya çalışmamaya zorlamak, kişinin gelirini kontrol altına alma veya harcama, kişinin parasına veya banka hesabına el koymak, kişiyi ki buna sıklıkla rastlanır, borçlanmaya zorlamak, kişiye hiç para vermemek veya çok az miktarda para vermek, kişinin çalışmasını zorlaştıracak hareketlerde bulunmak, kişiye ailenin gelir giderleri hakkında bilgileri paylaşmamak ve bu yönde gelirin idaresine ilişkin hakkını ihlal etmek ve benzeri ekonomik özgürlüğü kısıtlayan davranışlar sergilemektir.

Cinsel şiddet, kadının istemediği yerde, şekilde veya zamanda cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel ilişkiyi kadının bir görevi gibi tanımlamak, cinsel içerikli sözler söylemek veya cinsel içerikli sözler söylemeye zorlamak, kadını çocuk doğurmaya veya doğurmamaya zorlamak, fuhuşa zorlamak, cinsel organlarına zarar vermek, kadını cinsel yönden aşağılamak gibi davranışlarla cinselliğini kontrol altına tutup, baskı uygulayan her türlü davranıştır.

Bu şiddet türlerine son zamanlarda özellikle “gençlerin” maruz kaldığı flört şiddeti ve çağın sözde ilerlemesiyle artan medya şiddeti eklenmektedir. Bu iki şiddet modeli yukarıda sayılan şiddet biçimlerinde barınmakta olup, özellikleri dolayısıyla şiddet türlerine eklenmiştir.

Bütün bunları gözden geçirdiğimizde, hangi kadın, bunlardan hiçbirini yaşamadığını söyleyebilir? Tersten sorulacak olsa, hangi alevi erkeği, bu tür şiddet eylemlerinde bulunmadığını söyleyebilir? Samimi olunması şartı ile cevaplanması gerekir bu sorular..

Şiddete maruz kaldığımızda yol ve yöntemleri de aktaralım:

Şiddete maruz kaldığımda ne yapabilirim? sorusuna cevaben iki seçenekten bahsedebiliriz:

Susabilir, kimse duymasın – itibarı zedelenir-, toplum içinde rezil olur ben de rezil olurum, kaderdir deyip, bu suçun tekrar tekrar işlenmesine ve suça maruz kalmamıza izin verebiliriz. Ancak ileri vadede doğru bir çözüm yolu gibi görünmüyor.

Diğer yöntem, şiddet zincirinden kurtulma yolunu aramak ve failin ilk planda uzaklaştırılmasını ve sonuç itibarıyla da cezalandırılmasını sağlamamızdır. Bu hukuki boyutu.

Öğretimiz penceresinden baktığımızda ise, gerekli adli olanaklardan faydalanmanın yanı sıra, hak ihlalini gerçekleştiren zalimin dara çekilmesini sağlamaktır. Uyguladığı şiddeti sır gibi saklamamaktır. sır içinde faili saklamamak demektir!

Bu süreç zor olmakla beraber, sonuç itibarıyla güçlendirici ve özgürleştirici bir yöntemdir. Suça maruz kaldığımızda güvenebileceğimiz bir arkadaş, yakınımız veya komşumuz ile yaşanılanın paylaşmamız yalnız olmadığımızı fark etmemizi sağlar ilk planda… Bunun KADER ya da ALIN YAZISI olmadığı çok kısa bir süre içerisinde ortaya çıkacaktır.

Bu mücadeleyi tek başımıza üstlenmemiz mümkün fakat her zaman bu gücü kendimizde göremeyebiliriz. Çünkü o kadar inandırılmışızdır ki güçsüz, yeteneksiz, bilgisiz olduğumuza, kapının önüne dahi emin adımlar ile çıkamadığımız olmuştur. Haberlerde, gazetelerde de sıklıkla boşanan/ayrılan kadınların eski kocaları tarafından öldürüldüğünü görür, okuruz, yargının failleri yetersiz cezalandırdığına tanık olur, kendimizi daha da güçsüz ve çaresiz hissederiz. Bu da cesaretimizi kırar pek tabiî ki. Evde çocuklar ile ilgilenen bizler isek, ekonomik olarak da bir evi çevirip çocukları okutamayacağımız endişesi taşıyabiliriz pek tabiî ki.

Ancak bu karamsarlığa izin vermeyelim! Bunlar inandırılmaya çalışılan yalanlardır ve bizleri şiddet döngüsünün içerisine hapsetmek için, köleleştirmek için seçilmiş cümlelerdir, toplum tarafından da kabul gören beyanlardır maalesef…

Şiddetten zarar gören kadınlara başvuru görüşmelerinde mutlaka söylediklerimiz:

  1. BU DURUMU YALNIZ SEN YAŞAMIYORSUN
  2. YAŞADIKLARINI HAK ETMİYORSUN ve
  3. TEK BAŞINA AYAKTA KALABİLİRSİN (kimseye muhtaç değilsin!)

 

Evet 3. cümle,  derhal yeni bir soruyu beraberinde getiriyor. Ne demek tek başıma ayakta kalabilirim…?

Burada özellikle Devletin sorumluğunda olan mekanizmaların mevcut olduğunu hatırlayalım. Devletin mekanizmalarının devreye girmesi için girişimlerde bulunduğumuz taktirde varoluşsal endişelerin çoğunun üstesinden gelebiliriz.

Şiddete maruz kaldığımızda, en yakın karakol, şiddet önleme kurumları, kadın kurumları ve belediyelerden destek talep edebilir, şikâyette bulunabiliriz. Bu manada sağlanabilecek desteğin kendimiz için daha kolay ulaşılabilir olması için, güvenebileceğimiz bir kadın arkadaş, yakınımız ya da komşudan destek alarak hareket etmemiz, taşınan yükü hafifletir. Kendi deyimimiz ile: Kadın Dayanışması Yaşatır!

Kadın örgütleri bu konuda deneyimli ve kadınları güçlendirici bağımsız yapılara sahip, çünkü bürokrasiye takılmadan, biz kadınların beyanını esas alıp, dayanışma ile güçlendirilmemizi ve hak arayışının takibini sağlarlar.

Adli bir süreç başlatmak istemesek de, bu kurumlara başvurarak sığınak ve danışma desteklerinden faydalanabiliriz. Ayrıca yapacağımız görüşme bizi her türlü güçlendirecektir. Yalnız olmadığımızı fark edip, alabileceğimiz desteklerle ilgili ayrıntılı bilgi edinebiliriz.

Her kadın, başlatacağı süreci mutlaka kendisi belirlemeli. Kararlı olması halinde, destek de alarak, kendi hür iradesi çerçevesinde maruz kaldığı şiddet döngüsünden çıkabilir, failin yargılanması için şikâyette bulunabilir, boşanabilir, ayrılabilir, başka bir kente yerleşebilir, en kötü ihtimal ile kimlik bilgilerini değiştirebilir ve çeşitli destek ve yöntemler vasıtası ile varoluşsal koşulların da oluşturulmasını sağlayabilir. Şiddet döngüsünden çıkmak, yeni bir hayat inşa etmek elbette kolay değil, ancak yaşam hakkımızdan, bedensel bütünlüğümüzün korunmasından, canımızın sağ olmasından daha kutsal bir kazanımımız olamaz.

Tekrar alevi toplumumuza aynayı çevirdiğimiz zaman, karşılaştığımız tablolardan bir klasik ise:

“Biz de istiyoruz kadınların daha önde yer almalarını, ancak onlar istemiyorlar..!”  deyip, biz kadınların önünü kesen erkekler…

Alevi kurumlarının bu yönde samimi ve alevi inancı gereği bir örgütlenme, biz kadınları güçlendirme ve biz kadınların düşüncelerine fırsat tanımaları, bu yönde farkındalık çalışmaları ve örgüt içi çalışma programları düzenlemeleri ve bu çalışmaları gerçekleştirebilmemiz için fırsatları sağlaması gerekiyor.

Ekonomik güç –sadece evde değil örgüt içerisinde de- , keza erkeklerin elinde olduğu için, örgütlerde sözde kadın kolları dahi adeta harçlık ister gibi, ebeveynden izin isteyen çocuk gibi, zaten olmayan olanakları doğrultusunda var olmaya çalışmakta.

Oysa Alevilik, zalime karşı mücadele etmektir, boyun eğmemek demektir. Peki evde bizlerin boynu eğiliyor ise, ki bunu biraz önce tespit ettik. Nerede yol ve erkan? Zulüm görmüyor muyuz? Peki, buna karşı başkaldırdığımızda, şiddetin oranı artmıyor mu? Evdeki zulümden birkaç saatliğine dahi olsa, örgütlerde soluk aldığımızda, susturulmuyor muyuz? Her şeyi erkekler daha iyi bilmiyor mu? “Abla, yenge, bacım O ÖYLE DEĞİL…” denilmiyor mu? Yapılan aş’ın dahi doğru yapılıp yapılmadığını, inançsal alanda, cem erkânlarında dahi post da oturan dedeler ve erkek zakirler ve yönetimler belirlemiyor mu nasıl cem olunacağını? Aile içinde olduğu gibi alevi toplumu ve örgütü içerisindeki kadının emeği sömürülmüyor mu?

Alevi kadınları olarak ne zaman öğretimiz gereği, işlenen suçu ifşa edip, zulme başkaldırır isek ve bunu ne zaman örgütlü bir şekilde yapar, elimizden alınan ve yerimizden edilen yerlere sahip çıkmak için mücadele edersek, o zaman inancımızın hakkını vermiş olacağız. Zalime zulme boyun eğmemiş olacağız, tam da yolumuz gereği olması gerektiği gibi.

Şiddete uğramak, bizim ayıbımız, bizim suçumuz ve bizim sorumluluğumuzda olan bir şey değil!

Şiddete maruz kalmak, erkeklerin işlediği bir SUÇTUR! HAK İHALİDİR!

Sinirli oldukları, sevgi görmedikleri için, öyle alışmış oldukları için, işsiz, aç ya da aciz veya hasta oldukları için suç işlemiyorlar. Gayet de bilinçli işliyorlar bu suçu. Gayet de bilinçli HAK ihlal ediyorlar.

Dünya genelinde olduğu gibi, erkek egemen sistemi benimsedikleri, kendi öğretilerine de aslında sırt çevirdikleri için bu suçu işliyorlar. Oysa hepimiz CAN’ız.. Can’ın can’a kıyması, incitmesi, hatta daha keskin şekilde ifade edilmesi gerekir ise, ŞİDDET uygulaması, Yaşam Hakkına ihlal etmesi ne kadar sığıyor öğretimiz gereği Can olma haline?

Biz Can’ız önce bunu tekrar ve tekrar fark etmeliyiz, CAN olmanın mutlak değerini kimseye emanet etmemeli ve Can’a karşı işlenen her türlü şiddeti dara çekmeliyiz. Bunu bizler yaparak, şiddeti durdurabilir, şiddeti uygulayanı yalnızlaştırabiliriz.

Amasız, fakatsız şiddetsiz bir dünya mümkün, bunu zalimin zulüm yaptığını söyleyerek başlayabiliriz.

Zalim’in suçu Alevi inancına ait değildir dolayısıyla zalim’i ifşa etmek, görünmezi görmek, duyulmanı duymak, yok sayılanı var etmektir.

Hz. Ali gibi уaşamak; Hak inancına mensup olmak ve hakikat уolunda уürümektir. Hz. Ali gibi yaşamak; sevgiyi ve barışı esas almak demektir. Mazlumdan yana, zalime ve haksıza karşı olmaktır. Gelin, mazlumdan yana, zalime ve haksıza karşı olalım!

EN SON EKLENENLER