NSU cinayetleri: Hedefte olanların sayısı arttı

Almanya’da 2000’li yılların başında başlayan ırkçı Neonazi örgüt NSU’nun cinayetleri, uzun süre “Dönerci Cinayetleri” olarak ele alınıp ırkçılık bağlantısı geri planda bırakılarak anıldı. Fakat cinayetler arasından bağlantı yıllar sonra tesadüfen çözülecekti. 11 yılda Türkiye’den gelen Kürt, Türk göçmenlerin yanı sıra bir Yunan göçmenle de birlikte toplam 10 kişiyi öldüren NSU, bu cinayetlerde aynı marka silahı kullanmasına rağmen uzun süre bağlantı kurulmadı. Bunun bir başka sebebi ise Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından yükselen ırkçılık ve bunun polis ve istihbarat içerisindeki yapılanmalarıydı. 2018’de dava sonuçlandı, sadece çete üyeleri ceza alırken arka plandaki ilişkiler ve yardım edenler ne ortaya çıkarıldı ne de yeteri kadar ceza aldı. ANF’nin sorularını yanıtlayan Evrensel Gazetesi’nden Gazeteci Yücel Özdemir, KOR Kitap’tan çıkan “NSU Cinayetleri” kitabında tüm bu dava sürecinin yanı sıra bu ilişkiler ağını da inceliyor.

NSU yaklaşık 10 yıl cinayetler iÅŸledi. Bunlar basında “Dönerci cinayetleri” olarak geçti. GeçmiÅŸe yönelik arÅŸivlere de baktınız siz, o dönem ilk baÅŸlarda basın ya da devlet yetkilileri olaya nasıl yaklaÅŸtı?
 

Cinayetler devlet ve basın tarafından 4 Kasım 2011’e kadar asıl olarak “kriminal olaylar” ÅŸeklinde deÄŸerlendirildi. Ä°lk iki cinayet (Enver ÅžimÅŸek ve Abdurrahman ÖzüdoÄŸru) Nürnberg’de iÅŸlendiÄŸi için bunların ülke genelinde seri cinayetlerin baÅŸlangıcı olarak görülmedi. Haziran 2001’de Süleyman TaÅŸköprü’ün Hamburg’da aynı silahla öldürülmesinden sona, cinayetler aralarında baÄŸlantı olduÄŸundan hareket edilmeye baÅŸlandı. Ancak ırkçıların cinayetleri iÅŸlemiÅŸ olabileceÄŸi ihtimal dışı tutuldu. Güvenlik birimleri ve basın sürekli katledilenlerin yakınlarını hedef olarak gösterdi, saatler süren sorgulamalardan geçirildiler. Bu baskıdan ötürü pek çoÄŸunun psikolojisi bozuldu, tedavi görmeye baÅŸladı. Suçlu göçmenler arasında arandığı için “Dönerci Cinayetleri” adı konuldu. Hâlbuki katledilenler arasında Türkiye’den gelme dışında hiçbir baÄŸlantı yoktu. Öldürülenler arasında Türk de Kürt de Alevi de Sünni de var. Hatta az Türkçe bilen Yunanistanlı Teodoros Boulgarides de Türkiye’den gelen birisi sanılarak öldürülüyor.

Peki, çete üyeleri bir tesadüf eseri yasaklandı fakat daha sonra üyeleri öldü, evraklar kayboldu. NSU, buzdağının sadece görünen yüzü müydü?
 

NSU aslında bir sürecin sonucu. Ä°ki Almanya’nın birleÅŸmesinden sonra devletin istihbarat örgütleri eliyle aşırı saÄŸ örgütleri DoÄŸu Almanya’da kurduÄŸu artık ayrıntılı olarak biliniyor. Cinayetlerde tetikçilik yapan Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt ve baÅŸsanık Beate Zschäpe istihbarat örgütünün kurduÄŸu Thüringen Anavatanı Koruma Örgütü (THS) içinde politikleÅŸip, örgütlendiler.

Keza son göçmen cinayeti olan Kassel’de Halit Yozgat’ın katledilmesi sırasında istihbarat elemanı Andreas Temme internet kafede bulunuyordu.

Bütün bunlar Almanya’da Neonazilerle istihbarat arasındaki iliÅŸki açısından sadece görünen kısmı. Görünmeyen kısmında bu iliÅŸkinin çok daha derinlerde yattığı gerçeÄŸi var. NSU davasının 11 Temmuz 2018’de bitmesinden sonra bu kez müdahil avukatlara ve demokrat aydınlara NSU 2.0 adına tehdit mektuplarının gönderilmesi, sonunun sadece mahkeme karşısında çıkarılanlardan ibaret olmadığını gösteriyor. Bunu devletin kendisi de biliyor. Son birkaç aydır özellikle güvenlik birimleri içindeki ırkçı örgütlenmelerin dağıtılması için yapılan deÄŸiÅŸik operasyonlar, devlet aygıtı içinde yer alanların bir kısmını tasfiyeye yönelik olduÄŸu anlaşılıyor.

Kitapta da yer verdiğiniz gibi hem polis hem de istihbarat üyelerinin aslında NSU ile bağlantısı vardı. Almanya bunun üzerine ne kadar gitti? Kamuoyunda bu nasıl karşılandı?

Dava sırasında ve sonrasında bu ilişki üzerine pek gidilmedi. Tersine ilişki sürekli gizlenmeye çalışıldı. Cinayetleri işleyenlerin etrafında çok sayıda istihbarat elemanın olduğu belirtilmesine rağmen bunlardan hiçbirisi yargılanmadı, ceza almadı. Bütün bunlardan ötürü, büyük beklentilerle başlayan NSU davasından çıkan karar kamuoyu tarafından tepkiyle karşılandı. Özellikle istihbaratla cinayetleri işleyenler arasındaki bağlantıların açığa çıkarılmasını talep eden antifaşist güçler doğal olarak sonucu tepkiyle karşıladı. Ayrıca mağdur ailelerinin de başlıca talebi, mahkeme karşısında çıkarılan sanıklara kimlerin yardımcı olduğunun açığa çıkarılarak yargılanmasıydı. Bu beklenti de boşa çıktı. Bu nedenle NSU davası her ne kadar hukuken bitmiş olsa da vicdanlarda kapanmamıştır.

Yargılama sonucunda NSU üyeleri ömür boyu hapis cezası aldı ama geri kalanlara hafif cezalar verildi. Almanya yargısı bu anlamda nasıl bir sınav verdi?
 

Olumlu bir sınav verdiğini söylemek mümkün değil. Beş yıl içinde 438 duruşma görüldü. 765 tanık ve 51 bilirkişi dinlendi. Buna rağmen Federal Savcılık tarafından iddianame haline getirilen cinayetlerin sadece üç kişi tarafından planlanıp işlendiği tezi değişmedi. Bu kadar tanık ve bilirkişinin söyledikleri sonunda cinayetlerin işlenmesinde suç ortaklığı yapanların daha az ceza alması için kullanıldı. Bu nedenle özellikle Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerde Alman yargısında güvende önemli bir hayal kırıklığı yaşandı.

Åžu an AB, Almanya’nın da öncülüğünde kale Avrupa dediÄŸimiz olguyu güçlendiren yeni göçmen yönetmeliÄŸini 2021’de yürürlüğe koyacak. Öte yandan AB’de göçmen karşıtlığı ve ırkçılık yükseliÅŸi artıyor. NSU davasından bu yana tüm bunları düşünürsek ne deÄŸiÅŸti?
 

Asıl değişim hedef haline getirilenlerin kapsamı genişletildi. Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde son yıllarda aşırı sağ parti ve örgütler önemli bir güç kazanmış durumda. Tarihinde bir kara leke gibi duran Almanya’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez 2017’deki genel seçimlerde Federal Parlamento’ya Almanya için Alternatif (AfD) adlı ırkçı-milliyetçi parti önemli bir güç olarak girdi. Şu anda da anamuhalefet durumunda. Yine bütün eyalet parlamentolarında temsil ediliyor. Benzer bir durum diğer Avrupa ülkelerinde de mevcut.

Aşırı sağ popülist partilerin güç toplamasında iki konu önemli: Sığınmacılar ve İslam. Yüzbinlerce insanın neden büyük tehlikeleri göze alarak kendi ülkelerini terk etmek zorunda kaldığı, göç etmelerine vesile olan savaşlarda Avrupa devletlerinin rolü görmezden geliniyor ve demagojik tarzda korkular körükleniyor. Bu özellikle ekonomik sorunları fazla olan kesimler arasında etkili oluyor. AB’nin egemen sınıfları ise bunu gerekçe göstererek Avrupa’yı bir kaleye çevirip, girişleri engellemek için her türlü yola başvuruyorlar. Sözünü ettiğiniz AB’nin yönetmenliğinin asıl amacı da bu.

İslam adına işlenen terör saldırıları da Avrupa’da aşırı sağın göç toplamasına neden oldu. 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e düzenlene terör saldırılarından önce İslam karşıtlığı oldukça sınırlıydı. Daha çok yabancı ve sığınmacı düşmanlığı aşırı sağcıların konusuydu. El Kaide’den sonra bir de IŞİD’in ortaya çıkıp hem Kürtlere ve Ezidi kadınlara hem de Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdikleri terör saldırıları korkuları büyüttü, aşırı sağcıların ekmeğine yağ sürdü, sürmeye de devam ediyor.

NSU cinayetlerinin asıl amacı Türkiye’den gelen göçmenleri suçlu göstererek toplumdan dışlanmalarını sağlamaktı. Sözünü ettiğiniz sağ popülist kesimler ise hedef kitleyi genişlettiler. Her şeye rağmen aşırı sağa, milliyetçiliğe karşı geniş antifaşist ve demokratik bir cephenin halen varlığını koruması oldukça değerli.

EN SON EKLENENLER