Buz mavisi

Um Hiba, 16 yaşındayken esir düşen 6 bin Êzîdî’den biri. Vahşice öldürülen binlerce insan arasından ‘şanslı’, sayılanlardan biri. IŞİD, Sincar’ı işgal edip onu da esir aldığında; Um, evli ve hamile.

Um, 2017 yılında özgürlüğüne kavuşuyor, fakat bu kez kendi toplumu onu çocuğuyla kabul etmiyor. ‘IŞİD’in kızı’ diyorlar; ya onu terk et, ya da çadırını ateşe veriririz, birlikte ölürsünüz. 

SERPİL ODABAŞI

Yangınlar, dünyanın her yerinde. Kuşatan, yakan, kavuran, nefessiz bırakıp, boğan yangınlar. Yoksulluk yangınları, salgın, kimliklere saldırlar… Her bir yangın kendi etrafındakileri etkiliyor, ateş hep düştüğü yeri yakıyor.Salgınla birlikte, insan bir kez daha karşılaştı acizliğiyle, en çok da yalnızlar, yurtsuzlar ve yoksullar.Agamben’in dediği gibi; “Şimdi alevler şeklini ve doğasını değiştirdi, dijital oldu; görünmez ve soğuk… Ama tam da bu nedenle artık daha da yakın ve her an bizi kuşatıyor.”Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günü. Ben bu yazıyı IŞİD terörünün kurbanı ve mağduru olmuş kadınlara atfetmek istiyorum. Binlerce yangından biri Êzîdî Soykırımı. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına göre 3000’den fazla Êzîdî kadın ve çocuk hala kayıp ve akibetleri bilinmiyor. Sadece Êzîdî oldukları için son yarım asırın en ağır soykırımlarından birini yaşadılar. IŞİD 2014’de Sincar’ı işgal ettiğinde çoğunluğu erkek ve 12 yaş üstündeki çocuklar olmak üzere 10 bin kişiyi katletmişti. Bölgede toplu mezarlar bulundu; yedi bin kadın ve çocuk kaçırıldı, bu kişiler köle olarak satıldı, şiddet gördü ve tecavüze uğradı. Binlercesinden sadece birkaç yüzü evlerine dönebildi. Derin, kalıcı yara izleri ve travmalarıyla. ‘Yazidi Case’ raporunun paylaştığı bilgilere göre, IŞİD, Êzîdîleri üç gruba ayırmış:* Birinci grupta genç kadınlar ve küçük kız çocukları var, onları köleleştirmek ve tecavüz etmek için kaçırmışlar.* İkinci grup reşit olmamış Êzîdî çocuklar, onlar askerleştirilmek üzere kendi saflarına zorla dahil edilmiş. Üçüncü grup yaşlı olanlar ve reşit olma yaşını geçmiş erkeklerin tamamını katledilmiş.Onlardan biri buz mavisi bir kadın, Um Hiba… National Public Radio’da okuduğum Jane Arraf röportajında tanıştım Um Hiba’yla.Bu onun gerçek ismi değil. Arapça; ‘Hiba’nın annesi, demek. Onun hikayesini okurken, nasıl dayanabildiğini düşünüyordum, “ben olsaydım? ‘biz olsaydık?” diye. Ki, sadece bir tesadüftür Um Hiba olmamak, yok zaten dayanamadığını da görüyorum, dayanmak neye denir? Sınırı nedir? Sınanmanın en üst sınırı nedir?Um Hiba 16 yaşındayken esir düşen 6 bin Êzîdî’den biri. Vahşice öldürülen binlerce insan arasından ‘şanslı’, sayılanlardan biri. IŞİD, Sincar’ı işgal edip onu da esir aldığında; Um, evli ve hamile. O ve eşi binlerce insanla birlikte kaçmayı deniyorlar. Aç, susuz dağlara tırmanıyorlar, gölge bile yok. Sonra dayanamayarak dağdan aşağı iniyor, sonra esir düşüyorlar. Kadınlar ayrı bir araca bindiriliyor.O günden sonra Um bir daha eşinden hiç haber alamıyor. “Bizi ellerinde ne varsa silahla, sopayla, botlarıyla dövdüler ve sonra kanamam başladı, bebek gitti” diyor. Dünyaya, insana, kendine olan sevgisini, inancını kaybetmiş mavi bir kadın, yüzü maviye dönmüş, buz mavisine.  Bir an Stephen Hawking’in tarif ettiği, acımasız, gaddar, dünyayı, sözüm ona ‘medeniyeti’ ele geçiren, insandan çok daha güçlü ‘Uzaylılar’ı düşünüyorum. Yakıp, yıkıp, parçalıyorlar. Binlerce insan dağlara kaçıyor, binlercesi ölüyor, esir düşüyor. Uzaylılar, devasa bedenlerini her hareket ettirdiklerinde yer gök sallanıyor. Hiçbir kurtarıcı yok, tanrılar yok. Um bebeğini düşürüyor, eteğinden kanlar süzülürken, ağzından salyalar akıtan, dillerini anlamadığı, uzaylılara bakamıyor, korkudan ve acıdan kaskatı kesilmiş. “IŞİD, kadınları ve küçük kızları farklı şehirlerde satmak için otobüslere doldurdu” diyor Um. Buz mavisi elleri, dizlerinde, parmakları bile bitkin, buz mavisi. Tecavüze uğruyor, defalarca. IŞİD teröristinden hamile kalıyor. Bebeğini korumak istiyor, onu öldürmesinden korkuyor. Um, 2017 yılında özgürlüğüne kavuşuyor, fakat bu kez kendi toplumu onu çocuğuyla kabul etmiyor. ‘IŞİD’in kızı’ diyorlar; ya onu terk et, ya da çadırını ateşe veriririz, birlikte ölürsünüz. Um, en sonunda çocuğunu bir yardım kurumuna vermeyi kabul ediyor.Okuma yazması yok; neyi kabul ettiğini bile bilmiyor, çocuğunu ne zaman görebileceğini, bilmiyor. Alışveriş yaparken çocuklarını taşıyan kadınları gördüğünü söylüyor, “Çocuğumla oynamayı, ona sarılmayı koklamayı çok isterdim” diyor. Eziyet’i hatırlıyorum, yanlış hatırlamıyorsam 1999 yılında Ankara Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na geldiğinde kızı 3 veya 4 yaşlarındaydı. Gözaltında hamile kalan bu Kürt annenin kızına verdiği isimdi “Eziyet.” Hiba’da başka bir ‘Eziyet’ olmuştu annesine. Ailesi, kardeşleri aşağılıyor Um’u… Komşunun kızıyla oynarken dalgınlıkla Hiba diyor, kendi kızının adıyla çağırınca çocuğu, annesi kızının onunla oynamak istemediğini söyleyip, çocuğu götürüyor. Onca acıdan sonra hayatta kalmış olmak bir mucizeyken sonrasının da bedelini ödemekten yorgun düşüyor Um, kendini öldürmeye karar veriyor, önce arabaların önüne atlamayı düşünüyor ama bundan çok korkuyor, sonra fare zehri buluyor ve bir mutfağa kilitliyor kendini. Arkadaşının çığlıkları ve müdahalesiyle intahar girişimi başarısız oluyor Um’un. “Aklını mı kaçırdın’’ diyorlar ona… Şöyle yanıt veriyor: “Eğer bir anne hayattaysa ve kızını göremeyecek, ona dokunamayacaksa Allah bize neden evlat sevgisini vermiş?”Ben de soruyorum; Allah sizi neden terk etti o dağlara, o yangınlara, neden terk edildiniz? Neden uzanmadı göklerden bir el ve neden korumadı sizi?*Kaynaklar:  https://www.npr.org/2020/08/08/898972162/a-yazidi-survivors-struggle-shows-the-pain-that-endures-after-isis-attack

EN SON EKLENENLER