Alevilik ve akademi ya da “Alevi Akademisi”

‘Alevilik’ ve ‘akademi’ arasında pek çok özgün ilişkilenme biçiminden bahsedilebilir. Bunların başında ise bir inanç kimliği olarak Aleviliğin felsefi dünyasının akademiye, bilhassa sosyal bilimlere geleneksel alandan temas etmesi gelir. Dogmalarla kuşatılmamış olması, farklı kimlik ve geleneklere bir nazardan bakması ve yargılamaktan kaçınan tutumu, bu kimliğin akademiye yakınlık ve yatkınlığını büyük ölçüde etkilemiştir.

Bunun dışında Kızılbaş/Bektaşi/Alevi toplumsal coğrafyasının tarihsel birikimine doğru bir iz sürdüğümüzde muazzam bir “eğitim” deneyimi ile karşılaşırız. Hem bu deneyimin kendisi hem de ona eşlik eden ocak/dergâh geleneği bu sosyalitenin yüzyıllar boyu tutunabilmesine imkân vermiştir. Bu ocaklarda/dergâhlarda bir “düşman”ın değil de bir süreğin konuşulması kendi başına özgün ve kıymetlidir. Başka dini ve/veya politik odaklarda “düşman” olarak kodlanmış Alevilerin, kendi içindeki muhabbetlerde herhangi bir “düşman” gruptan bahsetmemesi ancak bu geleneğiyle anlaşılabilir. Başka bir deyişle bunca kitlesel kırımlara maruz kalmış bir topluluğun, başka bir kimliksel grubu kitlesel kırımdan geçirmek gibi bir girişiminin olmaması bu inançsal düşünüş haliyle ilgilidir. Oysa Yavuz’un Kızılbaş kırımı, II. Mahmut’un Bektaşi tekkelerini yıktırması veya Nakşibendi dergâhlarına dönüştürmesi ve Cumhuriyet dönemine nakleden dedeliğin, seyitliğin, çelebiliğin yasaklanması gibi pratikler, üzerinden yıllar/yüzyıllar geçse de her zaman Aleviler için sıcak yaralar olarak kalmıştır.

Bir anlama imkân ve aracı olarak akademi ile Aleviliğin yolları metodolojik olarak birçok yerde kesişebilir. Akademisyenin de “düşman”ı yoktur, velev ki araştırmasını “düşman” bir sahada yapacak olsa bile. Araştırmacı bir “düşman” imgesinden arınmamışsa zaten akademisyen de olamamış demektir. Bu imgeden arındığında araştırma sahasındakilerle konuşma ve anlama imkânı artar. Fakat bilhassa araştırılan sahadaki topluluğun bir “düşman” imgesinden azade olması, bir araştırmacı için muazzam bir imkândır. Alevi toplulukları içinde saha çalışması yapan akademisyenlerin olumlu cümlelerle konuşmaya başlamasının nedeni de budur.

Normal koşullarda Alevi geleneği, akademi için hem bir anlama hem de öğrenme alanıdır. Ya da böyle olması beklenir. Fakat akademinin Alevilikle kurduğu bağ çok büyük ölçüde siyasi otoritelerin politikalarından etkilendiği için Aleviler ve akademi ilişkisi, en iyi zamanlarında bile aslında dışarıdan okuma çabasının getirdiği gerilimlerle yüklü olmuştur.

Bugün bir inanç kimliği olarak Aleviliği çalışan çok sayıda akademisyen bulunuyor. Son derece kıymetli tezler, makaleler, kitaplara erişmek de mümkün. Türkiye akademisi aslında zayıf da olsa Alevilikle ilişkili görünüyor. Ama Alevilik bir inanç kimliği olarak tanınmış olmadığı için akademik ortamda Alevilikle ilgili köklü kurumsallaşmalar gerçekleşemiyor.

Akademinin Alevilikle zayıf ilişkisine karşın Alevi kurumların akademiyle ilgisi daha güçlü görünüyor. Mesela cemevlerinde genellikle bir konferans salonu bulunuyor. Mutlaka oraya akademi içinden veya dışından bilim insanları davet ediliyor, konferans ve seminerler veriliyor. Öte yandan cemevlerinin büyük bir bölümünün kütüphaneleri bulunuyor. Sürekli artan kitap sayısı ile gelen misafirlere okuma-araştırma hizmeti sunuluyor.

Bütün bu deneyimler akademi ile Alevi inanç kurumları arasında doğrudan bir bağı gerekli kılıyor ve kuşkusuz bu öncelikle akademinin görevidir. Ne var ki akademi buna da mesafeli olduğu için bu tür akademik organizasyonlar da Alevi kurumlara kalmış görünüyor.

Şu günlerde bu eğilimin görece büyük ve sistemli bir örneği İstanbul Küçükçekmece’de Garip Dede Cemevi bünyesinde kuruluyor. Alevi Akademisi adıyla gerçekleşen bu kurumsallaşma ilk bilimsel etkinlik olarak Sosyal Bilimler Perspektifinden Aleviler ve Alevilik başlıklı, 120 saate denk gelen 40 dersten oluşan bir eğitim programı planlamış bulunuyor. 8 Ocak 2022 Cumartesi günü kamuya açık ilk ders ile açılışı yapılacak bu girişim Alevilikle geleneksel, kültürel, kimliksel olarak ilgili herkese sosyal bilimler perspektifinden nasıl/niçin bakıldığını anlatmayı hedefliyor. Bu özgün girişimin Türkiye’de akademinin Aleviliğe dair dönüşüme bir ölçüde katkıda bulunacağını umuyorum.

ŞÜKRÜ ASLAN

BirGün 

EN SON EKLENENLER