İnsanca yaşamak

“Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal, daha iyi!” GANDİ.

Egemen kapitalist sistem, bireysel ve toplumsal bilinçlerde “kör” noktalar yaratarak toplumsal yaşamı çürütüp dejenere (yozlaştırma) eder. Sistemin esas egemenlik sahası, toplumsal bilinçte yaratılan kör noktalardır. Kapitalist sistem ekonomik üretim dizgisiyle, enformasyon ağı üzerindeki tahakkümüyle, dilsel ifade tarzıyla ve kültürel sunumuyla (tv’ler) toplumsal bilincin açık alanlarını da kör noktalara çevirerek karartır ve toplumsal değerleri çürütür. Yetmez, çok yönlü ve sistematik algı imalatıyla doğrunun yerine yalanı koyar ve değer birikimlerini gasp edip ve bunu da süreklileştirerek toplumsal direnç odaklarını ortadan kaldırır.

Bu karartmalarla ve çürütmelerle birlikte; toplumların ve insanların insani değerlerden çok ciddi anlamda bir kopuş yaşandığını görüyoruz. Değerlerinden kopan kişi ya da kişiler; dün onun, bugün bunun, yarın başkasının adamı olurlar. Bu tipler için ilke ve erdem söz konusu değildir. Sadece ve sadece bunlar için bireysel menfaat-çıkar ve kariyer önemlidir. Bunların karakter yapısında hedefe varmak için her yol mubahtır. Bu kişilikler ahlaki politik toplum mücadelesi verenlere karşı tahammülsüzdürler. Zira taşları yerinde oynatana, “arı kovanına çomak sokana” bu kişiliklerin tahammül etmesi elbette beklenemez!

Kapitalist sistem, toplumun ruh ve zihniyet yapısına hakim olup, kendi zihniyetinin ruh kalıplarını, kendi sistemine göre dizayn eder. Toplumu adeta robotlaştırarak, beyinlere kendi programını yükler ve öyle yaşatır. Robotlaşan birey ve toplum en uysal “sürüsel” toplumdur. Dahası sadece bir boşluğa bağlı şekilde dönüp durur. Devamlı bir boşluk etrafında dönüp duran toplum manipülasyona (hileli yönlendirmeye-güdümleme) uğrar. Bu manipülasyon sonucunda toplum çürümeyle yüz yüze kalır.

Çürütülmüş beyinler, toplumsalın bütün değerlerini de alt üst ederler. Zira kapitalist sistemin içine sızıp da darmadağın edip ayaklar altına almadığı bir değer yoktur. Şöyle bir dönüp çevremizde olup bitenlere baktığımızda çürüme, yozlaşma, erdemsizlik, ilkesizlik, şiddet, kendini bilmezlik, gemisini kurtaran kaptandır anlayışı ve adam sendecilik anlayışı almış başını gidiyor. Kapitalist sistem ahlaki ve politik topluma karşı nasıl bir bilinç ve toplum modeli ortaya koyarak hâkim hale geldiyse, şimdi bu sistemi aşmakta ancak sosyalist bilincin bilgi ve bilinç inşasıyla mümkün olacaktır.

Sonuç: Toplumdan devlete, devletten topluma demokratik değerlerin sürekli aktarılması devletin laik, demokratik ve adil karakterli olduğunu simgeler ve ortaya çıkarır. Diğer yandan devletin demokratik ve adil karakterini ortaya çıkaran ve de belirleyen unsurlar başta siyasi partiler olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve sendikalardır. Bu demokratik kuruluşlar olmadan ne devlet demokratikleşebilir ne de toplum çok kültürlü bir yapıya sahip olduğunu kabullenebilir. Bu kurumların, ekonomiden politikaya, insan haklarında çevreye, kültürden sağlığa, eğitimden barışa kadar her konuda toplumdan yana çaba harcamak gibi bir sorumlulukları vardır.

Demokratikleşmenin en önemli ayaklarından biri de siyasetin demokratikleşmesidir. Zira demokrasi ve barış adına olumlu gelişmeler birbirini temamlar ve besler…  İnsanlık, gelecekte toplumdan devlete, devletten topluma demokratik değerlerin aktarılmasını başarabilirse, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve sendikalar gerçek anlamda toplumdan yana tavır alabilirlerse demokrasiye ve de barışa bir adım daha yaklaşmış olacağız.

Kapitalistler tarafından sürekli dini ve etnik özellikleri kullanılarak bölünen insanlık artık ortak eşitlik, demokrasi ve barış diliyle bütünleşmek durumundadır. İnsan en şerefli varlıktır denilir! İnsan en şerefli varlık ise, herkes ona ve onun iradesine (inancına, diline ve kültürüne) saygı göstermeli ki;  bu topraklarda eşit haklar temelinde, halkların kardeşliğini kucaklayan bir DEMOKRASİ gelsin insanlar BARIŞ içinde yaşasın… Aşk ile.

EN SON EKLENENLER