PKK terör örgütü mü, araya kaç santim mesafe koymalı?

OYA BAYDAR

Savaş; şiddet ve terörün en üst biçimidir. Savaş varsa, çatışma varsa şiddet/terör vardır. Savaşan bütün güçler, amacına şiddet kullanarak varmaya çalışan bütün yapılar kaçınılmaz olarak terör yöntemleri kullanır

Bugünlerde sık yazamıyorum. Bir yandan; çığlığın, sözün, yazının boşlukta yitip gittiği duygusu, öte yandan genç kuşağın bilimle, kültürle, hak hukuk titizliği ve etik değerlerle donanmış yazarlarının söylemek istediklerimi benden çok daha iyi ifade etmeleri; bir de, 80 yılı arkada bırakacağım temmuz başında bitirmeyi planladığım 80 Yaş (korona) Günlükleri… Sonra, yazdıklarımız kadar yazmadıklarımızdan da sorumlu olduğumuzu düşünüyorum. Yazmaya korkuyor muyum, diye içimi yokluyorum ve korkunun ecele faydası yok, vicdana zararı var, diyerek yazıyorum işte.

Terörle aramıza kaç metre mesafe koymalıyız?

Korona salgınından beri, beşikteki bebeden bencileyin bir ayağı çukurda nineye kadar herkes “sosyal mesafe”yi öğrendi. Önceleri bir buçuk metre deniyordu, şimdilerde bilim insanları güvenli olması için dört metre öneriyorlar.

Ekranlarda, YouTube yayınlarında, benzeri mecralarda, ama sunucu ama konuk olarak yer bulmuş birtakım insanların, siyasîlerin, sadece HDP’ye değil Kürt meselesinin barışçı çözümünden yana olan, Kürt halkının hak ve özgürlüklerinin eşit yurttaşlık temelinde tanınması gerektiğini savunan, giderek apartheit’a dönüşen ayrımcılığı kabullenemeyen kişilere, örgütlere yönelttikleri o komut: Terörle arana mesafe koy! Ve o soru: PKK terör örgütü müdür?

Anlamsız olduğu kadar kötü niyetli bir soru bu. Ümit Kıvanç’ın bu konudaki yazısından sonra fazla uzatmama gerek yok. Ben, soruya kendi cevabımı vermek, araya konacak mesafenin kaç metre olması gerektiğini de soruyu soranlara yöneltmek istiyorum.

Bütün silahlı yapılar ve savaşlar şiddet ve terör barındırır

Terör (tedhiş, şiddet yoluyla yıldırma, korkutma) ve terör örgütleri konusunda çok geniş bir literatür var. Uluslararası hukuk ve belgelerde, kararlarda, doktrinde, 2001’de İkiz Kuleler’e karşı El Kaide saldırısından sonra genişleyen, çoğalan, derinleşen bu literatürün ortak noktası, terör kavramında aşağı yukarı bir uzlaşma olsa da siyasî terör örgütü nitelemesinin dönemlere, ülkelere, uluslararası konjonktüre göre farklılık göstermesi. Hele de pratikte, herhangi bir yapının terör örgütü olarak adlandırılması tümüyle siyasî bir tercih.

Özellikle ulusal kurtuluş hareketlerinin yükseldiği, “devrimci terör” kavramının ve pratiğinin dünya solunda etik değer kazandığı 1960’lara, 70’lere bakıldığında bu durum açıkça ortaya çıkıyor. Yüzlercesi arasından birkaç örnek; FKÖ, Zapatistalar, IRA, ETA, FLN (Cezayir), SWAPO (Güneybatı Afrika), MPLA (Angola) gibi, bağımsızlık uğruna ya da siyasî amaçlar ve haklar için kendi devletlerine karşı silahlı mücadeleye girişmiş; çatışma ve savaş ortamında tümü şiddet ve terör yöntemleri kullanmış yapılar terör örgütleri midir?

Wikipedia’nın terör örgütleri listesinde, Türkiye’nin de dahil olduğu belli başlı ülkelerin hangi örgütleri terör örgütü saydıklar, ayrıca da geçmişte terör örgütü kabul edilmiş olanların hangileri olduğu yer alıyor. Listeyi incelemek, “terör örgütü” kabulünün hem ulusal hem de uluslararası planda göreliliğini ve siyasî temelini açıkça ortaya koyuyor. Bir devletin terörist ilan ettiği bir örgütü başka devletler kendi çıkarlarına, dış siyaset hesaplarına, bölgesel nüfuz planlarına göre terör listesine alıyor veya dışında bırakıyorlar. Sizin terör örgütü saydığınız yapı başkaları için ulusal kurtuluş ordusu olabiliyor. Bu, aynı zamanda bir konjonktür sorunu, yani döneme ve duruma göre değişebiliyor. Ülkeler, terörist olarak tanımladıkları örgütleri diğer ülkelerin de terör örgütü olarak tanımalarını sağlamak için çabalıyorlar, bu tanıma olayı bazen karşılıklı pazarlık unsuru, bazen şantaj aracı olabiliyor.

Savaş varsa terör vardır

Savaş; şiddet ve terörün en üst biçimidir. Savaş varsa, çatışma varsa şiddet/terör vardır. Savaşan bütün güçler, amacına şiddet kullanarak varmaya çalışan bütün yapılar kaçınılmaz olarak terör yöntemleri kullanır. Devletin şiddet ve terör tekelini elinde bulundurması devlet terörünü, millî orduların şiddet eylemlerini aklamaz; ancak devletler, tehdit ve tehlike saydıkları yapıları terör örgütü ilan ederek iç ve dış kamuoyunda onlara uyguladıkları terörü meşrulaştırmaya çalışırlar.

Şimdi konudan kaçmadan, soruyu iktidarın HDP’yi ve Kürt siyasî hareketini destekleyenleri meşru zemin dışına atmak için kullandığı tarzda soralım: PKK terör örgütü müdür? Benim cevabım: Bütün benzer yapılar ve devletlerin resmî savaş aygıtları gibi, şiddet ve terör yöntemlerine başvuran bir örgüt olduğudur. Ötesi tümüyle siyasî retorik ve propagandadır. Bu yüzden, özellikle HDP’lilere yöneltilen “PKK terör örgütü müdür” sorusu Kürt siyasî hareketini köşeye sıkıştırmayı amaçlayan, barışçı demokratik bir çözümü olanaksızlaştıran kötü niyetli bir sorudur. Ardından gelen, “terörle aranıza mesafe koyun” talebi ise iktidara yaranmayı, devlete yaslanmayı amaçlayan laf ebeliğinden başka bir şey değildir.

Koronavirüs’le aramıza kaç metre mesafe koymak gerektiğini biliyoruz ama terörle aramıza nasıl, ne kadar mesafe koyacağız? Ben ama’sız barışçı olarak şiddeti, terörü kimden gelirse gelsin, kime karşı hangi amaçla uygulanırsa uygulansın bütünüyle reddeden biriyim. Yani, arama mesafe koyamam çünkü terör zaten ufkumun dışında.

HDP nasıl mesafe koyacak?

HDP 2013’te ilk adımları atılıp 2015 yazında trajik olaylarla sona eren barış sürecinin partisiydi. Öcalan’ın dönemin koşullarında tasarladığı, barışçı çözümü kolaylaştırmak amacı taşıyan bir bileşenler partisiydi. Kuruluş döneminde AKP iktidarı ve devlet, İmralı’dan Kandil’e “terör örgütü”nün en üst düzeyiyle mesafesiz yakın ilişki içindeydi. PKK ise bugün ne kadar teröristse o gün de o kadar terör örgütüydü. Üstelik o zamanlar Türkiye sınırları içinde çok daha güçlüydü, savaşçı kadroları, militanları binlerle sayılıyordu. Bugün resmî açıklamalara göre kolu kanadı ağır operasyonlarla kırılmış, sınırlarımız içinde 500’den az mevcudu kalmış.

Hatırlıyorum; 7 Haziran seçimlerine doğru gidilirken, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a partinin PKK ile ilişkisi sorulmuştu. Demirtaş, “Sosyolojik tabanımız aynı” cevabını vermiş, her türlü terörü reddettiklerinin, amaçlarının “ortak vatanda ortak yaşam” olduğunun altını çizmişti.

Demirtaş’ın sözleri açıktı: Partinin dayandığı ana unsur Kürt tabanıydı. O tabanın önemli bölümü için PKK, hak ve adalet çığlıklarının, Diyarbakır hapishanesindeki akıl almaz işkencelerde yitirilen yaşamların, kimliklerinin ve onurlarının taşıyıcısıydı. Her evden en az birkaç kişinin çatışmalarda ya da baskınlarda öldüğü, oğulların kızların dağlara çıktığı, köylerinin evlerinin yakılıp yıkıldığı, halkın sadece haklarının değil onurunun da ayaklar altına alındığı bölgede, zaman zaman örgütün terör eylemleri kendilerine yönelse bile, sonunda onların çocuklarıydı, yakınlarıydı. Sosyolojik tabanın aynı olması, ortak acıların, ortak talep ve özlemlerin, ortak hafızanın paylaşılması anlamına geliyordu. Aslında Kürt halkı açısından bakıldığında bugün de öyle.

HDP’yi köşeye sıkıştırmak için “Kahrolsun PKK!” diye bağırmasını isteyen, hiçbir işe yaramayacağını bildikleri halde bundan kötücül bir tatmin duyacak olanların hesaplayamadıkları şey, o sosyolojik tabanın duygularıdır. Özellikle son beş yıldır bölgede yaşanan büyük yıkım ve acılarda silahlı örgütün payının bilincine varmaya başlamış olanlar bile, HDP’yi yok etmeyi amaçlayan, baştan sona anlamsız bu talebe devletin istediği cevabı verenleri kabullenmez, “caş” sayar. Çünkü o halk için PKK; sizin benim, hele de devletin gözündeki “terör örgütü” değil, haklarını zalimlere karşı korumak için silaha sarılmış olan yakınlarıdır. On yıllardır terörün, şiddetin beterini yaşamış o insanların kolektif hafızasında terör sözcüğü örgütten çok devleti çağrıştırır.

Legal bir parti olan HDP’nin şiddeti, terörü, savaşı savunduğunu, yücelttiğini hiç duymadım. Aksine, sorunların savaşla değil diyalogla çözülmesi gerektiğini, silahla bir yere varılamayacağını söylediklerini defalarca duydum. HDP’yi, Kürt siyasetçileri, Kürt halkının yanında saf tutan demokratları yalanlarla, saptırmalarla karalayan, suçlu ilan eden, itibarsızlaştırmaya çalışanlar, HDP’nin sivilleri hedef alan terör eylemlerini her defasında şiddetle kınadığını duymadılar, duyurmadılar.

Terörle arasına mesafe koymak bundan başka nedir? Buna karşılık, durmaksızın “terörle arana mesafe koy” nakaratını tekrarlayanların, hatta işi “tövbe etsinler”e kadar götürenlerin Kürt halkı üzerindeki şiddetle, baskıyla, zulümle aralarına santim mesafe koyduklarına hiç şahit olmadım.

Tövbe etmesi gereken birileri var, doğru. Üstelik oldukça kalabalıklar. Ülkede ve bölgede savaşın, şiddetin, terörün sürmesindeki suçları, günahları, tarih ve halklar önünde tövbeyi gerektiriyor gerçekten.

t24.com.tr

EN SON EKLENENLER