Selçuk: İnsanlık suçlarında zaman aşımı olmaz

ICAD (Uluslararası Gözaltında Kayıplarla Mücadele Komitesi) uluslararası büro temsilcisi Baki Selçuk ile gözaltında kayıplar hakkında konuştuk.

Türkiye ve Kürdistan’da kayıp yakınlarının yıllardır mücadele ettiklerini hatırlatan Baki Selçuk, devletin gözaltında kaybedilen insanların davalarını zaman aşımına uğratarak üstünü örttüğünü vurguladı.

Türkiye’de gözaltında kaybetme politikasının 1980 öncesine dayandığını kaydeden Selçuk, 1990’lı yıllara gelindiğinde bu politikanın artık devletin sistematik bir saldırı yöntemi haline geldiğini ifade etti.

Gözaltında kaybedilenler için uluslararası boyutta çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?

Gözaltında kayıplar egemen sistemin ve iktidarlarının bilinçli ve planlı olarak yürüttüğü muhaliflerin, kendisine karşı gelenleri başta devrimcileri, sosyalistleri yok etme ve onların yakınlarını sindirme susturma, toplumsal muhalefeti bastırmayı hedeflemektedir. ICAD olarak 1996’dan bu yana dünya çapında gözaltında kayıplara karşı yürütülen mücadeleler arasında iletişim kurmak, bu mücadeleleri dünyanın değişik ülkelerinde tanıtmak, kayıp yakınlarının bu direngen mücadelesini uluslararası alana taşıma alanında çalışmalar yürütmekteyiz.

Bu kapsamda şimdiye kadar değişik kıtalarda ve ülkelerde gözaltında kayıplara karşı uluslararası kurultay düzenledik. Kurultayların birincisi 1996 Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleşti. Daha sonra Kolombiya, Filipinler, Almanya ve ardından Diyarbakır ve Londra’da bizleri uluslararası kurultaylarda yüzlerce gözaltında kayıplara karşı mücadele eden örgütleri, insan hakları örgütlerini, kayıp yakınlarını yan yana getirerek bunların birbirlerine mücadele deneyimlerini aktarmalarını, birbirlerinden güç almalarını ve bu mücadeleyi büyütmelerini sağlamaya çalıştık.

Ayrıca uluslararası alanda yaşanan gözaltında kayıplar bazı ülkelerde fazla bilinmiyor; örneğin Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında yaşanan gözaltında kayıpları İstanbul’da düzenlediğimiz birinci kurultay ile uluslararası alanda nasıl taşıdıysa diğer taraftan Latin Amerika’dan Afrika’ya, Avrupa’ya yaşanan gözaltındaki kayıpları da gündeme getirdik.

Önemli bir sorun Türkiye ve Kürdistan’dan da yoğun olarak bildiğimiz zaman aşımı sorunu. Gözaltında kayıpları ülkeler kendi yasalarına göre araştırmayarak, soruşturmayarak ve bir süre sonra zaman aşımına uğradığını iddia ederek üzerini örtmeye çalışmaktadırlar. Oysa gözaltında kaybetmek insanlık suçudur, insanlık suçlarında zaman aşımı olmaz bu da bizim ICAD olarak sürekli gündemde tuttuğumuz ve mücadele konusu ettiğimiz bir konudur.

80’lerden, 90’lardan günümüze gözaltında kayıpların, failleri ve akıbeti hakkında neler söyleyebilirsiniz? Uluslararası kamuoyundaki yankıları nelerdir?

Türkiye’de gözaltında kaybetme politikası 80 öncesine dayanmaktadır.1915 Ermeni Soykırımında, Ermeni yazarlarının, aydınlarının toplumun ileri gelinen kesimlerinin gözaltında kaybedilmesi ile başlayan ve sonrasında zaman zaman tekil olarak uygulanan gözaltında kaybetme saldırısı, 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra devrimcilerin, ilericilerin, mücadele içerisindeki aktivistlerin kaybedilmesi ile daha fazla gündeme gelmeye başladı.

1990’lara geldiğimizde bu artık devletin sistematik bir şekilde uyguladığı bir saldırı yöntemi oldu. 90’lı yılların başından itibaren devletin özellikle Kürdistan’da uyguladığı imha ve inkar siyaseti, topyekun yok etme siyasetinin bir parçası olarak insanlar toplu şekilde gözaltına alındı ve kaybedildiler. Her yıl sayısı birkaç kat artarak gözaltında kayıplar yaşanmaya başlandı, yine batı da devrimci mücadele içerisinde bulunan öncü güçlere yönelik böylesi bir saldırı sistematik bir şekilde uygulanmaya başlandı.

95’lere geldiğimizde çok kitlesel gözaltında kayıplar yaşanmaktaydı. Gözaltında kayıplara karşı bir mücadele söz konusuydu ancak 21 Mart 1995 tarihinde yani bir Newroz günü Hasan Ocak’ın gözaltında kaybedilmesinin ardından çok yoğun bir Hasan Ocak için “Sağ aldınız, sağ istiyoruz” kampanyası yürütüldü. Bu kampanyanın neticesinde 55 günlük bir arama sonucunda cesedine kimsesizler mezarlığında ulaşıldı ve oradan çıkarılarak İstanbul’un Gazi mahallesinde 10 bin kişinin katılımı ile kitlesel bir şekilde toprağa verildi.

DEVLET SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Hasan Ocak’ın yoldaşları ve ailesi yürüttükleri bu mücadeleyi orada durdurmadılar, Arjantin’de “Plaza de Mayo” annelerinden esinlenerek 27 Mayıs 1995’te İstanbul Galatasaray Lisesi meydanında bir oturma eylemi başlattılar, sonrasında düzenli olarak yapılan oturma eylemlerine diğer kayıp yakınları da katılarak kitlesel mücadele halini aldı. Cumartesi oturma eylemleri böylece o günden bu güne ve hala bugün de devam eden bir mücadele olarak gelişti.

Hasan Ocak’ın cansız bedeninin bulunması devleti de suç üstü yakalamıştı, zamanın insan haklarından sorumlu devlet bakanı suçu devlet adına kabul etmiş ancak göz altında kayıplar politikası devam etti. Dozajı bakımından Hasan Ocak kampanyası ve ardından Cumartesi annelerinin ortaya çıkması ve yürütülen sistemli mücadele dizisi ile gözaltında kaybetmeler önemli ölçüde geri püskürtüldü. 1996 yılında gözaltında kayıplar azalmaya başlamıştı bunda şüphesiz uluslararası alanda da yürütülen çalışmanın ve İstanbul’da uluslararası gözaltında kayıplar kurultayının toplanmasının önemli bir rolü oldu.

Bildiğiniz gibi her hafta Cumartesi günü Galatasaray meydanında Cumartesi Anneleri kayıp yakınlarının akıbeti için oturma eylemi düzenliyor, bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Cumartesi Anneleri 1995’ten bu yana sürdürdükleri kararlı mücadeleleri devleti her zaman rahatsız etti. Kayıp yakınlarına Galatasaray meydanını yasaklamak için sürekli saldırılarda bulundular, öyle ki 1997’den itibaren Galatasaray’da saldırılar sistematik bir şekilde devam ediyor. 1998 Ağustos’undan başlayarak 7 ay boyunca aralıksız bir saldırı uygulandı. Galatasaray meydanını kapatmamak için, bizler uluslararası alandan heyetler göndererek Cumartesi annelerinin yanında olmaya çalıştık. Bu yoğun saldırı sonucu Cumartesi anneleri 13 Mart 1999’da eylemlerine ara vermek zorunda kaldı ancak 31 Ocak 2009’da oturma eylemlerine Galatasaray Lisesi önünde tekrar başladılar, bu mücadelelerini tekrar sürdürdüler. Geçen 2016’dan bu yana Türkiye’de ilan edilen OHAL ve KHK sürecinde devletin faşist saldırılarından Cumartesi Anneleri de nasibini aldı.

Çok büyük kitlesel geçmesi beklenen 700. hafta eylemlerine saldırarak Cumartesi Annelerini Galatasaray’dan uzaklaştırmak istediler ancak Cumartesi Anneleri pes etmedi. Eylemlerini İstanbul İnsan Hakları Derneği şubesi önüne taşıyarak orada haftalarca saldırıya uğramalarına rağmen sürdürdüler, bu gün salgın koşullarında Cumartesi annelerinin eylemi dijital olarak sürüyor olsa da her hafta aynı acı ile, aynı umutlar ile mücadelelerini sürdürmekte, dünya kamuoyuna seslenmektedirler.

24 Nisan tarihinde 839. eylemlerini yaptılar bu hafta 840. eylemlerini gerçekleştirdiler. Cumartesi Annelerinin, Cumartesi insanlarının bir çoğu 1990’larda mücadeleye başlayan özellikle anneler ve babaların bir kısmı ne yazık ki aramızdan ayrıldı. Burada tüm kayıpları anarken bu mücadele içerisinde bulunan, aramızdan ayrılmış bulunan, gözaltında kayıplarının yakınlarını da saygı ile anıyoruz.

ANF

EN SON EKLENENLER