Muharrem ayı ve Aleviler

Muharrem ayını yaşadığımız şu önemli günlerde tutulan yas ve oruçların hakkın didarında kabul görmesini, birliğimize ve dirliğimize vesile olmasını temenni ediyorum. Bu önemli günler her türlü gösterişten uzak durulması gereken, içten ve samimi duygularla paylaştığımız matem günleridir. Muharrem ayı, barındırdığı anlamlar ışığında, tarih yapıcı İmam Hüseyin’in şahsında yol ulularına bağlılığı ve verilen ikrara sadık kalınmasını yansıtan bilinç ve vicdan aynasıdır. Gelenekten geleceğe uzanan yolda insanlık için üreten, değer katan ve toplumları ileriye taşıyan ne varsa onu sahiplenen, ‘zalimlerle uzlaşmayı alçalmak’ olarak gören ve ‘dava insanlık davası’ diyen canlar zulüm estiren devrin yezidlerine karşı Hüseyni kimlikle direnebilir. Hak, hakikat ve insanlık nazarında Hüseyni ve Zeynebi duruş onuru ve erdemi temsil eder.

Matem; sıdk ile bağlı olunan yolda can pahasına ödenen bedelleri yad etmek, biz biz yapan değerleri güncel kılmak içindir. Tutulan oruçlar; Velayetin nuruyla aydınlanan, Tevellâ ve Teberrâ esasına göre vücut bulan öğretinin pratik karşılığıdır. Muharrem ayı sadece mateme büründüğümüz bir ay değildir. Aynı zamanda Kerbela gerçeğiyle sınanan canlar açısından akılda tutulması elzem olan direniş kararlılığıdır. Muharrem ayının önemini doğru kavrayabilmek için Kerbela’da karşı karşıya gelen iki anlayış arasında uzlaşmaz mücadelenin kesintisiz sürdüğü bilinciyle hareket etmeliyiz. Özcesi bizim açımızdan ne pahasına olursa olsun zalimlere boyun eğmemeyi, saltanat-hilafet peşinde koşanlara geçit vermemeyi ve tüm mazlumlara umut olmayı koşullar. Egemen güçlerin dayattığı alçalmayı tereddütsüz reddeden, şerefli ve izzetli bir yaşam uğruna nefsini aç bırakmayı yeğleyen canlar bu duygu ve düşüncelerle Muharrem ayını karşılayacaktır.

‘’Pir Sultan’ım eydür erenler nerde, çalısız kayasız bir sahra yerde, Kerbela çölünde kandilde nurda, gel dinim imanım İmam Hüseyin, yetiş carımıza İmam Hüseyin’’

Emevi saltanatı tarafından ezilen halkın çığlıklarına, yardım çağrısına kayıtsız kalmayan İmam Hüseyin, evlatları ve yoldaşları, (Miladî) 680 Eylül’de şehitlik mertebesine yükseldikleri yolculuğa çıktı. Emevi ordusu tarafından süren kuşatmada On Muharrem’de Hz. Hüseyin tarihin akışını değiştiren tavrından ödün vermedi ve Yezid b. Muaviye’ye biat etmedi. İmam Hüseyin her anı büyük irade savaşına dönüşen Kerbela’da destansı bir direniş sergiledi ve 20 bin kişilik Emevi ordusu karşısında 72 kişiyle birlikte şehit düşene kadar savaştı.

İmam Hüseyin çıktığı yolun başında Kufe’de bulunan en sadık yoldaşları Müslim b. Akil ile Hani b. Urve’nin ihanete uğradığını ve Emeviler tarafından şehit edildiklerini öğrendi. Onlarla aynı akıbeti paylaşabileceğini öngördüğü halde çıktığı yoldan dönmedi. Verilecek herhangi bir taviz hak ve hakikat gerçeğini yok saymak demek olurdu. Kerbela çölünde hak için batılın oklarına göğüs gerdi, yiğitliğin timsali Celal Abbas’ın kesilen kollarına, 6 aylık bebeği Ali Asgar’in kucağında can vermesine tanıklık etti. Bir yudum sudan mahrum kalan her bir yoldaşı kılıç ve ok darbeleriyle toprağa düşerken yaşadığı acı tarifsiz bir ağırlık oluşturdu.

İmam Hüseyin ve yoldaşları Kerbela’da saltanat ve hilafet düşkünü Yezid b. Muaviye’nin temsil ettiği Emevi dininden kesin kopuşu gerçekleştirdi, hakikat ve hidayet gerçeğini yeniden mazlumların ininde ayağa kaldırdı. Kerbela direnişi dün olduğu gibi bugün de arınmanın, aydınlanmanın ve kurtuluş sancağını dalgalandırmanın nişanesidir. Zalim olanların kurduğu tahakküme son vermek, mazlum insanlar adına hayatı yaşanılır kılmak için çıkılan yol bedellerle örülüdür. Hakça bir düzene, aydınlık süreçlere erişmek bedelsiz olmamıştır. İmam Hüseyin duruşuyla yolunu takip eden canlara nasıl yaşanması gerektiğini öğreten bir kılavuz, rızalığın katarından ayrı düşmemeyi sağlayan pusuladır.

Zeynep Ana esir alınıp Emevi saltanatının sarayı Kasr-ül Beyza’ya getirildiğinde Kerbela direnişinin dili, nefesi ve sesi oldu. Tıpkı ‘şehitler serdarı’ abisi Hüseyin gibi duruşundan ödün vermedi. Zeynep Ana’nın burada kendisini yargılamaya çalışan Yezid b. Muaviye’nin yüzüne haykırdığı gerçekler her daim günceldir; ‘’Ey Yezid! Kendi işinle meşgul ol; istediğin şekilde düzen kur, hile yap ve çalış. Ancak bizim adımızı silemeyecek, vahyimizi söndüremeyecek, öldüremeyeceksin. İşimizi bitiremeyeceksin. Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin.’’

Kerbela; zalim olanların sömürü düzenlerini korumak adına dayattıkları din olgusuna karşı mazlum ve masum olanlar adına can pahasına verilen mücadelenin adıdır. Kerbela; tarihin akışını değiştiren bir dönüm noktası, direnenlerin ölümsüzleştiği, saltanat ve hilafet düşkünlerinin asırlardır lanetle anıldığı cenk meydanının adıdır. Kerbela; İmam Hüseyin ve Zeynep Ana’nın şahsında yolun derleniş sancağıdır.

Yola bağlı canlar cesaret ve kudretlerinin mayasını Hüseyni direngenlikten alır. Cafer-i Sadık’ın dediği gibi; ‘’Her yer Kerbela, her gün Aşura’’ bilinciyle bu tarihe ve süregelen olgulara yaklaşmalıyız.

‘’Hak içün kendini kurbân eyleyen, Şâh-ı Merdan oğlu İmam Hüseyin, cümle erenlere fermân eyleyen, erenler serdârı İmam Hüseyin’’

Günümüzde de dini araçsallaştırarak kullanan, siyasi gayelerine basamak yapan ve menfaatlerine göre yorumlayan egemen güçlerle mücadele hayati bir zorunluluk taşıyor. Halkları boyunduruk altına almak, birikimlerini yağmalamak ve haksızlıklara karşı çıkamaz hale getirmek için dayatılan din olgusunu her yönüyle sorgulayan, bilince çıkaran ve aşan duruş kazandırır. Din bezirganları servetlerine servet katarken yığınların geri bırakılmışlığını nasıl suistimal ettiği ve cehaleti örgütlediğini biliyoruz. Dayatılan din olgusu adına kıyım ve yıkım aygıtı işlevi gören pratikleri de ortada. Coğrafyamızı ‘cehenneme’ çeviren egemen güçlerin karşısına ‘Cennet gençlerinin efendisi’ Hüseyin gibi olunarak çıkılabilir. İnsanlar yoksulluk çekerken şatafat içinde yaşayan, boyun eğmeyi öğütleyen, gösteriş budalalığı ile har vurup harman savuran, dini sermaye olarak kullanan ve kendilerine sözde ilahlar yaratan din bezirganı asalakların ülke ve bölgemizde yarattığı acı tablo mutlaka değişecektir. Bu köhne, yoz zihniyetle her alanda hesaplaşarak arzu ettiğimiz toplumsal değişimi sağlayabiliriz.

Muharrem ayında 12 İmamlar orucu tutan Aleviler dönemsel projeler geliştiren ‘süfyani’ anlayışın sinsi yaklaşımları karşısında uyanık olmalı, matem halinin suistimal edilmesine izin vermemeli ve canların hak lokmalarıyla verilen oruç açmalarda Cemevlerinde ‘protokol’ türünden gereksiz kalabalıkların toplaşmasına zemin sunmamalıdır. Kurumsal-resmi inkarcılığın temsilcisi  durumundaki unsurların hanemize mihman olarak kabul edilmemesi gerekir. Bunlarla paylaşabileceğimiz ne matem ne muhabbet ne de lokmamız olabilir. Cemevlerine yasal statü tanımayan, kamusal alanı Alevilere kapalı tutan ve her fırsatta ayrımcı politikaların altına imza atanların matem dünyamızda yeri olamaz. Muharrem ayını anlamlandırırken bunu söz ve davranış bütünlüğü ile yapabiliriz. 12 gün boyunca Cemevlerinde çerağ uyandırıp muhabbet ederken Kerbela ve Hüseyni kimlik gerçeğini günümüzle bağını kurarak anlatmalıyız.

Ferhat Aktaş /

Alevinet12 / 30/07/2022

EN SON EKLENENLER