Bu toprağın kadınları…

 

ÇİĞDEM ÜLKER

Farsça ve Arapçanın ortak sözcüğüdür Zine; Anadolu’ya göçüp bu toprağın kadınlarına ad olurken, kâh ziynet (zinet) kavramındaki mücevher anlamını taşır, kâh zinde kavramındaki hayat anlamını. Her dilin son ünsüzü olan “Z”yi dille diş arasından sonsuzca çıkarabilmemiz ise hem hayat’a hem mücevhere yakışmış ve elbette kadın adı olmaya en uygun sözcük olmuştur.

Zine’nin öykülerini ilgiyle okudum. Hepsi kadın, hepsi hayat. Bazısı çok yakın bazısı uzak coğrafyalardan. Kimi başında yazması, kimi sırtında astragan’ı, kiminin elinde ihanetin kırmızı şalı, kiminin kitabı ama hepsi kendi adının sahibi.

HAKSIZLIĞA ÇIĞLIK!

Seyman kalemini üçlü bir sacayağının harlı ateşinde ısıtan bir yazar. Sacayağının biri sendikacılığı, biri siyasetçiliği, üçüncüsü ise kadın hakları aktivistliğine adanmış yılları. Bu üçü de başkasına ses, haksızlığa çığlık, haksıza engel olan alanlar.

Yaşar Seyman hepsi zorlu bu mücadele meydanlarından geçerken belli ki kalemini hep cebinde taşımış. İnce uçlu, renkli mürekkepli, insan sevgisiyle coşan, dost ihanetiyle kırılan bir kalem. Sendikacı Seyman haksızlığı görmüş, siyasetçi Seyman çözüm aramış, kadın hakları aktivisti Seyman dünya kadınları tanımış ve yazar Seyman “Ömür Yoldaşım” diyerek başlamış Zine’nin ilk öyküsünü, ömür yoldaşı kalemine adamış. “Onlar, elinde kalemi az olanlardır ama onlar kalemi doğru olana inananlardır” .

Bu cümleler akla Şair’in dizelerini getiriyor: “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar ve kahreden ve yaratan onlardır” Doğrudur, onlardır bütün öykülerin başkişisi ve kitaba adını veren Zine’nin kız kardeşleridir. Burada ve dünyanın her yerinde aynı kadınlardır. Yazgının alınlarındaki çizgisi, ellerindeki aşiret simgesi kına kadar çıkmaz bir kalemle kazınmıştır.

DİLSİZ ZİNE!

Bu anı-öykülerde, anlatıcı da gözümüze dimdik bakar, anlatılan kadınlar da. Bazıları hâlâ kurtlarla koşar ama çoğu çoktan unutmuştur koşmayı. Kitaba adını veren Zine; bir dilsiz kadındır, laldır, konuşamaz, ağzından ses, dilinden söz çıkmaz. Adı bir ironi gibi Zine/hayat olsa da acının ve ölümün yoldaşıdır, çığlığını içine haykırır, utanır, üzülür ama direnir, hayata katılır. Konuşamaz ama dinler, söyleyemez ama alfabe öğrenir. Bu yüzdendir Zine öykülerdeki kadınların ortak adıdır.

Yazar bir derin hafızadır. Her sözün ve nesnenin çağrışımıyla okuru peşine takar, Sim dağının ardındaki kentten gelen kadının sesiyle umutkondu semti’nde durur, Gülperçem’in dövmesinde anlam bulur, kekik satan Nine ile soluklanır. Mademki duydukları ve dinledikleri aklında bir dövme gibi kazılıdır alır kalemi, yazar.

DÖVME!

Dövme, aslında bir kadın süsü bir kadın imgesi, bir kadının sessizliğin içinden gelip sizinle konuşması değil midir. Kadının yürüyüşünün, gülüşünün, her deviniminin gözaltına alındığı coğrafyalarda dövme, ne denli güçlü bir varlık işaretidir. Asla silinmeyecek bir şekli deriye kazımaktır. Var olmak, görünür olmak ihtiyacının en güçlü dışa vurumudur. Dövme, insanın tarihi kadar eski ve her yerde aynı ihtiyacın karşılığıdır.

Yaşar Seyman dövmeyi Ugandalı sendikacı İrma üzerinden anlatırken kadraja Gülperçem girer. Sevdiğinin adını iki göğsünün arasına kazdıran, inatçı, sevdalı Gülperçem. O, korkunç bir öfkenin kadınıdır. Kimliksizliğine ve yok sayılmasına duyduğu öfkeyle yaşar.

Peki; “öfke” nedir; Seyman’ın kalemi hemen soyutlamaya, kavramı temellendirmeye girişir. “Ondaki öfkeyi sevmedim. Oysa öfkeyi severdim. İnsana dinamizm kazandırdığını düşünürdüm” der. Yazar; bunu her öykü de yapacak, konunun kendindeki izdüşümünü de yazacaktır. “Şükretmek, isyan, tutunmak, dünyayı değiştirmek, gerçekleştirmek” sorguladığı ve kendindeki karşılığını aradığı kavramlardır.

YAMAN BİR İÇ HESAPLAŞMA

Seyman dinlediği kadınların öykülerine ve kendi gerçeğine aynı dikkatle bakar. Kapağında anı-öykü yazan Zine; yaman bir iç hesaplaşmadır ve kendi kalbinin üstündeki dövmeyi ifşa etmenin tam zamanıdır. “justitia vitrim regina (adalet erdemlerin kraliçesidir.)

Edebiyatın yumuşak gücü, dövme yapılırken duyulan acıyı, gözükara Gülperçem’in hışmını, yakın tarihi olaylarını sisli bir dille anlatır sonra araya edebiyat girer, acıyı unutmaya davet eder. Okulsuz, elektriksiz bir köyde, 12 yaşında evlendirilen Gülbahar’ın acısı; derdini denize döken yaşlı kadının gözyaşına karışır, belki fonda “Sarı Gelin” duyulur. Hayat, edebiyata karışır, anılar okurun malı;, öyküler, edebiyat sosyolojisi için bir kanıt ve belge olur.

‘YÜZ AKI BÜTÜN KADINLARI PARÇALADIK!’

Öykü kadınlarının çoğunun zihni kıskançlıkla doludur. Yazar; “ruhları yaralı kadınlar” der onlara ve metni, eleştirel söylemle geliştirir. İletiyi finalde verir. “O parçaladığınız kadın bu akşam masamızda olsaydı dünyayı konuşuyor olurduk. Oysa biz ne yaptık, başarılı ve ses duvarını aşmış, Türkiye’nin yüz akı kadınlarından birini parçaladık. Yani yüz akı bütün kadınları parçaladık.”

Öyküye dönüşmüş bütün bu anılar belli ki yazarın kişisel tarihinde dönüm noktaları, farkındalık eşikleridir, kendi kutup yıldızlarına selamlar gönderir. M. Luther King’ten R. Luxemburg’a, Montessori’den Beavoir’e bir portreler galerisi önümüzde açılır.

Yaşar Seyman’ın Zine’si, bir balad, bir şarkı, bir mektup. Hüzünlü ama umutlu ve sevda dolu. Coşkuyla biriktirdiği anılar, tanıdığı insanlar, tanık olduğu olaylar… Orada, hem bir yazar kurgusu hem bir siyasetçinin insan algısı ve bir aktivistin coşkulu sesi var. Zine’ de bir hayatı okuyoruz öykü lezzetinde.

Zine / Yaşar Seyman / Bilgi Yayınevi / 240 s. /2020.

EN SON EKLENENLER