Aleviler ne istiyor?

Alevi çatı kurumları tarafından 17-18 Eylül tarihinde Hacıbektaş’ta organize edilen çalıştay, eşit haklar mücadelesinde ileriye doğru atılan güncel bir adım oldu. ABF, ADFE, AVF, AABK ve HBVAKV gibi çatı rolü oynayan kurumların çağrısıyla bir araya gelen katılımcılar ‘yolda birlik’ anlayışını güçlendiren ve olumlu bir izlenim yaratan tabloya katkı sundu.

Elbette açığa çıkan sinerjinin ‘Büyük Alevi Mitingleri, Alevi Kurultayı’ süreçlerinde gördüğümüz pratik yetkinliğe erişmesi için henüz konjonktür olgunlaşmadı. Bunun siyasal alanla birebir bağı var. 2016 sonrası iktidar ilişkilerini derinden etkileyen olağanüstü şartların oluşması, demokratik kanalların işlevsizleşmesi, AKP ve ortaklarının dileğince at koşturmasına yaradı. ‘’Yerli ve milli’’ etiketiyle anılan rejim bileşkesi odakların dışında kalan kesimlerin zapturapt altına alındığı, tasfiye ve dizayn operasyonlarına maruz bırakıldığı verili denklem kitle hareketinin durağanlaşması, ivmenin düşmesi ve toplumsal dinamiklerin dar sınırlarına çekilmesini koşulladı. Gelinen aşamada siyasal iklim yavaş yavaş iktidarın aleyhine dönmeye başladı. Rejimin dayattığı statükolar kırılıyor. Halihazırda Aleviler diğer toplumsal dinamiklere oranla daha derli toplu hareket ediyor, somut bir irade ortaya koyuyor. İktidar cenahının güncelde kabaran ‘Alevi’ hassasiyetini bir ön alma hamlesi olarak görmek gerekir.

‘’Cumhuriyet’in II. Yüzyılında Aleviler Bugünü ve Geleceğini Tartışıyor’’ başlığıyla düzenlenen çalıştaya dönecek olursak içeriği ve öne çıkan mesajlar hakkında şunları ifade edebiliriz; 16 Ağustos tarihinde duyurusu yapılan ve bir ay içinde hazırlığı tamamlanan çalıştayda, Türkiye ve Avrupa Alevi kurumları büyük oranda temsil edildi. Çalıştaya herhangi bir federasyona üye olmayan bağımsız Alevi derneklerden de katılım olduğu gözlemlendi. Çalışmanın yöre-hemşeri dernekleri ayağı ise zayıf kaldı. Sonraki çalışmalar özgülünde aşılması gereken eksiklik olarak buna not düşmemiz lazım. Özellikle büyükşehirlerde yaşayan Alevilerin yöre-hemşeri dernekleriyle iletişimi canlı tutan, koordinasyon kanalları oluşturan ve gündeme ortak eden kapsayıcılık gerekiyor. Ayrıca görünürlük kazanan kadın temsiliyetinin yanı sıra bugüne kadar zayıf kalan gençlik temsiliyetinin sağlanması da önemli bir başlık. Hacıbektaş’taki çalıştayda genç olarak az sayıda katılımcı ve konuşmacı vardı. Geleceği dair çaba gösterirken gençliğe yaslanmalı, onlara inisiyatif kazandırmalı ve Alevi kurumlarının yetkili kurullarında daha fazla görev vermeliyiz.

İki gün süren çalıştayın pratik-teknik boyutuna dair bir dizi eksikliğe dikkat çekilebilir. Lakin verilen mesajlara odaklanmak ve sürece yansımalarını konuşmak önceliğimiz. Talepler noktasında (DİB’e dair nüanslar var.) kurumların yan yana gelmesi, ortak paydaları güçlendiren sorumluluk bilinciyle davranılması en geniş anlamda Alevi toplumsallığı adına bir kazanım. Kurumların açığa çıkardığı mevcut birikim zamanla bir üst örgütlenme modeline dönüşür mü? Konfederasyon örgütlenmesi gibi önermeler olsa da deneyimlenen süreçlere bakıldığında bunun uzağında olduğumuz görülür. Şablonlardan ziyade ilişkilerin içeriği belirleyici olur. Bu aşamada tek tek kurumların dayanışması ile yetinmeyen, taleplerimizin muhataplarına iletilmesi, dışımızdaki toplumsal güçler ve siyasal çevrelerle kurulan diyaloglar açısından bir ‘Alevi sekretaryası’ rol üstlenebilir. Belirttiğim gibi yakalanan ivme anlamlıdır; nereye doğru evrileceği süreç yönetimiyle netleşecek. Temenni ettiğimiz şey farklılıklara rağmen sağlanan ‘yolda birliğin’ korunması ve kendi rengini vereceği örgütlenme modellerinin geliştirilmesi.

Çalıştay sonrası AVF (Alevi Vakıfları Federasyonu ) özgülünde yaşanan sorunlar süreci sekteye uğratmak yönünde verilen cevaplardan biriydi. Başka karşı hamlelerde beklenmeli. Geçmiş yıllarda iktidarın ortağı olan F-Gülen örgütüyle birlikte ‘Cami-Cemevi’ projesine geçerlilik kazandırmak isteyen, nüfuz ettiği kesimleri kendisine biçilen rol gereği siyasal İslamcı iktidara yedeklemeye soyunan İzzettin Doğan, proje ortağı F-Gülen örgütünün başarısız darbe girişiminin ardından tasfiye edilmesiyle suskunluğa büründü ve geniş bir yelpazede açılan ‘Fetö’ başlıklı soruşturmalara konu edilmedi. Tekeline aldığı Cem Vakfı bünyesinde aykırı gördüğü kadroları yönetim ve şubelerden atma yönünde mesai harcarken AVF senedine yerleştirdiği bir madde üzerinden farklı kişilere yaptığı gibi AVF’nin mevcut Genel Başkanı Haydar Baki Doğan’ın tasfiye edilmesi için düğmeye bastı. Anti-demokratik madde şöyle; ‘’Onursal Başkan isterse, federasyonun herhangi bir organındaki görevlilerin bu senette yazılı kurallara uymaması ve kurulların görevini yerine getirmemeleri halinde söz konusu kurulların feshedilmesi için gerekli girişimleri başlatmaya ve sonuçlandırılmasını sağlamaya da yetkilidir.’’ Tipik cemaat lideri vasfıyla her şeyi kendinde merkezileştiren, biat ilişkisi kuran ve seçimle gelen yetkili kurulları işlevsizleştirmeye hizmet eden tutum takınan İzzettin Doğan tekeline aldığı kurumlar nezdinde bir yük haline geldi.

AVF bileşenleri ‘’onursal başkan’’ yükünü sembolik hale getirebilir, şeffaf-demokratik mekanizmalar inşa edebilirse, işte o zaman kelimenin tam anlamıyla eşit haklar mücadelesine omuz verebilir. AVF Genel Başkanı Haydar Baki Doğan akabinde kişisel sosyal medya hesabından paylaştığı kısa bilgilendirme notunda ‘yönetim kuruluyla birlikte görevlerinin başında olduklarını’ duyurdu. Umarım; miadı dolan şahıs değil, Aleviler adına bir kazanım söz konusu olur. Bekleyip, göreceğiz.

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Mustafa Aslan’ın kamuoyuyla paylaştığı ‘Çalıştay Sonuç Bildirgesi’ bir tutum belgesi olarak oldukça değerli. Geliştirilmesi gereken noktalar var mı? Evet, var. Talepler noktasında ‘Büyük Alevi Mitingleri’ sürecinden itibaren sağlanan konsensüs korunurken, mevcut talepleri görünür kılacak ve farkındalık oluşturacak yol-yöntemler meselesi somutlaştırılmalı. Aslan’ın bildirgede dikkat çektiği iktidarın güncel Alevi çalışmasına pratikte nasıl tavır alınacak? Bildirgeden paylaşıyorum; ‘’Karşılaştığımız davranış ve değerlendirmeler, atılan adımların çözüme yönelik olmaktan tamamen uzak olduğunu göstermektedir. Gerek bu ziyaretlerde (Hüseyin Gazi, Hacıbektaş.) kullanılan dilin ötekileştirici ve ayrıştırıcı niteliği, gerekse de merkezi kurumlarımızı devre dışı bırakarak uygulanan dayatmacı yöntemler, bir çözüm süreciyle değil, bir diz çöktürme ve Alevilerin ağır bedellerle sağladıkları örgütlülüklerini dağıtma seferberliğinin karşısında olduğumuzu göstermektedir.’’ Sarayın İçişleri ve Kültür bakanlıkları aracılığıyla sürdürdüğü fiili sürecin niteliği bildirgede isabetli bir şekilde açıklanıyor. Yani dayatılan 2010 tarihli sözde açılım döneminin bile gerisinde, çerçevesini birkaç yüz kişiye maaş, derneklerin araç-gereç ihtiyaçlarının bir lütufmuş gibi karşılanması ve folklorik bir öğe derekesine indirgenen tanımlamayla Kültür bakanlığına bağlı daire-başkanlık zokası ile örülü. Buraya gelmeden önce İçişleri bakanlığı üzerinden ‘iç güvenlik sorunu’ doğrultusunda alan temizliği, ayrıştırma ve dönek unsurları tahkim edeceği oluşumlara yönlendirme temelinde operasyonel adımlar atılıyor. Alevi kurumlarının üzerinde mutabık oldukları bir eylem planı geliştirmesi gerekir. Çözümsüzlükten beslenen sarayın entrikalarını boşa çıkaran, nüfuz edebileceği çatlakları kapayan ve ideolojik-politik kimliklerinin teşhirine odaklanan aktif bir tutum sergilenmeli.

Görüldüğü üzere Alevi toplumsallığının diri yanlarını törpüleme, saraya karşı biriken tepkiyi manipüle etme ve dezenformasyon araçlarını çok yönlü kullanma şeklinde sistematik saldırılar yoğunlaşacak. Örgütlü yapıların motivasyonunu dağıtmak ve kısır tartışmalara çekmek için yapay çelişkiler gündeme getiriliyor. Ayrıca sarayın aparatı, marjinal-ulusalcı kliğe bu minvalde bir görev verildiği anlaşılıyor. Alevi toplumsallığı içinde herhangi bir karşılıkları bulunmasa da ırkçı zihniyette sahip, Alevi kurumları bünyesinde barınamamış, menfi çıkarları uğruna bukalemun misali renkten renge giren bazı (sözde Dede-Alevi) kişiler aracılığıyla suyu bulandırmaya gayret ettikleri ortada. Özellikle künyesinde adı ‘Aydınlık’ olan, işlevi karanlık gazete provokatif manşetler atarak, deli saçması kurgularını uluorta bocalıyor. Marjinal-ulusalcı kliğin egemen güçlere hizmet serüveni 70’li yıllara uzanır. Karşı-devrimci varlıkları ile sosyalistleri, toplumsal muhalefeti hedef alan süreçlerde kullanılan bir araç oldular. Alevilere yönelik tezgahlanan provokasyon, saldırı ve katliamlarda negatif yaklaşımları hep tartışmalara konu edildi. Güncelde sergiledikleri provokatif-saldırgan tutum bugüne kadar izledikleri pratikleriyle uyumlu. İktidarın ‘Alevi örgütlülüğünü dağıtma, temsilcilerini tanımama ve çözümsüzlüğü dayatma’ projesi kapsamında kullanılan marjinal-ulusalcı klik dezenformasyon araçlarından bir tanesidir.

Kritik gelişmelerin yaşanacağı aşikâr bu süreçte kim ki ‘yolda birlik’ zeminine negatif yaklaşıyor ve mücadele dinamizmini aşağıya çekiyorsa takındığı tavır ivedilikle mahkûm edilmeli, çıkabilecek problemlerin çözümünde toplumsallığımızın duyarlılık noktaları harekete geçirilmelidir.

Sonuç bildirgesinde bir kez daha vurgulandığı gibi; ‘’Cemevlerinin ibadethane statüsünün kabul edilerek, bu statünün gerektirdiği tüm hakların tanınması ve el konulmuş dergahlarımızın bize iade edilmesi’’ öncelik oluşturan taleplerin başında geliyor. Cemevlerine ibadethane statüsü tanınmadan atıldığı-atılacağı varsayılan her adım yok hükmünde sayılır. Bu noktada iktidar ve siyaset kurumunun parçası partilere muhataplık hususu altı çizilerek yeniden hatırlatılıyor. Bildirgede geçen ifade şöyle; ‘’sorunların çözümü için adım atılmak isteniyorsa, bunun doğrudan muhatabı, Alevilerin on yıllara yayılan mücadeleleriyle oluşturdukları kurumlarıdır. Başta federasyonlarımız olmak üzere kurumlarımızı ve bu çalıştayda bir kez daha teyit ettiğimiz birleşik irademizi yok sayarak, doğrudan Cemevlerine ve özellikle dedelere yönelik manipülatif çabalar, çözümün değil, çürütme ve parçalama iradesinin göstergeleridir.’’ Cemevlerinin statüsünün olması gerektiği haliyle tanınması ve el konulan dergahların Alevilere iade edilmesi, cumhuriyetin ilk yüzyılı boyunca devamlılık arz eden resmi politikaların sonlandırılması yönünde atılan ilk adım gibi görülebilir. Diyanetin tasfiyesi, Zorunlu Din Derslerinin müfredattan kaldırılması, kamusal alanda uygulanan ayrımcılığa son verilmesi, Alevi inancı hakkında nefret ibareleri kullanılanların cezalandırılması, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi gibi katliamların dosyalarının yeniden açılması ve mağdurlardan özür dilinmesi vb., taleplerin karşılanması birbirini takip etmesi gereken demokratik adımlardır. Alevilerin ortaklaştığı talepleri net. Yıllarca meseleyi ya görmezlikten gelen ya da kuru gürültüye getiren egemen güçlerin bir karar vermesi gerekiyor. İkinci yüzyıla süregelen resmi tutum ve alışkanlıklarla girdikleri takdirde çözülüşleri beklenenden daha kısa olur.

Hacıbektaş çalıştayında eşitlik, demokrasi ve laiklik başlıklarının gerek sonuç bildirgesinin gerekse de yapılan konuşmaların eksenini oluşturması Alevi toplumsallığının konumlandığı hattın çerçevesini özetledi. Kürt sorunu, yoksullaşma ve artan hak gasplarına dikkat çekilerek herkes için eşitlik ve demokratik bir sistem inşası talep edildi. ABF Genel Başkanı Aslan’ın paylaştığı sonuç bildirgesinde öne çıkan çağrı şöyleydi; ‘’Alevi hareketinin her kanadını temsil eden ve Serçeşme huzurunda birlikte eşit yurttaşlık hak mücadelesi verme sözleşmesi gerçekleştiren bizler, Türkiye’nin her kimlikten halkına, vicdanını kaybetmemiş herkese gerçek bir demokrasi, gerçek bir laiklik ve sosyal hukuk devleti için birlikte mücadele etme çağrısı yapmaktayız.’’

Çalıştay bileşeni Alevi kurumlarının politik öznelere yaklaşımda bilinç açıklığıyla hareket etmesi, salt iktidara değil muhalefet partilerine de yükümlülüklerini hatırlatan tutumlar alması pratik bir değer taşıdığı ölçüde beraberinde kazanımların şekillenmesini getirir. Biçimlendirilen değil, biçimlendiren; eşit haklar mücadelesini büyüten kararlılık düzeyi kazandırır. Çalıştayın sonuç bildirgesinde bu düzeyi yansıtan vurgu ‘’kendi bağımsız tutumumuz’’ olarak ifade edildi. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken Aleviler bu bağımsız tutumu; ülkenin temel sorunlara çözüm perspektifleriyle eğilmeyen, değişim iddiasını somutlaştırmayan, tabulara yaslanıp tekçi parametreleri kutsayan ve ilk yüzyıla yön veren oligarşik üstyapıyı domine eden dinamiklerle arasına politik mesafeler örerek gerçekleştirebilir. Kolektif iradenin ürünü belge olarak sonuç bildirgesinde ‘bağımsız tutum’ berrak bir dille şöyle deklare edildi; ‘’ Her türden tek tipleştirmeye karşı ikinci yüzyıla ilişkin perspektifimiz, çok kimlikli, çok kültürlü bir Türkiye’nin gerçekleştirilmesi, başta bizler olmak üzere kimsenin kimliğinden dolayı mağduriyete uğramaması, eşit yurttaşlık hakkının tüm herkes için sorgulanamaz bir hak haline getirilmesidir. Birinci yüzyılını mağduriyetle, asimilasyonla, katliamlarla geçirdiğimiz Cumhuriyetin ikinci yüzyılında artık Pirlerimizin belirttikleri çizginin, yani “72 millete bir nazarla bakma” düsturunun gerisinde kalan bir yedeklenmeyi kimse bizlerden beklemesin.’’

Ferhat AKTAŞ

Alevinet12 / 27/09/2022

İstanbul / Elif Keleş O.

 

EN SON EKLENENLER