Seçim mi, kader mi?

Siyasetle ilgili görüş bildirmek, yazı yazmak oldu bitti sıkıntılı bir iştir. Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilirsiniz. Başınıza durduk yerde bir sürü iş alırsınız. Kendinizi suçlanma, küfür kıyamet, hakaret dolu bir tartışmanın göbeğinde bulmanız işten bile değildir. İnanmayan sosyal medyada süren paylaşım ve tartışmalara bakabilir.

Ama yine de bazı şeyleri söyleme zorunluluğu var. Türkiye’nin (ve dolayısıyla Türkiyeli olarak bizlerin) kaderini belirleyecek seçimlere sayılı günler kaldı.

Şu anda ülke freni patlamış ve hızla karanlık bir tünele doğru yol alan bir kamyon görünümünde. İyi kötü aklı başında olan herkes bu seçimin “tünelden önceki son çıkış” olduğu konusunda hemfikir. Ancak bu hemfikir olma durumu ortak bir çözüm için işbirliği ve güç birliği yapma noktasına bir türlü gelemiyor. Ya da en azından şu ana kadarki seçimlerde ve son duruma baktığımızda bunun henüz mümkün olamadığını söyleyebiliriz.

Tayyip Erdoğan MHP ile kurduğu Cumhur İttifakı ile partilerin ittifak halinde seçime katılmalarının ve böylece %10 barajına takılmadan Meclise girebilmelerinin önünü açtı. Muhalefet için bir avantaj yakalanmış oldu. Muhalefet de ittifaklar kurdu ancak bu noktada klasik hastalıklar nüksetti.

CHP içindeki ulusalcı ve “anti Kürt” eğilimler ile Kürtler arasındaki “koyu Kürtler ve anti Kemalistler” siyaseten de olsa uzlaşı dilini bir türlü yakalayamıyor. Bunun yanı sıra Kürtler içerisinde de durum kısmen sıkıntılı görünüyor. HDP karşıtı çizgiler ile CHP ve Türk siyasetine mesafeli olanlar yeri geldiğinde oy kullanmamak ve seçimi boykot etmek gerektiğini dile getiriyorlar. Herkes kendini arzın merkezine koyup, bulunduğu noktadan taviz vermemekte ısrar etmeye devam ediyor görünüyor.

İttifaklar, ortaklıklar ve uzlaşının karşılıklı tavizler ve birbirine yaklaştıran adımlar üzerinden kurulabileceğinin bilinmesine rağmen, uzun süren bocalamadan sonra iyi kötü CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’den oluşan Millet İttifakı kurulabildi.
Burada hemen belirtelim ki HDP’nin bu ittifaka dahil edilmemesi, her ne kadar bir duygu kırıklığına yol açmış olsa da sonuçta hayırlı olmuştur. Görünen o ki HDP’nin baraj sorunu yok ve HDP olduğu durumda diğer partilerin ittifakı mümkün olamayacaktı. Her neyse, sonuç itibariyle bir nebze de olsa umut vaat eden bir seçim sürecine girdik. Artık bundan sonra yapılması gerekenleri konuşmak lazım. Çünkü iktidar partisi ve ortağı her türlü hukuksuzluğu ve adaletsizliği yapmaktan çekinmiyor ve seçimlerin sonuçlarına dair yapabilecekleri konusunda haklı endişelerimiz var.

İlk yapılması zorunlu olan şey, muhalefet cephesinden herkesin mutlaka oy kullanması ve partilerin de oy ve sandıklara sahip çıkması gerekliliği. Böylece iktidarın hukuksuz gasp ve hak ihlallerinin kısmen de olsa önüne geçilmesi, HDP’nin baraj altında bırakılmasının engellenmesi sağlanabilir.

Şimdi asıl söylemek istediğimize gelelim. Kürt meselesi ve onun son kırk yılda yaşanan savaş ve çatışmalı süreci Türkiye toplumunun huzur ve refahı ile demokrasisinin önündeki en büyük engel. Günümüzde geldiği (ya da getirildiği) son durumda ise, bir an önce aklı selim bir çözüm sağlanamazsa bir iç savaş ve bölünme tehlikesi kaçınılmaz görünüyor. Halklar bu zemin üzerinden ve ek olarak mezhep-inanç farklılıklarından karşı karşıya getirilip bir birileriyle -tabiri caizse- düşmanlaştırıldıklarından ötürü bu tehlikenin artık çok güçlü bir maddi temeli de var. Burada İyi Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti ve seçmenlerini konumuz dışı tutarsak, Türk Kürt, Alevi Sünni sol-sosyal demokrat seçmenin mutlak birlikteliğinin şart olduğunu belirtmek zorundayız. Takım taraftarlığı gibi parti taraftarlığından ziyade ortak kurtuluş, hukuk ve demokrasi taraftarlığında buluşabilme ferasetini göstermek zorundayız. Aksi taktirde su alan bu geminin batmasından sonra kimin haklı ya da haksız olduğu konusunun bir anlamı kalmamış olacak.

Son söz olarak gönül verdiğimiz partilerin gerek kendi içlerinde, gerekse de birbirlerine yönelik sürdürdüğü tartışmalar demokrasi kriterleri açısından önemlidir. Kavga, hakaret ve güç kaybettiren anlamsız iç çekişmeler olmadığı müddetçe siyaset kurumunun daha iyiye gitmesi açısından desteklenmelidir de. Ancak son yıllarda büyük oranda aynı kitleye (özellikle Kürt Aleviler) dayanan CHP ile HDP’nin hem birbirlerine yönelik, hem de kendi içlerinde yaşadığı tartışmalar endişeleri artırıyor. CHP tabanının HDP’yi etnik ve dini söylem üzerinden, HDP’nin de CHP’yi ulusalcılık ve sağcılık üzerinden vurmaktan vaz geçmemesi bu alanlardaki fay hatlarını güçlendirdiği gibi iktidarın da ekmeğine yağ sürüyor. Unutmamalıyız ki insanca ve hakça bir yaşam arzulayan kesimlerin büyük bir çoğunluğu bu iki partiyi destekliyor. Birbirimize dair olumlu eleştiri ve katkıları sürdürüp, ülkeyi sürüklendiği karanlıktan kurtarmak gibi elzem bir görevle karşı karşıyayız. Aksi taktirde “memleket” diyebileceğimiz ve dönebileceğimiz bir yerimiz kalmayacak.

Buna göre mevcut parti ve cumhurbaşkanı adaylarına baktığımızda Muharrem İnce ve Selahattin Demirtaş dışında umut bağlayıp destekleyebileceğimiz bir başka aday yok. Her iki partinin seçmeninin mutlaka ikinci turu hedeflemesi, ikinci turda da birbirine sahip çıkması zorunlu görünmektedir. Son günlerde her iki parti yetkililerinden buna vurgu yapan söylemler işitmek bu konudaki ümitlerimiz artırıyor.

25 Haziran sabahı umut dolu, güneşli ve neşeli bir güne uyanmak dileğiyle.
Aşk ile…

EN SON EKLENENLER