Bir 14 Şubat yazısı

Nevra AKDEMİR

14 Şubat geldi. Reklamlarda bolca beyaz-genç-güzel/yakışıklı kadın ve erkek birbirlerine hediye verecek.

Bu pahalı ve parlak hediyelerin ardından, genç insanlar çocuklarına ve birbirlerine sarılacak. Reklamların müjdelediği aşk, kadın ve erkek arasında aile kurma hedefine dönük bir “normal”. İşçilerin son derece kötü koşullarda çıkardığı ve ekolojik yıkımın nedenlerinden biri madenlerden oluşan o parlak hediyeler olmazsa “aşk” yeterince güçlü değilmişçesine; kadınların her gün ailelerindeki veya yakınlarındaki erkeklerden şiddet görmüyormuş, hatta ölmüyormuşçasına “masum”; özelleştirilen ve piyasalaştırılan her kamusal bakım hizmeti, kadınların tükenerek de olsa karşılayamadığı iş yüklerine birer zulüm daha eklemiyormuşçasına “güvenli” sunuluyor bize. Şaşırmalı mıyız?

Hartmann’ın feminizm ile Marksizmin mutsuz evliliğinde, ataerkiyi, “maddi bir temeli olan ve erkeklerin kadınlar üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan, erkekler arasındaki hiyerarşik ilişkiler ve dayanışmayı içeren toplumsal ilişkiler dizisi” olarak tanımlar ve şöyle devam eder: “Ataerkinin maddi temeli, erkeklerin kadınların emek-gücü üzerindeki kontrolüdür. Bu kontrol, kadınları ekonomik olarak üretici kaynaklara ulaşmaktan alıkoymak ve kadınların cinselliğini sınırlamakla sürdürülür. Günümüzde yaşadığımız biçimiyle patriarkanın önemli unsurları; heteroseksüel evlilik (ve bunun sonucunda ortaya çıkan homofobi), kadınların çocuk bakması ve ev işi yapması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı (bu da iş pazarındaki düzenlemelerle artırılır), devlet, erkekler arasındaki toplumsal ilişkiler temeli üzerine kurulu çeşitli kurumlar kulüpler, spor, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kiliseler, şirketler ve ordular. Patriarkal kapitalizmi anlamak istiyorsak, tüm bu unsurların incelenmesi gerekir.”

Uzun bir süre, sosyal devlet ve kadın dostu politika vaatlerinden oluşan kapitalizmin sahte cennetlerinin ardından kadın mücadelesine gerek kalmadığına dair inancın yaygınlaşmasından güç alan patriyarkal kapitalizmin baskıcı sesi kürtaj ve aileci politikalarla, esnek emek rejimleri ile kendini gösteriyor uzun süredir. Kadınların emeklerinin, cinselliklerinin ve bedenlerinin kontrol edilmesine dair büyük bir basınç, şirketler ve devletlerin, sağcı politikalarının söylemleri ile giderek de kendini hissettirirken üstüne pandemi koşulları eklendi. Evde sürekli “online” olarak çalışma, evdeki zaman ile iş zamanı arasındaki sınırları kaldırırken, evdeki işyükünün artırmanın yanı sıra kadınların sokağa çıkması ve kamusal alanda var olma biçimlerini zorlaştırdı. Kadınların en fazla öldürüldüğü yerin “ev” olması ise durumun görünmez kılınmak için çabalanan yanı. Zira pandemi döneminde masraflarını karşılayamadığı için, yalnızlıktan korktuğu için, üstüne yıkılan bakım ve ev işlerini ücretli işle beraber sürdürmekte zorlandığı için ailesinin evine ergenlik odasına dönen çok insan var, şiddete rağmen hanesinden kalan da.

Dahası bunlar kadın ve erkekten oluşan hetero normatif ilişkilerden başka renkleri de var. Bir de 14 Şubat’ın temsil ettiğine inandığımız aşkın LGBTİ+ ve kuir hali de var. Elbette reklamlarda da bunların görünmez kaldığını ve hatta yok edilmesi için egemenlerin her türlü baskı aracını seferber ettiğini görmemek için homofobik, bifobik, transfobik olmak ve “makbul aşk” dışındaki her ilişkilenmeyi tehdit olarak algılayan biri olmak gerekir. Dinsel söylemler, milliyetçi, hetero-normalite formları ve güzellik endüstrisi kadınlar ve erkekler için normalin sınırını çizip, dışında kalanı piyasalaştırarak sınırları içine almaya, alamadığını kriminalize etmeye çabalıyor. Aşkın sınırlarını aile ile çizen ideoloji, kalkınmanın ve sermaye birikiminin yolunu da kadınların yeniden üretimlerinden alıyor.

Aile gibi eşitsizliğin, şiddetle beraber kurumsallaştığı kurumlar bizi öldürüyor. Makbul sayılan aşkların; yani öldürülerek, sahiplenilerek, aşağılanarak, sömürülerek pazarlanan aşkların kutlanacak bir tarafı yok. Aşkı sadece evlilik içinde, heteroseksüel ilişkilerle sürdürülmesini makbul sayan rejimde aşk değil sadece romantizmle gizlenen şey sadece şiddet. Yalnızlıktan kaçarken daha büyük yalnızlık girdaplarına düşüren şey, bu yaldızı dökülmüş rejimin kendisi. Bu rejime mecbur değiliz, suç ortağı da olmamalıyız. Başka bir yakınlık, sevgi, beraberlik mümkün.

ÖZGÜR POLİTİKA

EN SON EKLENENLER