Alevi değerlerini ele geçirme harekâtı!

İMAM CANPOLAT

Erdoğan ve Bahçeli yönetimdeki soykırımcı faşist Türk devleti resmen, başta dergâh ve cemevleri olmak üzere bütün Alevi kutsal mekanlarını ele geçirme harekâtı başlatmıştır. Ve bu ele geçirme hamleleriyle, Alevi toplumunu, önce denetim altına alma ve ardından da toplumsallığını dağıtarak, yüz yıl önce M. Kemal ve İ. İnönü tarafından başlatılan Alevi kültür ve inanç soykırımını sonuca götürmek istemektedir. Burada şu gerçekliği ifaden etmek gerekiyor. O’da şudur: 7 Ekim 2022 tarihinde Erdoğan öncülüğündeki faşist Türk devlet heyeti ve bir grup düşkünle birlikte, Şahkulu Sultan Dergâhı’na çıkarma yaparak Alevi kurumlarını ele geçirme harekâtına start vermiştir, start verdi diyoruz çünkü açıklanan plana göre daha gerisi gelecekmiş.

Şahkulu Sultan Dergâhı

Şahkulu Sultan Dergâhı: 1329 yılında o dönemde Ahi Ocakları’nda örgütlenen Aleviler tarafından kurulur. Ahi Ocakları; zanaatla uğraşan Alevilerin Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletine karşı kendi toplumsallığını geliştiren hem mesleki hem de bir toplum örgütlenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk resmi tarihçileri Ahiler dönemini dört ayrı dönemde değerlendirseler de bu kategorileştirme tartışma konusudur. Onlara göre; “1-)1329-1390 Ahiler Dönemi; 2-) 1390-1826 Bektaşiler Dönemi; 3-)1842-1907 Nakşibendiler ve Ali Hilmi Dedebaba; 4-) Cumhuriyet Dönemi.”

Yaşamda gerçek karşılığı bu değil

1329-1826 döneminde Ahi Ocakları Alevilerin elindedir ve kendi inanç örgütlenmesidir. Bir özel savaş rejimi olan Türk devlet sistemi ve onun teorisyenleri bu konuda da halkı yanlış bilgilendirmektedirler. M. Kemal’in devlet başkanı, İ. İnönü’nün başbakan olduğu ilk yıllarında Cumhuriyet Türk devleti, 13 Aralık 1925 tarihinde çıkardığı Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile başta Hünkâr Bektaş Veli ve Şahkulu Sultan Dergâhı olmak üzere Alevi dergâh ve kurumlarını ziyarete kapatır, mürşit ve pir gibi unvanların kullanımı yasaklar. Şahkulu Sultan Dergâh tarihini inceleyenler, dergâhın dönem dönem büyük baskılara maruz kaldığını ve devletlerin (Selçuklu ve Osmanlı) Sünni İslam çizgisine çekmek istemine karşı bir mücadele içerisinde olduğunu göreceklerdir.

Türk devletini temsilen Erdoğan; Alevi mekanlarını ele geçirme hamlesinin Şahkulu Sultan Dergâhı üzerinden başlatması tesadüfü değil, bu hamlenin bir arka planı vardır. Şahkulu Sultan Dergâhı 1826 tarihinde Osmanlı Sultanı İkinci Mahmut tarafından ele geçirilmiş ve 1842 yılında Nakşibendi tarikatına devredilmiş ve 1907 yılında Aleviler tekrar geri almıştır.

M. Kemal ve İ. İnönü’nün Alevi kültür inancına karşı geliştirdiği politika, daha sonraki bütün hükümetler tarafından devam ettirilmiştir. Bir anlamda iktidar partileri ve hükümetler değişse de devletin Alevi politikası değişmemektedir. Buna en çarpıcı örneği; Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun, 12 Eylülcüler tarafından “değiştirilemez kanununlar” arasına alınmasında görüyoruz. Kendine Alevi tarihçisi, yazarı ve araştırmacısı diyenlerin ezici çoğunluğu bunun Alevi inancı için ne anlama geldiğine ne ifade ettiğine değinmez, görmez ve duymazlar. Bu duyarsızlığın resmi ve yasakçı zihniyetin değirmenine su taşımak anlamına geldiği anlaşılması gerekir. Türkçü tarihçiler, inkâr edemedikleri Ahi Ocak tarihi örgütlenmesini sulandırmakta ve çarpıtmaktadırlar. Bu tarihçilerden biri de Prof. Mikail Bayram’dır. Bayram Ahilerin, “Devlet yönetimine ortak olduklarını ve Anadolu’da yaşayan diğer Türkmen Aleviler de dahil, Türkiye Selçuklularına karşı ayaklanmadığını, hiçbir isyanı desteklemediklerini” söylemektedir. Bu zata göre, Alevi toplumu; “Türkiye Selçukları ile bir sorun yaşamamış, isyana kalktıkları söylemi de külliyen yalandır” demekten de geri durmamaktadır. Tarih Mikail Bayram gibilerini yalanlamaktadır.

Alevi kural ve kaideleri uygulanmadı

Anadolu Selçuklularına karşı Türkmen Alevilerin direnişleri, isyanları ve ayaklanmaları hiç eksik olmadı. Baba İlyas’ın önderliğinde (1240’lı yıllarda) gelişen Babai İsyanları olarak bilinen isyan bir Türkmen Alevi isyanıdır ve Selçukluları zorlayan bir isyan olmuştur. Börklüce Mustafa, Torlak Kemal öncülüğünde Aydın’da başlayan ve Şeyh Bedreddin’in de dahil olmasıyla Bursa’ya kadar gelişen Türkmen Alevi isyanı, Doğu Roma İmparatorluğunun desteğiyle İznik’te ancak bastırılabildi ve başta Şeyh Bedrettin olmak üzere isyan önderleri idam edilir. Anadolu Selçuklu devletine karşı en uzun soluklu isyan ise Celali İsyanları olduğunu da unutmamak gerekir. Bu kısa hatırlatmadan sonra bugüne dönersek: 7 Ekim 2022 tarihinde Şahkulu Sultan Dergâhı’nda düzenlenen “törende” Alevi kural ve kaideleri uygulanmamış, faşist devletin resmi kuralları uygulanmıştır. “Töreni” izleyenlerin de fark ettiği gibi, “pir” olarak kürsüye çağrılan Ali Doğan’ın bir figürandan başka bir işlevi olmadığını görmüşlerdir.

İnançsal soykırım 

Şahkulu Sultan Dergâhı “Piri” diye Gulbang vermek üzere kürsüye çağrılan Ali Doğan, sakalı ve kıyafetiyle birlikte tam bir cami imamını çağrıştırıyordu. Gulbang verilirken “cemaat” ayağa kalmayarak Alevi inancına büyük bir saygısızlık örneği sergilenmiştir. Alevi erkanın gereklerini uygulamak yerine Ali Doğan’ın kendisi dergâhı ele geçirmeye gelenler karşısında hazır ola geçmiştir. “Tören” denilen, aslında devlete bağlama açılış töreni, ilahileri çağrıştıran mersiyeler eşliğinde traji komik bir seremoniye dönüştürülmüştür. “Milli Birlik ve Beraberlik” adı altında Alevi toplumsallığına karşı bir seferberlik ilan edilmiştir bu törende. Tarihine baktığımızda inancı ve yaşam felsefesi gereği Alevi toplumu devletli sistemlere hiçbir dönem dahil olmamış, hep uzak durmuştur. Bu nedenle tarih boyunca hep devletli sistemlerin baskılarına maruz kalmış, katliamlara uğramıştır Alevi toplumu. Erdoğan öncülüğündeki devletin yeniden Aleviliğe el atması Alevileri tanımaya yönelik değil, aksine alındıkları kültürel ve inançsal soykırımı sonuca götürmek içindir.

Mustafa Kemal’i, Erdoğan güncelliyor! 

M. Kemal, Millî Mücadele yıllarında (1919) Alevi toplumunun desteğini almak için Hacı Bektaş Dergâhı postnişini Çelebi Cemalettin Efendiyi ziyaret eder. “Alevilerin yeni devlette özgür olacağı” teminatı üzerine bir kesim Alevilerin desteğini alır. (Hacı Bektaş Dergâhındaki bu görüşmeden sonra M. Kemal, Çelebi Cemalettin Efendiyi Kürt Alevilerin desteğini almak için Erzincan üzerinden Seyit Rıza’ya gönderir. Seyit Rıza Çelebi Cemalettin Efendi ile görüşmez ve dolayısıyla Kürt Aleviler M. Kemal’e destek vermezler.) Hacı Bektaş dergâhındaki görüşme ve ortaklaşma sonucunda M. Kemal Cemalettin Efendiyi birinci Meclis’e çağırır ve Meclis başkanvekili yapar. Lozan Antlaşması imzalanıp, Cumhuriyet kurulduktan sonra bütün kurum ve unvanlarıyla Alevi inancı yasaklanır. Bu adımla M. Kemal Alevilerle kurduğu “ortaklığı” bozarak ihanet etmiş olur. 97 yıl önce getirilen bu yasaklar, Erdoğan’ın “Cemevi açmasına” rağmen hala devam etmektedir. 

Şimdi sorulması gereken sorular; “Yasaklı olan bir inanç için neden cemevi ve dergâh açıyorsunuz? Eğer yüzyıl önce yasakladığınız Alevi inancını bugün tanıyorsanız önce üzerindeki yasakları kaldırmanız gerekir?” Bunun için atılması gereken ilk adım, başta Tekke ve Zaviyeler Kanunu olmak üzere Alevi inancını yasaklayan tüm kanunları kaldırmanız gerekir.

Ocaklar, Aleviliğin özünü temsil eder

Alevi toplumunun ve kurumlarının dikkat etmesi gereken bir konu da, “Devlet neden Ocakları açmıyor, cemevi açıyor” olması gerekir. Alevi toplumsallığını, yaşam felsefesini ve inancını ayakta tutan kurum Ocaklardır. Alevilikte cemevleri yoktur, Cem yapılır. Pir hangi Alevi cana mihman olmuşsa orada cem bağlanır, özel cemevleri yoktur. Ocaklar vardır. Ocaklar olmazsa olmazıdır Alevi inancının. Bugün Ankara, İstanbul veya başka bir Türk ilinde Ağuçan ya da Bomesur (Baba Mansur) Ocağı açın ve Ocağın Piri ocakta sürekli Alevi canlara yolu öğretsin, cem bağlasın, bakalım devlet nasıl yaklaşacak? Hiç kuşku yok ki devlet; “orada hurafecilik ve üfürükçülük yapılıyor” suçlamasıyla kapatacaktır. Cemevleri kentleşmeyle birlikte gündeme gelmiştir, kentsel ortamda canların cemevlerinde buluşması olumlu olmakla birlikte yeterli değildir. En iyi, en güzel cemlerin Ocaklarda yapıldığını unutmamak gerekir. Ocaklar Aleviliğin özünü geliştirmektedir.

Erdoğan ve Bahçeli’nin Alevi politikası

Erdoğan ve Bahçeli Alevi inancını tanımıyor, özünden kopmuş, değişime uğramış ve devletin hizmetine girmiş bir “Alevilik” istiyorlar. Erdoğan; Hüseyin Gazi Cemevi’ne giderken Alevi sembollerini kaldırarak Cemevini mescide çevirdi, Şahkulu Sultan Dergâhı’na giderken bazı Alevi sembollerini arkasına dizmişti. (Daha önce gelen tepkiler üzerine bu kez dikkatli davrandığını belli etmiştir.) Erdoğan’ın Şahkulu Sultan Dergahı’nda verdiği mesajlarda Alevilik yoktu, tam da bir cami imamı gibi konuştu. Her gün camilerde müftülerin, müezzinlerin verdiği vaazları Şahkulu Sultan Dergahında Erdoğan’dan dinledik. Erdoğan “milli birlik ve beraberlik” çağrısı yaptı, bolca Hz. Muhammed’den alıntılar yaptı. Alevilerin hiçbir talebine değinmedi. Orada Pir yoktu, cami imamı kılığında dede vardı. Cemevleri açılış ve temel atma törenleri tam bir ırkçı şova dönüştürüldü, bu şov canlı TV yayınlarıyla bütün memlekete izletildi. O gün bir özel savaş propagandası yapıldı. Alevi kurum temsilcileri ve toplumunun bunu bilince çıkarması gerekir.

Ortak tepki önemli ve değerlidir

Alevi toplumunun ve kurum önderlerinin bunun farkına varması gerekir. Kuşkusuz tehlikenin farkında olanlar vardır ancak yeterli değildir. Alevi kurumlarının gösterdikleri tepkiler, yaptıkları ortak açıklamalar çok değerli ve kıymetlidir. Ortak tepkilere mümkün olduğu kadar bütün Alevi süreklerin katılmasını sağlayarak faşist Erdoğan ve Bahçeli kliğine karşı bir direniş cephesi geliştirilmelidir. İnkârcı ve kültürel soykırımcı AKP-MHP faşist iktidarı çok ciddi ve tehlikeli bir planı uygulamaya koymuştur, bunun görülmesi gerekir. Daha şimdiden üç yüz “piri” Kerbela’ya ve Hacca götürme gibi organizasyonlara başladığı ve Alevi kurum temsilcilerinin ve toplumun bu gibi faaliyetlerin ne anlam taşıdığı görmeli ve bilince çıkarmalıdır.

Varlık-yokluk kıskacı

Bahçeli’nin desteklediği Erdoğan’ın bir amacı daha vardır. O da Cumhuriyetin yüzüncü yılında İkinci Cumhuriyet söylemi adı altında, yeni Osmanlıcılığı ve sultanlığını ilan etmektir. Nasıl ki M. Kemal Birinci Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Alevi yol önderleri ve dergahların kapısını çaldıysa ve Alevi toplumunun bir kesimin desteğini aldıysa Erdoğan da bu amaçla Alevi toplumunu yanına çekmek istemektedir. Bugün de Erdoğan ve Bahçeli, M. Kemal ve İ. İnönü’nün tamamlayamadığı Alevi kültür ve inanç soykırımını sonuca götürmeyi hedeflemişlerdir. Erdoğan hamle yapar da CHP geri durur mu? CHP de meclise, “Cemevleri, Havra, Sinagog gibi inanç kurumların ısıtma ve aydınlatma giderlerinin hazineden karşılanması” için Meclis’e önerge verir. Tekke ve Zaviyeler Kanunu çıkaran CHP eğer Alevilere karşı hatasını telafi etmek istiyorsa önce, Aleviliği yasaklayan bu kanun maddelerin kaldırılması için meclise kanun teklifi vermesi beklenir. (Şimdilik bu kısa hatırlatmayla yetinelim, CHP’nin Alevi politikası ayrı bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.) 

Erdoğan’ın başlattığı yeni hamle ile birlikte, binlerce yıllık geçmişe dayanan Alevi inanç felsefesi bir kez daha varlık-yokluk kıskacına alınmıştır. Tehlike şimdi daha büyüktür. Erdoğan’ın başlattığı bu süreç Alevi toplumu için varlığını koruma sürecine dönüşmüştür.

Aleviliğe hizmet etmeyecektir

Erdoğan ve Bahçeli faşist kliği; Alevi Cemevlerini ve diğer kurumlarını “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” adı altında kuracağı başkanlıkta toplamaya ve bu başkanlığı da Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlayacağını açıklamıştır. Kamuoyuna açıklanan proje bu. Erdoğan bu projeyi 7 Ekim’de Şahkulu Sultan Dergahında açıkladı. Bu projenin özü Alevi kurumlarını ele geçirmeyi içermektedir, yani bir nevi devletin Alevi kurumlarını işgal hareketi başlattığı söylenebilir. Bu projenin içeriği tam olarak bilinmese de açıklanan boyutlarıyla Aleviler için tehlikelinin daha da büyüdüğünü göstermektedir. Devlet Alevi cemevlerine “pir,” kurumlarına “başkan ve yönetici” atayacaktır. Onlara maaş verecektir. Yani kendi memurlarını atayacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı kadar da “Alevi-Bektaşi Kültür Cemevi Başkanlığın” yetkisi olmaz. Kültür ve Turizm Bakanlığı ne isterse onu yapacaktır, Aleviliğe hizmet etmeyecektir. Öyle anlaşılıyor ki proje daha büyük tehlikeleri içinde barındırıyor. Henüz resmileşmediği halde yüzlerce diplomalı “Alevi dedesi” yetiştirilmiş v e piyasaya sürülmüştür. Devletin Alevi kurumlarını ele geçirme hamlesi bu kişiler üzerinden uygulamaya sokulacaktır.

Pirler, Alevi toplumunun yol önderleridir

Devlet neden pirler üzerinden Alevi toplumuna gidiyor? Pirler Alevi yol önderleridir. Alevi inancının bugüne taşınmasında pirlerin rolü belirleyicidir. Alevi toplumu pirlerin söylediklerini dikkate alır, ona inanır. Devlet pirlerin Alevi toplumu üzerindeki etkisini bildiği için asimilasyon faaliyetlerini “pirler” üzerinden yürütmek istemektedir. “Gri pasaportlu pirler” devreye sokulduğu ve Avrupa’ya gönderildiği artık gizli değildir. “Pirleri” Kerbela’ya, Mekke’ye Hacca götürmeye çalışması sıradan ele alınacak bir çalışma değildir.

Devlet Alevi toplumunun taleplerini manipüle ediyor, saptırıyor, çarpıtıyor, basitleştiriyor, siyasal içeriğinden boşaltıyor ve hiçleştiriyor. Sanki Alevilerin talebi Cemevlerinin tadilatı, tamiratı için çimento, kum ve boya imiş, bu kadar basite indirgeniyor. Sanki Alevi toplumun siyasal hiçbir talebi yokmuş gibi yansıtılıyor.

Alevi toplumunun aslında bir tek talebi vardır. Alevi kurumları bu talebi her fırsatta dile getiriyorlar, onun mücadelesini veriyorlar. Özetle belirtecek olursak; başta Tekke ve Zaviyeler Kanunu olmak üzere Alevi inancını yasaklayan kanun ve yasaların kaldırılması ve “eşit yurttaş” olarak tanınmasıdır. Alevi kurumları yıllardır yaptıkları açıklamalarla, toplantılarla, panel ve sempozyumlarla, yürüyüş ve mitinglerle bunun mücadelesini veriyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin başlattığı bu kültürel soykırıma karşı ortak mücadele kaçınılmazdır. Hangi sürekten olursa olsun bütün Alevilerin bu inançla hareket etmesi yolun gereğidir.  

özgür politika

EN SON EKLENENLER