Yazar Kelime Ata: Tanıklık ettiğim kırım süreçlerini ortaya çıkarmanın çabası içinde oldum

Yazar Kelime Ata, ‘Kızıldan Yeşile: Sol, Aleviler, Alibaba Mahallesi ve Sivas’ta Dönüşen Siyaset’ isimli kitabına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Ata, “70’li yıllardan başlayarak Türkiye’nin Alevi coğrafyası son derece bilinçli şekilde parçalanmış, dağıtılmış, etnik ve dinsel arındırmaya maruz bırakılmıştır. Sivas’ta 80 Darbesi’yle birlikte hem solu hem de Aleviliği temsil eden kızıl renk kayboldu, yerini dinselliğin sembolü yeşil renk aldı” dedi.   

Yazar Kelime Ata’nın ‘Kızıldan Yeşile: Sol, Aleviler, Alibaba Mahallesi ve Sivas’ta Dönüşen Siyaset’ isimli kitabı bu yılın Şubat ayında Tekin Yayınevi’nden çıktı.

Kitapta, Sivas’taki Alibaba Mahallesi’nin devrimci mücadele içerisindeki konumu, mahalle portreleri ve Sivas’ın yüzyıllık siyasal hayatı hep birlikte ele alınıyor. Kitabın ana temasında, sol muhalefetin bastırılması ve Alevi nüfusun seyreltilmesiyle giderek Sünnileşen Alibaba Mahallesi ve muhafazakarlaşan şehir iklimi var. Kitapta, Sivas’ın yüz yıllık siyasal mücadeleler seyri, belge ve anlatılara dayanarak işleniyor.

Yazar Kelime Ata, Sivas’ın Alibaba Mahallesi’nin kızıldan yeşile uzanan öyküsünü anlattığı kitabına ilişkin PİRHA’ya değerlendirmelerde bulunarak, Anadolu’daki Alevi-devrimci mahallelerin geçirdiği sosyo-ekonomik dönüşümün bugüne kadar hiç çalışılmamış olmasının bu kitabı kaleme almasında kendisini motive ettiğini belirtti.

Ata, Madımak Katliamı’nın çok güçlü bir Alevi uyanışına yol açtığını ve bugün, Alevilerin 1960’lı yıllarda ilk denemelerini gerçekleştirdiği örgütlenme ve bilinçlenme tarihinde önemli bir kırılma noktası olduğunu da vurguladı.

“80’DEN SONRA KIZIL RENK KAYBOLDU, YERİNİ DİNSELLİĞİN SEMBOLÜ YEŞİL RENK ALDI” 

Kitabında bir şehrin siyasal tarihini ve kırılma noktalarıyla birlikte o şehrin yaşadığı dönüşümü ele aldığını ifade eden Ata şunları dile getirdi:

“‘Kızıldan Yeşile: Sol, Aleviler, Alibaba Mahallesi ve Sivas’ta Dönüşen Siyaset’ başlıklı çalışmam, bir şehrin siyasal tarihine odaklanmaktadır. Öncelikle belirtmem gerekirse, yüzyılın başına kadar Ermeni, Rum, Kürt, Türk, Alevi-Sünni, Çerkez gibi bütün etnik, dinsel, kültürel grupların bir arada yaşadığı şehrin farklı kesimler açısından taşıdığı anlam dünyasını belirlemeye çalıştım. Çünkü jeostratejik konumundan dolayı etnik ve dinsel farklılıklarıyla bütün kesimlerin, sahiplendiği egemen olmak istediği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Sivas bir Sünni şehri ama aynı zamanda Alevilerin de merkezi… Kürtlerin batıya açılan kapısı, solun Celali yurdu, Cumhuriyet’in mefkuresi, BBP tarafından temsil edilen Türk-İslamcı gelenek için hareketin Söğüt’ü, Ermenilerin küçük başkenti, Çerkezlerin diyarı. Dolayısıyla politik hayatı da bir o kadar renkli, aynı zamanda sert ve çatışmalı… Anlatılan şey şehrin siyaseti, siyasetin de şehri. Ancak, kitabın ana eksenini Alibaba Mahallesi’nin oluşturduğunu söylemeliyim.

1950’li yıllarda köyden kente göçle birlikte bir Alevi mahallesi olarak şekillenen Alibaba Mahallesi üzerinden Aleviler ile sosyalistler arasındaki kitlesel buluşmanın dinamiklerini inceliyorum. Çünkü Sivas’ta ilk sol örgütlenmeleri her ne kadar CHP’li yerli ailelerin üniversiteli sosyalist çocukları örgütlemişse de devrimci mücadele, 1970’lerde, kitlesel karşılığını ancak Alibaba Mahallesi’nde buldu. Sol ana gövdesini Alevi mahallelerinden oluşturup tabanını genişletirken mahallenin öğrenci ve işçi gençliği, yoksulları, inançlarından dolayı dışlanmış insanları da, solun eşitlikçi, paylaşımcı mesajlarını sahiplendi. Ne var ki, solun kitlesel tabanını oluşturan Aleviler ve Alibaba Mahallesi, Sovyetler Birliği ile nüfuz rekabetindeki NATO’nun, sol-sosyalist fikirleri bastırma amaçlı planları çerçevesinde, devletin, dinci ve ülkücü gruplarla sağladığı birliktelik sonucunda da hedef haline geldi. Faşist grupların, 3-4 Eylül 1978 tarihinde mahalleye yönelik saldırıları, devrimci mücadeleyi örgütleyen gençlerin çabasıyla püskürtüldü. Dolayısıyla, Alibaba Mahallesi, yaklaşık iki ay sonra eşine az rastlanır bir katliam yaşayan Maraş gibi olmadı. Bu Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu ama özellikle Devrimci Yol örgütlenmesinin başarısıdır. Alevi-Sünni, Türk-Kürt farklılıklarını sınıf kardeşliği temelinde bir araya getirmiş olmanın kazancıdır bu. Öyle ki, faşist şiddetten dolayı buradaki can kayıpları, başka Alevi mahallerine göre hayli düşüktür. Bu yönüyle Sivas deneyimi, kıymetli ve gelecek için de yol gösterici niteliktedir.

1980 darbesi ne yazık ki,  sol ve Aleviler arasında kurulan bu süreci akamete uğrattı. Darbeyle birlikte mahallenin depolitizasyon süreci başlatılıp, bireycilik geliştirilirken aynı zamanda resmi doktrine dönüştürülen Türk-İslam sentezinin gereği olarak şehirdeki dinci örgütlenmelerin önü açıldı. Nitekim bu süreçte Cumhuriyet şehri imajına sahip olan Sivas, 1989 yılında Refah Partisi’nin belediye başkanlığını kazanmasıyla İslamcı siyasetin rövanş alanına dönüştü. 2 Temmuz 1993 yılında yaşanan Madımak katliamı böyle bir tarihsel dönemeçte gerçekleşti. Aleviler bu kez de İslamcı siyasetin Cumhuriyeti tasfiye sürecinde açık hedef haline geldiler. Madımak katliamı sonrasında bölgenin demografisi çok büyük bir değişime uğradı. Yüzyılın başında kimi kaynaklara göre yüzde 27’lik Alevi nüfusu izlenen politikalarla seyreldi ve yüzde 9-10’lara kadar düştü. Böylece hem solu hem de Aleviliği temsil eden kızıl renk kayboldu, yerini dinselliğin sembolü yeşil renk aldı.”

“TANIKLIK ETTİĞİM KIRIM SÜREÇLERİNİ ORTAYA ÇIKARMANIN ÇABASI İÇİNDE OLDUM”

Neden böyle bir kitabı kaleme alma ihtiyacı duyduğuna da değinen Ata, şunları kaydetti:

“2000’li yılların başına gelinceye kadar, Alibaba Mahallesi’ndeki avlulu evlerden, kooperatif sitelerinden farklı müzik sesleri duyardım. Ahmet Kaya’dan Grup Yorum’a, Ali Asker’den Muhlis Akarsu’ya kadar… Bir evde Alevi deyişleri çalardı, bir diğerinde politik ezgiler… Bugün o seslerin tamamı kesildi. Zira hem bu müzikleri dinleyenler çekip gitti hem de kalan nüfus, bölgenin demografisinin Sünnileşmesine bağlı olarak ideolojik ve dinsel bir kimliğin ifadesi anlamına gelebilecek bu müzikleri pencere kapatarak dinliyor. Aslında, Anadolu’daki Alevi mahallelerinin hemen hepsinde o ses kısılması var. Maraş’ta Yörük Selim Mahallesi, Çorum’un Milönü semti, Malatya’nın Çavuşoğlu Mahallesi de aynı kaderi paylaşıyor. 70’li yıllardan başlayarak Türkiye’nin Alevi coğrafyası son derece bilinçli şekilde parçalanmış, dağıtılmış, etnik ve dinsel arındırmaya maruz bırakılmıştır. Göçe zorlanan, bir dönem geniş şekilde uygulanan yayla yasaklarıyla hayvancılık yapmaları engellenen, kamuda istihdamı istenmeyen, dili, inancı, yaşam tarzı, hakim milletin (Türk-Sünni-Sağ) unsurlarıyla uyuşmadığı için serbest piyasada bile iş yapamaz hale getirilen yüzbinlerce insan, doğdukları yerde yaşama imkanlarından mahrum ise arka planında çok özel amaçlar var demektir.

Bunun adı kırımdır. Uzun yıllara yayılan kırımlar, ancak sistemli devlet politikalarıyla gerçekleştirilebilir. O halde toplumsal barışın sağlanabilmesi, insanın insanca yaşayabilmesi için sorgulanması gerekmez mi? Ben de büyüdüğüm, Ankara’da olduğum zamanlarda dahi bağlarımı hiç koparmadığım halen evimizin olduğu mahallede tanıklık ettiğim bu kırım süreçlerini,  aklım ve bilgim yettiği ölçüde ortaya çıkarmanın çabası içinde oldum. Alibaba Mahallesi, Aleviler açısından aynı zamanda şehre tutunma/tutunamama öyküsünü de içerir. Anadolu’daki Alevi-devrimci mahallelerin geçirdiği sosyo-ekonomik dönüşümün bugüne kadar hiç çalışılmamış olması da beni motive eden bir boyuttu. Çünkü politik mahallelere ilişkin çalışmalar daha çok İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde, kapitalizmin ucuz işgücü olarak köyden kente göç eden işçilerin, emekçilerin, yoksulların barınma sorununu çözmek amacıyla sol örgütlerce kurulan 1 Mayıs Mahallesi, Armutlu, Nurtepe gibi mahalleler üzerinde yoğunlaşıyor.”

“CUMHURİYET, ÖNCE, KURULDUĞU ŞEHİRDE YIKILMIŞTIR”

Sivas’ın ve Madımak Katliamı’nın, Aleviler ve sol açısından bir kırılma noktası oluşturduğunu vurgulayan Ata, “Bugüne kadar 2 Temmuz’la ilgili daha önce bilinmeyen, ifade edilmeyen, gözden kaçırılmak istenen pek çok yeni bilgiye bu kitapta yer vermek benim açımdan önemli. Madımak Katliamı’nda kimi sol çevreler de milliyetçi-islamcı cenah da devletin rolüne işaret ediyor hep. Kuşkusuz ki, hiçbir toplumsal olay, devletin dahli olmadan gerçekleşmez; hele 2 Temmuz gibi büyük bir katliam söz konusu ise bu hiç mümkün değildir. Nihayetinde 8 saat süren olaylar, ulaşılmaz bir dağ köyünde değil, jandarma binasının, valiliğin penceresinden bakıldığında görülen bir yerde, tugay komutanlığına 300-400 metrelik mesafede, emniyetin, MİT’in burnunun dibinde yaşanmıştır. Silahında mermisi dahi olmayan askerlerin Madımak otelinde kıstırılmış canları kurtarmak yerine, yağma olur düşüncesiyle kuyumcuların etrafında konuşlandırılması ne büyük acıdır. Polisin, istihbarat kurumlarının göz göre göre gelen katliamı önlemek için kılını dahi kıpırdatmamasının devlete karşı yarattığı güven kaybı hiçbir şeyle telafi edilemez. Refah Partisi’nin 1989 yılında belediye başkanlığını kazandıktan sonra İslamcıların, Türk-İslam sentezcilerin, ‘putperest rejim’in sembol şehri olarak gördükleri Sivas’ı ‘iman kalesi’ne dönüştürmek üzere gerçekleştirdikleri muazzam örgütlenmenin sonucudur 2 Temmuz. Sivas’ı fethedilmiş toprak gibi gören RP’li belediye ve bu belediyenin mümbit hale getirdiği ortamda yeşeren yerel İslamcı güçlerle, Vali’nin şahsında temsil edilen Cumhuriyetçiler arasındaki çatışmaya Alevilerin bir kez daha kurban edilmesidir. Çok sık yinelediğim üzere Cumhuriyet, önce, kurulduğu şehirde yıkılmıştır diyorum, tarihi de 1993’tür” ifadelerini kullandı.

“ÖRGÜTLENME VE BİLİNÇLENME TARİHİNDE MADIMAK, ÖNEMLİ BİR KIRILMA ANIDIR”

Madımak Katliamı’nın en büyük etkisinin, Aleviler açısından Sivas’ın yaşanabilir ve güvenilir bir şehir olmaktan tamamen çıktığını göstermesi olduğunu belirten Ata, “Aleviler, şehirle olan tüm duygusal bağlarını Madımak’la birlikte kopardılar. Sivas’ta kalanlar ise kendi kabuğuna çekildi. Ancak bu katliam, çok güçlü bir Alevi uyanışına yol açtı. Bugün, Alevilerin 1960’lı yıllarda ilk denemelerini gerçekleştirdiği örgütlenme ve bilinçlenme tarihinde Madımak, önemli bir kırılma anıdır. Onun bir öncesi vardır bir de sonrası” dedi.

Ata, “Birbirinden farklı adlarla birçok Alevi derneği kurulurken, her bir dernek/vakfın var olan şube ve temsilcilik sayılarını artırmaları, 2 Temmuz sonrasına ait bir gerçekliktir” diyerek, şunları dile getirdi:

“Bu, Alevilere kimliklerini öyle güçlü şekilde hatırlatmıştır ki, ideolojik mücadele içinde yer alan politik aktörler bile Alevi kimlik siyaseti alanına geçiş yapmış hatta bu mücadelenin öncüsü olmuşlardır. Hepsinden önemlisi, geleneksel Alevilikte Kerbela’nın kuruculuğu ne ise modern Aleviliğin şekillenmesinde de 2 Temmuz odur. Şöyle ki, Alevilik, zamandan ve mekandan münezzeh bir inanç iken, yani ibadet için özel bir mekana ihtiyaç duymazken 2 Temmuz sonrasında yükselen Alevi kimlik mücadelesi, cemevleri realitesini ortaya çıkardı. Zaten şehirli bir topluma dönüşmüş olan Aleviler, cemevlerini sahiplendi, yapımına katkıda bulundu. Yani, Alevilik bir mekana kavuştu. Mekandaki bağımsızlaşma düşüncesi Alevilik düşüncesindeki bağımsızlaşma arayış ve eğilimlerini de güçlendirdi. Aleviliğin İslam içi ve dışı meselesine dair tartışma 2 Temmuz’la birlikte daha da derinleşti ve daha çok taraftar bulmaya başladı. 2 Temmuz’un siyasal açıdan sonucu ise Demokratik Barış Hareketi- Barış Partisi örneklerinde olduğu gibi partileşme girişimlerine yol açması olmuştur.”

Melis CİDDİOĞLU/ANKARA  

EN SON EKLENENLER