‘Biz ne camiye yaradık ne kiliseye’

Ermeni Soykırımı üzerinden tam 105 yıl geçti. 105 yılda Türkiye bu soykırımla yüzleşmediği gibi varlığını da inkar etti. Hala Osmanlı arşivleri tam olarak açılmadı ama sahada yapılan onlarca sözlü araştırma, soykırımın gerçekliğini gözler önüne sererken resmi tarih yazımının tezlerini de bir bir çürüttü.

Gazeteci Altan Sancar da resmi tarih yazımıyla yetinmeyip geçmişin peşine düşenlerden biri. Saklı Haç belgeseli ile Amed Eğil’deki Ermeni köklerinin izini sürerek o bölgede yaşayan insanların hikayelerini anlattı. Sancar gibi daha birçok kişi Müslümanlaştırılmış, kimliği yok edilmiş köklerinin peşinde. Onlar kendi kişisel geçmişini kazıdıkça ortaya ülkenin kanlı tarihi çıkıyor…

Altan Sancar, Ermeni olduklarını çocukken öğrendiklerini anlatıyor. Ama öğrendikleri bilgilerin ne kadar çelişkili olduğunu aynı zamanda: “Çocukken dahi bazen Ermeni akrabalarımız olduğu anlatılırdı. Ama bizim Ermeni olduğumuz söylenmezdi. Yine çocukken arkadaşlarımızla oynarken hakaret anlamında kullanmadan bize Ermeni derlerdi. Ama anlamadığım şey şuydu biz Ermeni değilsek nasıl olurdu da Ermeni akrabalarımız vardı?”

SURP GIRAGOS’U GÖRDÜKÇE DUYGULANIRIM

Sancar’ın zamanla bu söylemlere dair merakı artıyor. Bir yanda varlığı kabul edilen Ermeni akrabaları varken diğer yandan kendilerine dair bulanık bir geçmiş: “Gel zaman git zaman bu merak büyüdü, e haliyle bölgede demokrasi mücadelesi ile bir bilinç oluşmaya başladı. Önce büyüklerimiz, erkek ve kadın kendi büyüklerinden en az birinin Ermeni olduğunu söyledi. Sonra Müslümanlaştırılmış Ermenilerin torunları olduğumuzu öğrendik. İlerleyen yaşlarda araştırma yaptıkça, sordukça da tamamen asimile olmuş, dilini ve dinini kaybeden Ermenilerin torunları olduğumuzu anlamış olduk. İşin ilginç yanı bir yanımız Kürt bir yanımız Ermeni olmuştu. Ama bugün bile dini anlamda inancı olmayan biri de olsam, Surp Giragos’u gördükçe, Eğil’de yıkılan kiliseyi duydukça duygulanıyorum. Ve sanırım ilk olarak da bu duygusallık bana köklerimi anlattı.”

HER YENİ BİLGİ DAHA FAZLA ACI DEMEKTİ

Altan Sancar yıllar içinde araştırma yapıp hem soykırımın izlerine hem de akrabalarına ulaşıyor. Ulaştıkça ise hikayenin ne kadar can yakıcı olduğunu görüyor: “Araştırma da yaptık, dinini ve dilini koruyan akrabalarımıza da ulaştık. Her öğrendiğim bilgi ile canım daha fazla acıdı. ABD’de yaşayan ve bizi tanımayan, bizlerin de tanımadığı yakın akrabalarımız olduğunu gördüm. Dedemin dayısının hikayesini öğrendim. Suriye, Ermenistan ve sonunda ABD’ye uzanan hikayeyi dinledim. Ermeni iki kardeş olarak ayrılan, yıllar sonra biri Müslümanlaştırılmış Ermeni, bir diğeri aslını koruyan Ermeni olarak yeniden kavuşan ninelerimizi öğrendim. Her öğrenme bana daha fazla can acısı yaşattı. Belki de tarihin normal akışında köyümüzde yan yana olacağımız akrabalarımızla hiç tanışmamış olmak, tek tük kelimeler dışında Ermenice bilmemek, kısacası sana giydirilen gömleğin sana ait olmadığını bilmek… Bunları öğrenmek 1915’te yaşananların minik bir özeti gibiydi.”

GECE İLE GÜNDÜZ KADAR FARK VAR

Kendi ailesinin hikayesinin peşine düşüp tarihini kendisi ortaya çıkaran Sancar için resmi tarih sadece ders notlarından ibaret. Amed’de büyümüş olmak bu tarihe boyun eğmemek onun için aynı zamanda: “Resmi tarih size üniversite kazandırır, memur olarak atanmanızı sağlar. Tabii ona inanır ve boyun da eğerseniz. Resmi tarih bana büyük ninemin annesinin mezarının neden olmadığını söyleyemez. Resmi tarih bana kuşaktan kuşağa aktarılan ve hep saklı tutulan haçın anlamını ve öyküsünü vermez. Resmi tarih bana kripto Ermeni diyor. Ona göre büyüklerim kimliklerini gizlemiş, ülkeyi de karıştırmış. Sözlü tarih ise bana ninemin acısını, özlemini, suskunluğunu verdi. Çok basit bir ayrım olarak Saklı Haç belgeselinde sık sık anılan Hezaz, yani dipsiz kuyuların nasıl oluştuğunu bilirsiniz, ama nasıl kullanıldığını bilmezsiniz. O kuyuların kaç Ermeni’ye mezar olduğunu bilmezsiniz. Sözlü tarih ise oralara atılan Ermenilerin adını, evini, acısını veriyor. Resmi tarih Konya’da yaşayan ve kendisini Türk bilen, ama büyük ninesi Diyarbakırlı bir Ermeni olan genci bize anlatmaz. Sözlü tarih ise o gencin büyük ninesinin meşelik alanda saklanarak nasıl kaçtığını, Konya’da kaybolduğunu ve evlendiğini anlatır. Arada fark var mı? Doğru ile yalan, gece ile gündüz kadar fark var.”

YÜREĞİNDE ERMENİ, DİLİNDE MÜSLÜMAN BİR KÜRT GİBİ YAŞADI BÜYÜKLERİMİZ

1915’in izlerini kendisi arayıp çıkaran, yaşadığı köyün hikayesini beyazperdeye aktaran Sancar, Eğil’deki herkes gibi iki kimlikli bir yaşama sahip. Ama fark şu iki tarafa da ne tam bir aitlik ne de onlardan kopuş yaşayabiliyor: “Ben Kürt kimliği ile büyüdüm. Bu kimlik için bir mücadeleyi gördüm, bu kimlik nedeniyle cezaevine atıldım. Hem de bir yanımın Ermeni olduğunu bile bile. Hem de bir kimliğimin diğer kimliğimi öldürdüğünü bile bile. Çok büyük çelişki bu iki kimliği yaşamak. Bizden öncekiler, Ermeni kimliğinden korkup Müslüman Kürt kimliğine sarılmışlar. Devlet Kürt kimliğini de sevmeyince onu da gizlemeyi bize tembih ettiler. Biz Kürt kimliğini gizlemediğimiz gibi Ermeni kimliğinin de peşinden koştuk. Düşünsenize namaz kılmayan, ama ortama girdiğinde Müslümandan daha Müslüman olan bir kadını veya erkeği. Ya da oruç tutarken boynunda annesinin haçını saklayan bir kadını. Çelişki değil bu, korku. Yüreğinde Ermeni, dilinde Müslüman bir Kürt gibi yaşadı büyüklerimiz. Biz şimdi hem Kürt kimliğini biliyoruz hem de Ermeni. Kürt kimliğim Ermeni kimliğime zulmetmiş, Ermeni kimliğim Kürt kimliğime kızgın. Hayyam’dan alıntıyı değiştirerek söyleyecek olursak, biz ne camiye yaradık ne kiliseye.”

EN SON EKLENENLER