HAKİKAT ARAYIŞINDA ÖZ’E YOLCULUK

Her insanın içinde açığa çıkmayı bekleyen bir cevher vardır. Bu kainata insan olarak gelmek ise , en büyük nasiptir. Bu büyük şansın anlamını çözmek ve bunun tadını almak her kişinin , kendi arayışı ve çabasına bağlıdır
Madem bu Kainat’daki varlığımız bize verilmiş istisnai bir şanstır. O halde bunu en iyi şekilde değerlendirmek için öğrenme ve öğretme yolculuğuna çıkalım. Aslında çıkacağımız bu yolculuk kendi kendimize, kendi dünyamıza , kendi içimizdeki cevheri açığa çıkarma mücadelesinin yolculuğu olacaktır.
Öğrenmek için belki bir rehbere , bir öğretene bir mürşite ihtiyaç vardır. Ama bir onaya değil. Yani bir şey öğrenmek için kimsenin bizi onaylamasını veya iznini almamız gerekmez. Çünkü her insanın öğrenme becerisi ve potansiyeli zaten vardır.
Ama öğretmek için , mutlaka bir Talibe veya Talebe’ye ihtiyaç vardır. Yani öğrenmeye aday ve arayışı olan biri yoksa, öğretmek eylemi mümkün değildir veya hizmeti gerçekleşmez.
O halde şunu netleştirebiliriz. Öğrenmeyi hızlandırıp , kolaylaştırmak için REHBER, Öğretmek için bir Talib gereklidir. Fakat öğrendiklerini öğretmek , daha önemli bir görev ve sorumluluktur. Çünkü ancak bu şekilde, öğrendiklerimizin bir anlamı olabilir.
Tıpkı Yunusun dediği gibi;
‘’ ilim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır.’’
Evet öğrendiklerinle kendini tanımış isen, kendi hakikatının anlamını çözmüş isen, bu ilmin bir anlamı vardır. Yoksa manasız bir ezber ve ‘’Kıyl-u Kal’’dır. Bilgiyi , ilimi sana öğretenlere verebileceğin en büyük karşılık , senin de başkalarına öğretmendir. Yoksa sadece seninle sınırlı bir gerçeğin bu kainat da, ne anlamı olabilir ki ?
Alevi öğretisinden Tasavvuf felsefesine de geçen , bu hakikat arayışı yolculuğu ile , birey kendi iç dünyasına doğru , bir ömür boyu sürecek bir yolculuk yaparak, hem kendini , hem de kendindeki kainatı tanıma, çözme, anlama ve bütün bu çözdüklerini de , anlatma ve öğretme seviyesine ulaşır.
Alevi dervişlerinin bin yıllar boyu bu temel düstüru ve hizmetleri ile , YOL ve öğretinin değerleri bu şekilde oluşmuş oldu. Bu öğretide dört kapı ve kırk makam da , ifadesini bulan, hakikatını arama , kendini tanıma , bulma yolculuğu, eğitim metodun da , irşad olarak anlam kazanmıştır.
Bu kainatın her zerresini dolaşma ,arama serüveni başlangıçta dışarıdaki dünyayı anlama çabası ile başlasa da, irşad yolunda ilerledikçe, görünen , görünmeyen bütün alemlerin, kendi iç dünyasında , kendi nefsi ve algısında bulunduğunu çözdükce , iç dünyasına , kendi benliğine doğru derinlik ve sonsuzluk kazanan yolculuğun içinde , her şeyi her sorunun cevabını buldukça , ferahlar , rahatlar ve herkesin bu büyük sırrı çözme mutluluğunu tatmasını ister.
FENAFILLAH / İNSAN-I KAMİL AŞAMASI
Bu aşamaya gelen biri , artık kendi kendine yetmez, yollara düşer, yol taliplerini arar ve beynindeki , yüreğindeki bu ışık patlamasını çıra yapıp, yol göstermek , Yolu arayanlara ışık olmak , önünü aydınlatmak ister. Onun için en büyük varlık bu hizmeti yapmaktır.
Her insan başlangıçta , kendi değerini fark edemeyecek bir durumda olabilir. Tıpkı işlenmemiş bir ham madde gibidir. Bir ağaç, maden veya taş gibidir. Kendinde saklı olan cevherin farkına varmak için , bazen bir Ustanın elinden geçmeye ve rehberliğine ihtiyaç vardır.
Bu konuda , değerin anlamını , manasını çok güzel anlatan bir hikayeyi , ‘’Hakan Mengüç’ün , Ben Ney’im ‘’ adlı eserinden aktaralım.
Elimdeki Taş’a Kaç Para Verirsiniz ?
‘’Vaktiyle bir hoca yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisini sınava çekmek ister. Öğrencinin eline , altın renkli parlak bir taş verir. Oğlum der; bunu al, sağda solda esnafa göster. Kaç para vereceklerini sor. Sonra da bir kuyumcuya götür. Ama taşları kimseye satma. Sadece kimin ne fiyat biçtiğini , öğren gel kafidir.
Öğrenci aldığı ödevi, yerine getirmek için, çarşıda dolaşmaya başlar. Önce bir bakkal dükkanına girer. Bu taşa ne fiyat biçersiniz diye sorar. Bakkal parlaklığından pek etkilendiği bu taşı eline alır ve dikkatli evirir , çevirir sonra da, buna bir lira veririm der.’’ Benim oğlanın (öğrencinin) çok hoşuna gider. Öğrenci bakkaldan sonra , bu kez Terziye yönelir. Terzi de , parlak bir boncuğa benzettiği taşı eline alıp, ‘’Güzel bir şeye benziyor bu’’ der. Ben bunu , hanımlara yaptığım bir elbisenin üzerinde kullanabilirim. Sana yirmi lira vereyim. Öğrenci çok şaşırır. Bakkalın bir lira fiyat biçtiği taşa , terzi tam yirmi katını ödemeyi teklif ediyordu.
Öğrenci terziye teşekür ederek çıkar. Doğrudan bir kuyumcuya girer. Kuyumcu öğrencinin elindeki taşı görünce, yeriden fırlar. ‘’ Bu kadar değerli bir mücevheri nerden buldun sen? Diye sorar hayretle. Buna kaç lira istiyorsun söyle. Öğrenci ne diyeceğini bilemediğinden , ‘’siz ne fiyat biçersiniz’’ diye sorar.
Kuyumcu derhal atılır.’’ Ben buna yüz bin lira veririm’’ der. ‘’ hatta sen bunun için ne istiyorsan, onu da veririm.’’ Öğrenci satamam deyince , kuyumcu ısrar eder. ‘’ bu taşı bana sat, dükkanıımı , evimi hatta arsamı bile vereyim’’ . öğrenci bu taşın bir emanet olduğunu , maalesef satmaya yetkisinin olmadığını açıklar.
Taşı alıp kuyumcudan ayrılan öğrencinin kafası iyice karışmıştır. Hemen hocasının yanına döner. Yaşadıklarını , olduğu gibi anlatır. Bunu üzerine hoca sorar; ‘’ Anlat bakalım , tüm bunlardan ne çıkardın.? ‘’
‘’ Çok şaşkınım efendim’’ der öğrenci.
‘’ ne diyeceğimi bilemiyorum. Kafam karma karışık’’.
‘’ Bak oğlum… ‘’ der hoca.
‘’ Bir şeyin değerini anlamak için, ancak işin ehli anlar.’’ Herşey değer bilenin yanıında , hakkının karşılığını alır. Bu yüzden, hayatın boyunca , hiç bir zaman başkalarının senin hakkında karar vermesine izin verme. Biri sana değersiz dedi diye , kendini değersiz his etme.
Çünkü değerli taş’dan ancak kuyumcular anlar. (1)
Hikayemiz böyle sona eriyor. Bu hikaye ile şu sonuca varıyoruz. Her işin hakkını ancak , o işin ehli bilir ve verir. Bunun ise SIRRI , bilgi ve öğrenmektir. Bizim hem inanç kültürümüz, hem yaşam felsefemiz, hem de, İRŞAD yöntemimiz bu temel bilgi ve ilim aktarımı , tecrübesine dayanan, insanlığın kadim değerlerini öğrenme , bilme ve öğretme üzerine kurulmuştur.
Bunu ifade eden yüzlerce Deyiş ve Nefes vardır. Yazımızı bir Pir Sultan Abdal deyişi ile bağlayalım.
BİLENE DANIŞ
‘’ Bilirim bilirim dersin bilene danış
Danışık dağları ,aşar mı aşar
Danışmadan yola , çıksa bir kişi
Şaşırır düz yolda , şaşar mı şaşar
Altın’da bir Pul’a ,olur mu kabil
Ehli ile konuş olasın ehil
Cahille konuşma ,olursun cahil
Kişi ayarından düşer mi düşer
Budur kainatın yekta güheri
Kalbi cevher olan, olmaz ser seri
Bir kişi içerse , ab-ı Kevseri
İrfan meydanında , coşar mı coşar
Pir SULTAN ABDAL’ım , bu böyle olur
Herkes ettiğini , elbette bulur
Alıcı kuşların ömrü az olur.
Akbaba zararsız yaşar mı yaşar.
Sevgili canlar , sözün özü, kadimden gelen bu yolun, bütün değerlerini insanlık hafızası ile , bilen öğretti, öğrenen yaşattı. Yaşayanlar toplumsallaştırdı. Şimdi hakikate Talip ,YOL’a rehber olma sırası bizde.
Bu Kadim Yol’a hizmet edip , yürüyene aşk ile.
Kaynak ve açıklamalar:
(1)- Ben Ney’im – hakan mengüç 107. Baskı , Destek yayınları
Fenafillah; ekşi sözlük – internet sitesi
FENAFİLLAH: Vahdet-i vücuda dayanan eylem İnsan-ı kamil olup, tanrı ile tek vücut olmasına denir.
İnsan dünyanın tüm nefsi kötüye kullandıran değerlerinden kendini arındırmıştır. Benliğinden sıyrılıp, Hak (tanrı) ile bir olmak. Bir nevi ölmeden önce ölmek.
Tasavvuf’da : Tanrı ile bir olma yolunun giriş kapısı ,tasavuf’ta kişinin ulaşabileceği en üst mertebe. Kasret’ten (çokluk) kurtulup, Vahdet’e (teklik) ulaşma , Hakk’la (tanrıyla) bir olma. Hallac-ı mansur ve Nesimi’nin ulaştığı ,eriştiği bir aşama.
Ali Köylüce
18.07.2020

EN SON EKLENENLER