Güz Kumpanyası, müzikten geçinmiyor, besleniyor!

Yaptıkları müziği, “Hayat tüm hızıyla akıp giderken sığınılacak bir arka bahçe” olarak tanımlıyorlar. Dinlerken en basitinden maviyi, yeşili, denizin veya çiçeklerin kokusunu, sesini hissediyorsunuz. Bu salgın sürecinde iyiden iyiye hasret kaldığımız bir masanın etrafında toplanıp içkilerle, şarkılarla, türkülerle dans edebildiğimiz günleri hatırlatıyorlar; naif ve içten. Güz Kumpanyası yeni kurulmuş bir grup değil. Müzik serüvenine 2003 yılında ODTÜ’de rebetiko, tango, kanto, klasik Türk müziği gibi türlerin melodik yapıları ve ortak kökenleri üzerine çalışmalar yaparak başladılar. Şubatta “Yeniden” şarkısını, daha sonra ise “Hayal Belki Kavuşmak” ve “Bir Mutlu Pazar Sabahı” teklilerini çıkardılar. Şarkılar ve albümler tüm dijital platformlardan dinlenebiliyor.

Göksenin Seyhan, Alper Sayın, Sertaç Işık, Dilcu Salihoğlu, Bayezid Özden, Erhan Kaplan ve Mustafa Göçer’den oluşan Güz Kumpanyası’yla konuştuk.

‘DİJİTALİN TADINI ÇIKARIYORUZ’

– Geçen yıl iki tane üç şarkılık albüm yayımladınız. Yine böyle kısa albümler sürecek mi bu yıl?

Sertaç Işık: Üç parçalık hikâyelerimiz var o albümlerimizde. Ayrıca enstrümantal parçalarımıza da yer verme imkânımız oluyor. Tek tek yayımlamak da hızımızı artırıyor.

Mustafa Göçer: Elimizde titizlikle çalışılarak yayıma hazır hale gelmiş bir şarkı varken, diğer şarkılar için onu bekletmenin de gerekli olmadığını düşünüyoruz ve hazır olanı bir an önce dinleyicilerin beğenisine sunuyoruz. Geri bildirimlerle diğer şarkılar üzerindeki çalışmalarımıza da yön vermiş oluyoruz.

Bayezid Özden: Yayımladığımız platformlar 8-10 şarkılık uzun albümleri zorunlu kılmıyor. Biz de bunun tadını çıkarıyoruz.

Alper Sayın: Şarkıları tek tek yayımlamak hem üretim anlamında bizi teşvik ediyor hem de dijital platformlardaki tüketim hızı ve dinleyicilere sunulan karışık çalma listeleri mantığı ile de örtüşüyor.

– Bu bağlamda, pandemi nedeniyle yaşanan kapanmalar üretimlerinizde size avantaj mı sağladı dezavantaj mı?

Bayezid: Kendi adıma, kayıt konusunda eksiklerim ve bilmediklerim vardı, evde geçirdiğim zamanı bu konuya ayırdım, bana iyi geldi.

Sertaç: Yıllardır biriktirdiğimiz onlarca eseri kaydetmemiz için güzel bir zaman oldu ancak tüm müzisyenler gibi bizler de hayatın kendisinden besleniyoruz. Bir an önce hayatın normalleşmesi en büyük temennimiz.

Alper: Umarım bu süreci sağlıkla atlatırız ve eski günlere döneriz. Toplum olarak ne kadar dikkat edersek özgürlüğümüzü o kadar erken geri alırız.

‘MÜZİKTEN PARA KAZANMIYORUZ’

– Müzikten para kazanabiliyor musunuz?

Bayezid: Müzikten para kazanmıyoruz ama halimden memnunum. Mesleğim, müziğim, müzik aletlerim, ailem, arkadaşlarım, kitaplarım ve biraz da spor ve hepsi için de sağlık!

Sertaç: Bence kazanıyoruz. Bayezid senede bir iki tüm kumpanya toplanıp yediğimiz yemekleri unutuyor.

Mustafa: Müzik, geçim kaynağım değil. Yıllardır yürüttüğüm asıl mesleğimin yanında yürütüyorum, ikisi apayrı dünyalar gibi görünse de aslında birbirini besliyor. Hem işyerimde hem müzik yaşamımda farklı bakış açıları üretmemi sağlıyor.

Alper: Benim için müzik hayatımda kalıcı bir yeri olan ve beni şekillendiren bir olgu. Diğer taraftan hayatımı kazanmak için çalıştığım işimi de çok seviyorum. Bu denge hali güzel.

– Güz Kumpanyası’nın tarihinde ODTÜ nasıl bir yer tutuyor?

Sertaç: Gurur duyduğumuz, hâlâ dönüp dolaşıp gittiğimiz, ayarlarımızı kalibre ettiğimiz yer.

Mustafa: Tek kelimeyle “ev” diyebilirim buna. Hem de doğduğumuz ev…

Bayezid: ODTÜ… Herhalde merkezinde.

Alper: ODTÜ’lü olmasaydık hepimiz yine müzik yapıyor olurduk ama ODTÜ olmasaydı Güz Kumpanyası olmazdı diyebiliriz.

– Baktığımız zaman ODTÜ’den çıkan sizin gibi, Yeni Türkü gibi gruplar, Boğaziçi’nden çıkan Kardeş Türküler gibi gruplar var. Böyle köklü grupların çıkarmakta bu gibi üniversitelerdeki özgür ve demokratik ortamın nasıl bir payı var sizce?

Sertaç: Sanatın yaratıcılıkla, yaratıcılığın özgürlükle, özgürlüğün demokrasiyle ilişkisi yadsınamaz. Özgürlük ve demokrasiye hepimizin ihtiyacı var.

Mustafa: Sanat, hayatı anlattığına göre, özgür bir yaşam alanı ve özgür ilişkiler, anlatacak daha çok şey sunar insana, ilham kaynağı olur. Ayrıca bu ilhamı bir esere dönüştürüp sunabilmek de ancak özgür bir ifade ortamında gerçekleşebilir.

Alper: ODTÜ’yü kazandığımda daha kayıt bile olmamışken okulun en eski öğrenci topluluklarından olan Türk Halk Bilimi Topluluğu’na gitmiştim. “Ben bağlama çalıyorum ve koroya girmek istiyorum” dedim. Hemen oradan bir bağlama geldi ben de çok sevdiğim bir zeybeği çalmaya başladım. Bir süre sonra yanımda birisi bendir çalıyor, diğerleri hep bir ağızdan türkü söylüyor, birkaç kişi de zeybek oynayarak bize eşlik ediyordu. Hiçbir önyargı olmadan, siyasi görüş, etnik köken, nereli olduğum, dinim, cinsim sorgulanmadan o insanlar beni kucaklamıştı. O an işte benim ODTÜ’lü hissettiğim andı. Bence ODTÜ’nün özgürlükçü bakış açısı işte bu anlayıştan gelmekte. Böyle bir ortamda da sanat ve bilimin gelişmesi için hiçbir engel kalmaz.

– Bununla birlikte yukarıda saydığım isimler hep Anadolu’nun ezgilerini, türkülerini yorumluyorlar; “Bu okullar kendi halkından uzak öğrenciler yetiştiriyor” yorumları gerçeklikten uzak diyebilir miyiz?

Sertaç: Üniversite hayatı toplumun bütün katmanlarından insanların beraber yaşamayı deneyimledikleri, beraber üretip paylaştıkları bir dönemdir. Bu nedenle her üniversite kampusunun zamanla bir dili ve kimliği oluşur. Bu ortak dil ve kimlik, toplumun geri kalanı ile aynı kodları taşımayabilir ancak bu durum öğrencilerin toplumdan uzak veya kopuk olduğu anlamına gelmez.

Mustafa: Üniversite yerleşkeleri aslında başlı başına bir toplum olarak düşünülebilir. Yerleşke içerisinde her kesimden insanlar bir araya toplanıp kendi iç dinamikleriyle yeni toplum yaratırlar. Bu toplumları, aynı temel üzerine farklı mimari biçimlerde inşa edilmiş farklı binalar gibi düşünebiliriz. O kadarcık da farklılık olsun zaten.

Bayezid: Bu öğrenciler gökten zembille inmediklerine göre fazla söze gerek yok.

EN SON EKLENENLER